|
|
|
Şemdinli’den muhtıraya |
Röportajın divalarından Neşe Düzel, dünkü Radikal Gazetesi’nde Fehmi Koru’ya soruyor: Erbakan ‘devletle’ iyi geçinmek için Susurluk’a ‘Fasa fiso’ dedi ve asker tarafından devrildi.
AKP iktidarı orduyla iyi geçinmek için Şemdinli savcısının işinden atılmasına göz yumdu ve ordudan muhtıra yedi. Hukuktan uzaklaşmanın ve ürkekliğin hükümetlere uğur getirmediğini AKP fark etti mi?’
Fehmi Koru yanıtlıyor:
‘Farkında olmamaları mümkün değil. Eğer değillerse, adaletin ve hukukun herkese lazım olduğunu son birkaç günde öğrenmiş olmaları lazım. Hükümet Şemdinli’de vahim bir hata yaptı. Sadece Şemdinli olayında değil, evinin önünde öldürülen baba-oğul olayına yaklaşımında da AK Parti’yi anlayamadım ben. Biliyorsunuz baba ve oğulu öldürenler beraat etti.’
Ne diyor Fehmi Koru:
‘Hükümet Şemdinli’de vahim bir hata yaptı’ diyor...
O hata neydi?
***
İsterseniz bu sorunun yanıtını neredeyse tam bir yıl önce 17 Nisan 2006 tarihinde Sabah Gazetesi’nde yazdığım ‘AK Parti Şemdinli’de mi vuruldu?’ başlıklı yazının bir bölümünde arayalım:
‘Türkiye’deki inançlı kesim adına siyaset yapanlar ‘temel hak ve özgürlüklere’ hangi açıdan bakıyor? Bireyin varoluşunun garantisi olan ‘temel hak ve özgürlüklere’ Müslümanlık üzerinden bakarsanız, sizi sadece ‘başörtüsü’ ilgilendirir. Gerisine aldırmayabilirsiniz.
Bir de, ‘inanç özgürlüğüne’ temel hak ve özgürlüklerin bir parçası olarak bakmak var.
Temelde evrensel hukuku ölçü alarak, inanç özgürlüğünü o bütünün parçası olarak değerlendirmek. Bütün özgürlükleri, hukukun güvencesi açısından görmek.
Evrensel hukuku, devlet olmanın, siyasal iktidar olmanın en taviz verilmez ‘değeri’ olarak algılamak. Sanıyorum, bu noktadan uzağız.
Güpegündüz bir dükkanın bombalanmasının üstünü kapatarak, Güneydoğu’nun hukuka ve devlete güveni sağlanabilir mi? Hukukun olmadığı bir ülkede, neyi, ne kadar çözebiliriz ki? Şemdinli’de hukukun işlemesinden korkan bir AK Parti, temel hak ve özgürlükleri nasıl savunur, nasıl inandırıcı olur?
Bu, günlük siyasal çıkar dengeleri içinde raks etmek sonunda askerlere söz söylenemeyen ama yazarların ha babam de babam linç edilmesine olanak veren bir ortaçağ kışlasına dönmemize neden olmuyor mu? Dünyalaşmanın en geçerli tanımı hukuka ihtiyacı olan ve hukuk üreten bir toplum olmak demek.’
***
Bu yazıdan bir yıl sonra şu anda neredeyiz?
Neşe Düzel’in aşağıdaki sorusu bunun en isabetli tespitini yapmakta:
‘Ordu, CHP ve yargı tarafından kuşatıldı AKP. Bu üç güç çok da hukuka aldırmıyor. Ama neticede bunların bir gücü var. AKP bu kuşatmayı nasıl aşmayı düşünüyor? Daha çok ve gerçek bir hukuk yanlısı politikayla mı? Yoksa eskiden olduğu gibi hukuka çok da önem vermeyen bir duruşla mı?’
