Birkaç gün önce 2004 yılındaki darbe girişimleriyle ilgili olarak şunları şöylemiştik: “Türkiye garip bir ülke… Darbeyle burun buruna gelmiş hükümet hâlâ iktidarda… O dönem darbe hazırlıklarına karışmış birçok general hâlâ görevde… Peki, yazarların, düşünürlerin, gazetecilerin her satırında askere, devlete hakaret arayan ve 301’den soruşturmalar açan savcılar, 2004’deki darbe girişimi ve Özden Örnek’in günlükleriyle ilgili neden harekete geçmiyor?”
Başbakan da aynı soruyu sormuş ve eklemiş: Yargı görevini yerine getirmiyor…
Evet, darbe girişimi ağır bir suçtur…
Türk Ceza Kanunu’nun 309’uncu maddesi, “Cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edenler”in “ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası” ile cezalandırılmalarını öngörür.
Başbakan’ın hedefi olduğu bir darbe konusunda yargıyı uyarması, savcıların hareket geçmesini istemesi de “önemli”dir ve “gerekli”dir…
Kaldı ki savcıların hareket geçmesini beklemek bu ülkede yaşayan çok sayıda vatandaşın arzusu ve beklentisidir.
Demokratik hukuk devletlerinde bu tür gayrimeşru girişimlere yanıtı yargı vermelidir, verebilmelidir.
Ancak Türkiye’nin güçler dengesi ve deneyimleri dikkate alınırsa, bu beklentinin, darbe girişimlerinin açığa çıkarılması ve cezalandırılması için “yeterli olmadığı” görülür…
Zira benzer durumlarda savcıların attıkları adımlar yanlı olmakla suçlanmış ve söz konusu savcıların başına gelmedik kalmamıştır.
Bir dönemler Kenan Evren hakkında soruşturma açan Adana Savcısı sadece sıkıntılı durumlarla düşmekle kalmamış, basın ve kamuoyu tarafından hafife alınmıştır.
Son olarak Şemdinli davasına bakan ve iddianameyi hazırlayan savcının başına gelenler ortadadır; savcının meslek hayatı askeri kişi ve yapılara uzanan sorular ve araştırmalar bu savcının meslekten men edilmesiyle son bulmuştur.
Peki “yeterli adım” ne?
Yeterli adım “hem yürütme hem yasama gücünün hareket geçmesi, siyasi alanı ve demokrasiyi korumak için kendi imkânlarını devreye sokması”dır…
Genelkurmay Başkanlığı, Başbakan’a bağlı ve ona karşı sorumlu olan idari bir birimdir. Kendi sorumluluk alanında ve özellikle bu konuda idari soruşturma başlatma yetkisi Başbakan’a aittir. Başbakan, Susurluk Hadisesi’nde dönemin Başbakanı’nın yaptığı gibi Başbakanlık Teftiş Kurulu’nu harekete geçirebilir.
Aynı konuda AK Parti ya da diğer bir parti grubu veya milletvekilleri “Meclis araştırması” talebinde bulunabilir. Böylece yasama hareket geçip gerek soruşturma yoluyla gerek yaptırım açısından “devletin iç yapısında temizlik turu” atmaya girişebilir…
İki koldan yürütülecek böyle bir arındırma çalışmasından sonra ele geçecek, savcılara aktarılacak yeni bulgularla birlikte, yargı gücü etkin hale gelir ve gelmek durumda kalır…
Siyasi cesaret, yüreklendirme ve irade olmadan, yargıdan tek başına harekete geçmesini beklemek gerçekçi değildir…
Laf kolay…
Zor olan icraat…
Siyasi partiler, Meclis ve Başbakan önce kendi üzerine düşeni yapsınlar bir bakalım…
Türkiye’nin tek meselesi cumhurbaşkanlığı seçimi değil. Gündem de sadece siyasi aktörlerin bu seçimi istedikleri yönde atlatmak için yaptıkları hesaplardan oluşmuyor.
Yeni Şafak, 5.4.2007
|