Bugüne kadar kamukoyununa açıklamadım. Öylesine sırlı 1 insanım ki: size açıklamadığım öyle esrarengiz huylarım, öyle tuhaf âdetlerim, öyle gizli kapaklı telli dosyalarım, akla hayale gelmeyecek ajandalarım, siyah-beyaz film koleksiyonum, kutusu boşalmış yasemin çaylarım- Bi yandan ‘Amma sorunlu yazarmış yani bu!’ diye sırtınızda yumurta küfesi olmak istemiyorum, diğer yandan da Gizemli 1 Kişiyim işte, ne yapsam çözemiyorum.
Sizlere ağırlık yapmasın diye açıklamamıştım: Yalnızca boş durmayı sevmiyor değilim. Boş duramıyorum. Durunamıyorum. (Adeta: Faltaylı)
İşte şimdi Fil (Bülentersoy vari) Hakikâtler:
Ayağınızı yere sıkı basın. Şaşırtıcı evet ve fakat 1 o kadar da gönendirici.
318’den yargılandığım günlerdi. Kerinçsiz Sirk Takımı mahkememi basmış, bir buçuk saat kadar beni ve yakınımdakileri kuşatma altında tutup ağza/burna alınmayacak küfürlerle taciz etmiş, Sultanahmet Adliyesi koridorlarında yaşanan bu güzellikleri durdurmasını talep ettiğimiz (Adliye’nin güvenliği ve idaresinden sorumlu) İstanbul Cumhuriyet Başsavcı Yardımcısı Bay İsmibendesaklı, “Toplumsal eylemlere müdahale edemiyoruz. Kitlenin gösteri hakkına saygılıyız” yollu bu harikûlade Linç Atmosferi’nin devamını, yani bizim tehdit/küfür ve hakaretlerle mahkeme öncesi ve sonrası bir güzel ‘benzetilmemizi’ ihtimamla temin ettirmişti.
Aferin hem ona! Hem de Adliye Koridorlarında ‘kitlenin gösteri hakkına’ maksimum saygıyı gösteren polis yetkililerine! Maksat benim tehdit edilmemse, maksat Sirk Takımı’nın ultra nasyonalist dişlerini gösterip deli açması zırvalıklarını (megafonlarla filan) bağırması ise, bu ‘hassasiyetle’ yaptırılmıştı. Yetkililer ‘kitlenin’ (derin kütle mi demeliyim?) hassasiyetlerini dışasaçımını yazdığı 1 yazı yüzünden (Vicdani Red Bir İnsan Hakkıdır!) yargılanan bir yazarın adil bir yargılanma ‘ortamında’ bulunması gerekliliğinden daha mühim bulmuştu ki, öyle yapmıştı.
Ama 1 sarsıntı yarattı bende anlaşılan o Linç Atmosferi! Belki de 1 Askeriye’ye özel duygular silsilesi ateşlemesi. Zira suçduyurum bizzat Genelkurmay tarafından yapılmış! ‘Halkı askerlikten soğutmak’tan yargılanıyorum. (318 yani boru değil, borazan.)
E, psikoloji diye bi şey var.
Günlerce evde hummalı 1 ateşle yattıktan sonra yavaş yavaş yatağımda doğruldum. Baktım hemen oracıktaki boş boş durmakta olan defterleri günlük günlük/aylık aylık/yıllık yıllık doldurmaktayım. Durunamaksızın.
Kendimi Oramiral Özden Örnek sanaraktan!
Bu nasıl bi savunma mekanizmasıdır? Bu nasıl bir saldıranla özdeşleşip kendini onun yerine koyma halidir? Bu nasıl bir ateştir? Gerçekçiliktir? Öyle hummalı bir tempoda birkaç ay boyunca emekli bir oramiral edasıyla yazma krizidir?
Sizi temin ederim tüm bunlar beni aşar. Türk Psikiyatristler Kurultayı toplansın, incelesinler günlükleri, teşhisi onlar koysunlar.