Peki buna Fehmi Koru’nun yanıtı ne olmuş, ona da bir bakalım:
‘AK Parti bu kuşatmanın fena halde farkında ve hukuka önem vermek zorunda. Meclis’teki üçte iki çoğunluğun yeterli olacağını düşünüyordu başlangıçta. Ama artık bu desteği yeterli görmüyorlar. Son yaşananlarla bunu bir kez daha anladılar. Bakın... Şemdinli süreci bugün yaşansaydı, çok farklı davranırlardı. Başkalarının hatalarından fazla ders çıkarmıyoruz biz. Hak ve özgürlükler konusunda hassasiyetini bildiğim bir kadro bu. Her zaman hukuktan yana olmaları gerektiğine inanan insanlar bunlar. Ama davranışlarında bu konuda yeterince hassas davranmadılar.’
***
Fehmi Koru’nun yanıtındaki en vurucu cümle şu: ‘Bakın... Şemdinli süreci bugün yaşansaydı, çok farklı davranırlardı.’
Türk usulü siyaset, en ihtiyacı olduğu anlarda bile siyasal çıkar için hak ve hukuku bir yana iteleyebiliyor.
Halbuki demokrasi dediğimiz hukuk kurallarından hiç taviz verilmese bugünkü muhtıra sürecine gelinmezdi.
Bu muhtıranın nedenini arayanlar Şemdinli’deki affedilmez hatayı da unutmamalı...
Çünkü, bugün muhtıraya giden yolun sıfır noktası Şemdinli’dir.
Orada hukuka aldırmayarak yapılan hata...
Bugün ülkenin ve AK Parti’nin önüne muhtıra olarak geldi.
Fehmi Koru, ‘ders aldılar’ diyor.
Umarız almışlardır.
Star, 8.5.2007
|
Mehmet ALTAN
09.05.2007
|
|
|
AKP’ye Uzan soruları |
Devletin, dolayısıyla milletin sırtına 15 milyar dolarlık borç bırakarak yurt dışına kaçan baba-oğul Uzan’larla ilgili olarak, bankaya el koyma dışında hangi ciddî takibi yaptı AK Partililer?
O bankaya para yatıran ünlü isimlerden, bürokratlardan, hakimlerden bahsedildi. Yüksek yargıda görev yapan bazı hakimlerin bile paralarının bu bankada olduğu ileri sürüldü. Bir tanesini açıkladı mı AK Parti? Veya AK Parti’nin göreve getirdiği bürokratlar?
(...)
Batırılan bir bankanın hepasları ile ilintili olduğu şirketin hesapları, bir partinin hesapları ile iç içe olduğu ortada iken, ciddi bir sorgulama yapılamadı.
O partiye yıllardır yeni yeni hazine yardımları yapıldı. O parti de, milletin parası ile verdiği reklamlarda, ipe sapa gelmeyen vaadleri millete duyurdu. Bu yanlışlara da sessiz kalındı.
Şimdi AK Parti karşıtlarının, ne kadar cesurca hukukdışı işler yaptıklarını, kuralları hiçe sayarak nasıl kararlar aldıklarını, nasıl haksız uygulamalara geçtiklerini söyleyip şaşıp kalıyoruz.
Oysa bunların hepsine, AK Parti’nin uygulamaları zemin hazırladı.
TBMM’de 460 milletvekili ile bulunmanın hakkını veremediler.
Vakit, 8.5.2007
|
A. İhsan KARAHASANOĞLU
09.05.2007
|
|
|
Normalleşme ihtiyacı |
Ülkede yaşananlar ve olan bitenler, kafamızın sağlığı ile geleceğimiz açısından bir an önce normalleşmeye ihtiyacımız bulunduğunu gösteriyor.
Darbe söylentilerinin bile hafif kaldığı bir çılgınlık döneminden geçiyor gibiyiz.
‘Acele işe şeytan karışır’ lafını unutmuş gibi davranmakta olan AKP, acele ve heyecan içinde birbiri ardına yanlışlar yapıyor.
Bu acele ve heyecan nedir bilinmez.
Galiba ‘güç bizdeyken elimizden geleni yapalım’ havası da yaşanıyor. Belediyecilikle ülke yönetmenin aynı iş olmadığını unutmaktan kaynaklanan beceriksizlikler, tecrübesizlikler de var.
AKP şu anda çoğunluğuna rağmen istediği hiçbir sonucu alamayan parti görünümünde.
Partinin kurmayları alışık olmadıkları başarısızlıklar üst üste gelince şaşırmış ve dağılmış gözüküyor.
