YÖK ve üniversitelerle ilgili her hafta skandal niteliğinde haberler çıkıyor. Lord Acton’un genellikle siyasi iktidar için kullanılan “İktidar yozlaştırır, mutlak iktidar mutlaka yozlaştırır” hükmünün üniversiteler için de geçerli olduğu anlaşılıyor.
Bugün üniversiteler, rektörler ve YÖK etrafında teşekkül eden mutlak iktidarın yarattığı mutlak bir yozlaşma içindedir. Bu yozlaşma, evvela taşrada başlamıştı. Rektör ve etrafındaki bir hizbe üniversiteyi kurmak, “korumak ve kollamak” misyonları verilince, dışarıda kalan herkesin hukukunu elinden alan “olağanüstü hal” uygulamasıyla mutlak bir iktidar ve mutlak bir yozlaşma yaşandı. Bu anlayış, zamanla YÖK marifetiyle merkezdeki köklü üniversitelere da taşınmaya başladı. Artık bir takım gelenekleri ve üniversiter kimlikleri olduğu varsayılan üniversitelerde de, otoriter rektörler ve keyfilikler olağan hale geldi.
Durumun vahametini ifade etmek için sizlere yaşanmış birkaç hadiseyi anlatayım. İlkinde birkaç sene önce bir dostumla, Ankara’daki bir devlet üniversitesinin rektörünü ziyarete gittik. Söz, rektörle dostumun müşterek eski arkadaşlarına geldi. Rektör, “Bana muhalefet ediyorlarmış, benim yetkilerimi iyi okusunlar, iki dudağımın arasındalar, onları her an sürebilirim” dedi. Çıkınca rektörün yetkilerini araştırdım, rektör haklıydı. Her şey iki dudağının arasındaydı. Fakat bunun böyle ulu orta söylenebilmesi, mevzuatın ötesinde bir zihniyet meselesine işaret ediyor.
İkinci hadise, üniversiteler üzerine yapılan bir anket sunumunda yaşandı. Ankette bir çok soru olmasına rağmen, akademik özgürlüklerle ilgili hiç soru olmaması dikkatimi çekti. Sebebini sordum ve beni hayrete düşüren şu cevabı aldım. “Üniversitelerde akademik özgürlüklerle ilgili bir problem yok.” Bunu söyleyebilen akademisyenlerin, otoriterlikten ve yozlaşmadan rektörler kadar sorumlu olduğu açıktır.
Bu konuşmadan sonra akademik özgürlüklerle ilgili bir çok hak ihlaline şahit olduk. Öyle ki, o gün böyle bir problemi inkar edenler, bugün kendilerine yönelik ihlaller karşısında, akademik özgürlüklerden bahseden yazılar yazmaya başladılar. Çünkü mensubu oldukları üniversitenin rektörü değişti. Son günlerde ise, önce Gazi Üniversitesi’nde Atilla Yayla’ya, sonra Ankara Üniversitesi’nde Baskın Oran’a ders yasağı getirildi. Gazi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi bu kararını hemen uygularken, Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi rektörlük kararına uymadı ve Oran derslerine girmeye devam etti. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin rektörlük kararına direnişi, bize iktidar ve mutlak iktidar karşısında da akademik özgürlüğün savunulabileceğini gösterdiği için bilhassa takdire şayandır.
Üniversiteler iç yapılarında giderek otoriterleşir, farklı görüşten hocalara baskı uygularken, dışarıda da araştırma ve eğitim misyonundan koparak siyasi faaliyetler yönelmekteler. Otoriter ve hatta cuntacı gruplarla işbirliği halinde, siyasi partivar” tavır takınan bazı üniversiteler, şimdi de 14 Nisan’da AK Parti ve Tayyip Erdoğan aleyhtarı bir yürüyüşe katılma kararları alıyorlar. Üniversiteleri mono blok demokrasi düşmanı göstermeye çalışan bu tavırlar karşısında, üniversiteler sessiz kalmaya devam mı edecekler, yoksa sahiden reşit kimliklerini ilan ederek özgürlüğü mü savunacaklar? Hurşit Tolon gibi anti-demokratik zihniyetli bir emekli generalin Gaziantep Üniversitesi’nde öğrenciler tarafından “darbe istemiyoruz” diye protesto edilmesi, SBF’nin Baskın Oran’a sahip çıkması, üniversitelerden ümitvâr olmamıza yol açıyor.
Bugün, 11.4.2007
|