O kadar özenli bir çalışmaydı ki, kamukoyunuyla paylaşmadan da edemedim. Şimdi ROMAN desem roman değil, TRAVMA desem o değil herhalde; ÖZDEŞLEŞME denilip geçilecek gibi de değil. Öylesine özenli, gerçekçi, başarılı bir çalışma. Satır satır. Kanaviçe içe.
Zira bakıyorsunuz adeta Oramiral Özden Örnek konuşmuş, ben yazmışım. Bu kadar mı detay olur, hakikatlilik olur, tutarlılık olur, devamlılık olur, incelik olur, ayar olur; darbecilik zaten her zaman olur.
Şimdi ben gerçekten bu işin atla deve yapılmasını da anlayamıyorum.
Neymiş? Bi babayiğit/anayürek savcı yok muymuş da işin aslını astarını sormayacak mıymış? Eğer hakkaten Oramiral yazdı ise; o ve onun darbe (2 kere) yapma arzusu ile yanıp tutuşan (tabii hepsi benim muhayyilemin oyunları) meslektaşı Orgeneral Eruygur’un TCK’nın 309’uncu maddesinden (‘Anayasa’yı ihlale teşebbüs’) yargılanmaları gerekmiyor muymuş? Muş muş.
Adama ‘O-HA’ derler! (OHAL’e de vali ederler.) Sanki bu memlekette darbe yapmak suç!
Kenan Evren’i (ve yan generallerini) başımıza taç etmişken, üniversiteli gençliğimizden hayvansever köşeyazarımıza ‘Darbe! Yar bize 1 darbe!’ diye inlerken, 1 elinde Kuran 1 elinde Nutuk meydandolduramayan televizyon sahiplerimiz ‘Darbeleyin Alla’sen’ mitingleri düzenlerken, işi bu olan (darbe yapmak yani) 2 generalimizin yargılanmasını talep etmek abesle iştigalin- Hatta işgalinin- Ayıp oluyor mu hanımlar, beyler: Mazlum-Der’in Ankara’da yaptığı suç duyurusunu da, Çocuk Yıldızlar Partisi’nin Başkanı Tunacık Beklediviç’in Türkiye Cumhuriyeti’nin ennn davaperver savcılarını bünyesinde barındıran Şişli Başsavcılığı’na yaptığı suç duyurusunu da ‘yabancılamadan’ edemiyorum ve 1,2,3 Komplo Kokusu alıyorum. Yakıştıramadım, kısacası.
Adalet, önce again, Hakkın rahmetine kavuşacaktır, her 2 başsavcılık da ‘yetkisizlik’ gerekçesiyle dosyayı Şanlı Genelkurmayımız’a aynen iadesiz taahhütleyecektir. Bir vatansathısavaşçısı, ordu sevdalısı olarak inanıyorum.
İsmet Berkan da Hitler’in günlüklerinin onca zahmetle (git bul o zamanların mürekkebini/kâğıdını/kale-mini/defterini; çalış Hitler yazı örneklerini) yazılmasının arkasında süpersüper paralar vardı, bunca emek niye savrulur, bu günlükler sahte ise kimin ne işine yarayacak ve deli posteki sayar gibi bunları yazmakla kim inci ince uğraşacak’a getirdi 1 yazısında. Melul mahsun.
‘Posteki saymak’ meselesini zaten açtım.
Bi de Türk filmlerinde ‘maksatsız kötülük’ vardır. Benimkisi ‘maksatsız bir faaliyet’ idi en fazla fazla.
Asıl Bakırköy Başsavcılığı doğru yolda. Hem Nokta’nın 318’den yargılanması en doğrusu, hem de 318’den yargılandıktan sonra, kişilerin bambaşka özzzdeşleşmelerle doğru askeri yolu bulacağına dair inancı ‘intact’ (kabzasında) tutmak.
Kamukoyununa verdiğim geçici kafa karışıklığından ötürü özrü, borç bilirim.
Radikal, 8.4.2007
|