Ben bu yüzden partilerine Aklı Karışık Parti (A.K.P) adını taktım.
Anayasa değişikliği istiyorlar. Örneğin; 25 yaş meselesinde maddenin lafını yanlış yazdıkları için değişiklik yapmanın imkanı kalmıyor.
Bu arada CHP yılların deneyimli kadrolarını hep birlikte devreye soktu. Onlar neredeyse oyun oynuyorlar AKP ile.
(...)
Bu arada AKP kendi içinde huzursuz bir parti görünümü veriyor.
Bülent Arınç sorunu hâlâ daha sürüyor. Bu arada partinin ‘ağırbaşlı devlet adamı’ sıfatına en uygun isim olan Abdullah Gül, lüzumsuz bir inatlaşma yüzünden yıpratıldı ve üzüldü.
Başbakan’ın ise suratından düşen bin parça. TBMM Genel Kurul salonu dışında etrafta fazla gözükmemeye dikkat ediyor gibi.
Ama tabii ki AKP de kendisini bir süre sonra toparlayacak. Türkiye gerçeğini bir daha düşünme imkanını bulmuş olacak.
Akşam, 8.5.2007
|
Serdar TURGUT
09.05.2007
|
|
|
AK Parti kapatılır mı, “Yok canım daha neler” mi? |
“Erken seçimi hangi tarihte yapalım, yaylacıların, erbâb-ı plâjın ahvali ne olacak, tek sandık mı çift sandık mı” patırtıları arasında şimdilik pek hâtıra gelmeyen taş gibi bir olguyla karşı karşıyayız.
Anayasa Mahkemesi 27 Nisan günü Meclis’in yaptığı Cumhurbaşkanlığı oylamasının ilk turunu geçersiz saydı ve toplantı yeter sayısının üçte iki, yani 367 olması gerektiğini hükme bağladı. O dakikadan itibaren kararın siyasi yansımaları ile meşgul olduğumuz için işin hukuki tarafı henüz gündeme gelmedi. Zaten bilebildiğim kadarıyla Mahkeme, 1 Mayıs’ta aldığı tarihi karar hakkında gerekçelerini henüz açıklamadı. Mahkeme’nin web sitesindeki basın açıklamaları butonunda konuyla ilgili tek metin, Baykal ve Erdoğan’ın Mahkeme kararıyla ilgili yorumlarına gösterilen kurum tepkisinden ibaret. Sitenin basın açıklamaları kısmında ise, Mahkeme’nin otopark girişi hakkında Hürriyet gazetesinin geçen sene yaptığı habere verilen bir cevap bulunuyor.
Mahkeme’nin web sitesinde henüz yer almamış görünüyorsa da bu karar, öyle zannediyorum ki, kuruluşundan bu yana geçen 45 sene zarfında aldığı en mühim ve kritik karardır; zira bu kararla Evren hariç (çünkü onun oylaması pek demokratik ve çoğulcu bir ortamda yapıldığı için üzerine tüy bile kondurulamaz!) Özal, Demirel ve Sezer’in Cumhurbaşkanı sıfatı ile yaptığı bütün işlemler tartışmalı hale gelmiş bulunuyor. Kararın gelecekteki işlemleri bağladığı kesin ise de mâkabline şâmil olup olmadığını da bilmiyoruz; büyük ihtimal geriye yürütülmeyecektir ve o zaman ilk turda sadece 281 oy alabilen Sayın Ahmet Necdet Sezer’in 1 Mayıs 2000 tarihinde 314 oyda kaldığı için 2. tur oylamadan sonra çekilip çekilmeyeceğini soran gazetecilere, “Çekilmeyi düşünmüyorum. Bunları nereden çıkarıyorlar anlamıyorum” şeklindeki beyanı tarihi bir hâtıra olarak kalacaktır, zira bilindiği gibi Abdullah Gül, önceki gün 357 oy almasına rağmen çekilerek, kendince bir başka içtihat kapısı aralamıştı!
Basit seviyede yurttaşlık bilgisi dersi görmüş herkes biliyor ki bir hukuk devletinde mahkeme kararlarına herkes uymak, saygı göstermek zorundadır; ancak itaat ve saygı şartlarının ötesinde bir de tenkid müessesesi var. Bu müessese, sadece hukukçu akademisyenlerin mesleki dergilerde kaleme alacakları ilmi tahlillerden ibaret değil; memleketin bilumum kıraathanelerinde, evlerde, özel sohbetlerde, çarşıda, pazarda, maçta, otobüste, işlerinde vatandaş kendi cirmince bu kararı ölçüp biçiyor ve hakkında bir hüküm veriyor. Çoğunluğu itibariyle mahkeme kararının sıradan vatandaşların vicdanında pek de müsbet yankılara yol açmadığını bilmek için müneccim olmaya lüzum yok.
1 Mayıs 2007 tarihi, Cumhuriyet’in tarihinde önemli bir gün oldu. Bugünün gençleri, çok zaman sonra bu tarihi, “oyunun tam ortasında kuralların değiştirildiği gün” olarak hatırlayacaklardır.
Şimdi bir belirsizlik gayyâsında debelenmekteyiz: Öyle bir fiili durum ortaya çıktı ki, ülkenin en muteber hukukçuları bile, iki gün sonrasını görmekte zorlanıyorlar. Anayasa ve kanunların öngördüğü süreçler birbirine karıştı. Yeni cumhurbaşkanının hangi tarihte, kim tarafından, nasıl seçileceğini; seçimlerin hangi tarihte ve hangi usulle yapılacağını kimse bilmiyor. Hukuk, öngörmeye yarar diye biliyorduk halbuki!..
Ve halk arasında bugünlerde gezinmekte olan bir dedikodudan bahsetmeliyiz son olarak: “Taş gibi Anayasa maddesi (102 kasdediliyor) işlemez hale getirildikten sonra bunların, önümüzdeki günleri iktidar partisini mahkemeye verip kapattırmamaları için sebep yok” deniliyor. Bazıları bu hususta, “Kapattırırlar! Yok canım kapattıramazlar, daha neler” diye iddiaya bile girmekteler. “Kapattırırlar” diyenlerin tezi şu: “Seçimde en az % 50 oy alacağı bilinen bir partiyi seçime sokmak akıl kârı mıdır?”
Benim aklım karıştı; biraz da sizinki karışsın bakalım.
Zaman, 8.5.2007
|
Ahmet Turan ALKAN
09.05.2007
|
|
|
5+5 Fazilet’i çatlatmıştı, AK Parti’yi de çatlatıyor |
Cumhurbaşkanı seçme usulünü değiştirmeyi amaçlayan 5+5 girişimi, bundan yedi yıl önce de denenmişti. O dönem Süleyman Demirel’e oy verilip verilmemesi konusunda Necmettin Erbakan-Recai Kutan çizgisindeki reel siyasetçiler ile ilkesel duruş sergileyen ideolojik çekirdek arasındaki çatlak, AK Parti’yi kuran süreci hızlandırmış, ona yol açmıştı.
O dönem Meclis’teki Fazilet grubunda ilkesel-ideolojik duruş sergileyip, sonra AK Parti kuruluşunda Tayyip Erdoğan’la birleşen ekibin öncüleri arasında Abdullah Gül, Bülent Arınç, Abdüllatif Şener, Mehmet Ali Şahin gibi isimler vardı.
Bugün, AK Parti’de reel siyaset çizgisini Tayyip Erdoğan temsil ediyor denebilir. Erdoğan’ın manevra alanının ilkesel-ideolojik duruşta ısrarlı olan ‘Pabuç bırakmayalım’ grubu tarafından daraltıldığını söylemek mümkün. AK Parti içinde reel siyasetçiler ile ideologlar arasında bir duruş farklılığı yaşandığı son tartışmalar sonucu gözle görülür hale geldi. Farklılığın parti içinde bir çatlağa, belki bölünmeye yol açıp açmayacağı AK Parti’nin iç meselesi. Ancak bu farklılığın ülkedeki gerilimi artırıp artırmayacağı herkesin sorunu ve kontrolü Erdoğan’a düşüyor.
Radikal, 8.5.2007
|
Murat YETKİN
09.05.2007
|
|
|
Demokrat Parti! |
İsim dediğin nedir ruh yaşamadıkça! Demokrat Parti cumhuriyet tarihimiz için nostaljisi olan, umut veren bir oluşum. Benim yaşımda olup, Demokrat Parti’nin iktidarını yaşamamış vatandaşlarımıza bile heyecan veren büyük bir kitle hareketi.
Demokrat Parti’nin sağ seçmen açısından AK Parti’ye alternatif olma ihtimali var. Yeter ki Demokrat Parti ruhunu yaşatabilsin.
Mehmet Ağar’ı şahsen çok severim. Uzlaşmacı, sakin, cesur bir imajı var bende. Ancak 27 Nisan cumhurbaşkanlığı seçiminde gösterdiği tavrı izah etmesi gerekiyor. Demokrat Parti geleneğine gönül veren milyonları ikna etmeli. Benim gibi kırılmış gönüllerin teselliye ihtiyacı bulunuyor. 22 Temmuz seçimleri çok hareketli geçecek. Sandıktan kim çıkacak, Meclis aritmetiği ne olacak kestirmek ne mümkün. Ne yalan söyleyeyim, eğer Ak Parti’nin karşısında bir arayış varsa bunun adresi CHP değil, Demokrat Parti olsun isterim.
Hiç olmazsa ülke polemikten, kargaşadan uzak kalır.
Bugün, 8.5.2007
|
Mehmet Ali ILICAK
09.05.2007
|
|
|
DP başarılı olursa... |
Bu birleşme yarı yolda kalmaz, taraflar birbirlerine içtenlikle el uzatırlarsa, yeni adıyla DP’nin şansı ve Türk demokrasisine katkısı büyük olur.
1. DP’nin en etkin işlevi, sağ kanatta nereye oyunu vereceğini bilemeyen ve daha da önemlisi, oyunun kaybolmasını istemeyenlere adres teşkil etmesi olacak. AKP’ye karşı bir seçenek konumuna girecek. Ayrıca gelecek seçim sonrasında TBMM’de merkez sağ muhalefeti oluşturacak. Türk siyaseti, büyük çoğunluğa sahip bir AKP’ye teslim olmayacak. Sağlıklı bir denge kurulabilecek.
2. DP, sağdaki oyları toplama şansına sahip olacak. Bundan da en çok, MHP ve Genç Parti etkilenecektir. Başka seçenek bulamadıkları için bu iki partiye giden ılımlı oylar DP’ye dönecektir.
3. DP’nin oy çalacağı bir diğer kesim de, eğer birleşmezlerse, sol kanat olacaktır. Liberal oyların bir bölümü, AB yanlısı ve laik DP’yi tercih edecektir. Bu durumda, solda birleşme baskıları daha artacaktır.
Özetle, Ağar-Mumcu ikilisi tüm dengeleri etkileyecek bir adım attılar. Türkiye’nin demokrasisi ve rejimine ince ayar yaptılar. Yeni bir süreç başlattılar.
Posta, 8.5.2007
|
Mehmet Ali BİRAND
09.05.2007
|
|
|
Ali Bulaç: AKP kapatılabilir |
Siyasi çevrelerde konuşulanlara bakılır ise AKP’nin kapatılması gündeme gelebilir. Bülent Arınç zaten son 1 yıl içindeki açıklamalarıyla elinden geleni yapıyor. Hukukçuların şu anda AKP hakkında delil topladığı öne sürülüyor. Bu iddialar aslında çok geniş çevrede yankılanıyor, mesela; İslami kesimin entelektüel yazarlarından Ali Bulaç birkaç gün önce yaptığı röportajda bakın ne dedi;’ “..Başka stratejiler de geliştiriliyor. Mesela AK Parti’yi kapatma davası. Dosya tekamül etmiş durumda. Evet, AK Parti’nin oylarının yükselmiş olduğu kuvvetli bir ihtimal. Ama şöyle bir gerçek de var: Seçmen korkar. ‘AK Parti’ye yüklenirseniz kapatırız’ mesajı çok güçlü bir şekilde verilirse böyle bir şeyden seçmen korkar.”
Akşam, 8.5.2007
|
Güler KÖMÜRCÜ
09.05.2007
|
|
|
|