Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 06 Nisan 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Başbakan üzerine düşeni yapsın…

Birkaç gün önce 2004 yılındaki darbe girişimleriyle ilgili olarak şunları şöylemiştik: “Türkiye garip bir ülke… Darbeyle burun buruna gelmiş hükümet hâlâ iktidarda… O dönem darbe hazırlıklarına karışmış birçok general hâlâ görevde… Peki, yazarların, düşünürlerin, gazetecilerin her satırında askere, devlete hakaret arayan ve 301’den soruşturmalar açan savcılar, 2004’deki darbe girişimi ve Özden Örnek’in günlükleriyle ilgili neden harekete geçmiyor?”

Başbakan da aynı soruyu sormuş ve eklemiş: Yargı görevini yerine getirmiyor…

Evet, darbe girişimi ağır bir suçtur…

Türk Ceza Kanunu’nun 309’uncu maddesi, “Cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edenler”in “ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası” ile cezalandırılmalarını öngörür.

Başbakan’ın hedefi olduğu bir darbe konusunda yargıyı uyarması, savcıların hareket geçmesini istemesi de “önemli”dir ve “gerekli”dir…

Kaldı ki savcıların hareket geçmesini beklemek bu ülkede yaşayan çok sayıda vatandaşın arzusu ve beklentisidir.

Demokratik hukuk devletlerinde bu tür gayrimeşru girişimlere yanıtı yargı vermelidir, verebilmelidir.

Ancak Türkiye’nin güçler dengesi ve deneyimleri dikkate alınırsa, bu beklentinin, darbe girişimlerinin açığa çıkarılması ve cezalandırılması için “yeterli olmadığı” görülür…

Zira benzer durumlarda savcıların attıkları adımlar yanlı olmakla suçlanmış ve söz konusu savcıların başına gelmedik kalmamıştır.

Bir dönemler Kenan Evren hakkında soruşturma açan Adana Savcısı sadece sıkıntılı durumlarla düşmekle kalmamış, basın ve kamuoyu tarafından hafife alınmıştır.

Son olarak Şemdinli davasına bakan ve iddianameyi hazırlayan savcının başına gelenler ortadadır; savcının meslek hayatı askeri kişi ve yapılara uzanan sorular ve araştırmalar bu savcının meslekten men edilmesiyle son bulmuştur.

Peki “yeterli adım” ne?

Yeterli adım “hem yürütme hem yasama gücünün hareket geçmesi, siyasi alanı ve demokrasiyi korumak için kendi imkânlarını devreye sokması”dır…

Genelkurmay Başkanlığı, Başbakan’a bağlı ve ona karşı sorumlu olan idari bir birimdir. Kendi sorumluluk alanında ve özellikle bu konuda idari soruşturma başlatma yetkisi Başbakan’a aittir. Başbakan, Susurluk Hadisesi’nde dönemin Başbakanı’nın yaptığı gibi Başbakanlık Teftiş Kurulu’nu harekete geçirebilir.

Aynı konuda AK Parti ya da diğer bir parti grubu veya milletvekilleri “Meclis araştırması” talebinde bulunabilir. Böylece yasama hareket geçip gerek soruşturma yoluyla gerek yaptırım açısından “devletin iç yapısında temizlik turu” atmaya girişebilir…

İki koldan yürütülecek böyle bir arındırma çalışmasından sonra ele geçecek, savcılara aktarılacak yeni bulgularla birlikte, yargı gücü etkin hale gelir ve gelmek durumda kalır…

Siyasi cesaret, yüreklendirme ve irade olmadan, yargıdan tek başına harekete geçmesini beklemek gerçekçi değildir…

Laf kolay…

Zor olan icraat…

Siyasi partiler, Meclis ve Başbakan önce kendi üzerine düşeni yapsınlar bir bakalım…

Türkiye’nin tek meselesi cumhurbaşkanlığı seçimi değil. Gündem de sadece siyasi aktörlerin bu seçimi istedikleri yönde atlatmak için yaptıkları hesaplardan oluşmuyor.

Yeni Şafak, 5.4.2007

Ali BAYRAMOĞLU

06.04.2007


 

Darbenin savcısı

Darbenin savcısı..

Savcının darbesi..

Önceki gün...

Amerika’nın etkili gazetesi Washington Post...

Türkiye’deki rejimi nasıl tanımlıyor?

Ordu merkezli, yarı-otoriteryen bir siyasi sistem.’ Nokta Dergisi, 29 Mart tarihli sayısında ne yaptı?

Deniz Kuvvetleri Eski Komutanı Oramiral Özden Örnek’e ait olduğu öne sürülen notlar yayımladı.

O notlardaki iddia neydi?

Bu notlarda, kuvvet komutanları ve jandarma komutanının AK Parti’ye karşı ‘Sarıkız’ ve ‘Ayışığı’ adlı iki ayrı darbe planladığı, ancak dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün bu girişimlere karşı çıktığı iddia edilmişti.

***

Başbakan ne diyor?

Önceki gün..

Halep’e giderken..

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ‘emekli Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Özden Örnek’in 2004’te AK Parti’ye karşı iki ayrı darbe planlandığı’’ iddialarına ilişkin olarak ‘’yargının gerekeni yapması gerektiği’’ni söylüyor.

Başbakan, soruşturmaya haberin yayımlandığı Nokta dergisinden başlanması gerektiğini de vurgulamakta...

***

Soruşturmayı kim yapacak?

Ya da...

Şöyle soralım...

Demokratik bir ülkede darbe iddiasını kim soruşturur?

Cevap başbakandan...

‘Savcılıklara ciddi manada görev düşüyor. Ama onlardan ses yok. Derginin haberini ihbar kabul edip yetkililerinin çağrılması lazım’ demekte...

***

Başbakan...

‘Savcılardan ses yok’ deyince...

Tabii gazeteciler de soruyor:

‘Yani yargı görevini yapmıyor mu?’

Soruya Başbakanın cevabı şöyle:

‘Şu anda öyle.’

***

Başbakan sonra devam ediyor:

‘Belgelendirme olduğu andan itibaren sivil birimleri de ilgilendiriyorsa, yargı oraya da bunu havale eder. Sivilde devam eden bir süreçse, o zaman sivilde bulacak.’

Aslında Başbakan’ın usulca işaret ettiği ‘askeri yargı’ ve ‘sivil yargı’ ayrımı var ya...

Bu da savcıların sessizliği kadar garip bir konu.

Çağdaş bir hukuk devletinde...

Doğal hukuk vardır...

Yani askeri yargı olmaz...

Askeri mahkeme var ise sadece disiplin konularına bakar... O kadar.

Halbuki...

Bizde hem askeri Yargıtay...

Hem de askeri Danıştay var.

Doğal hukuk...

Ve doğal hakim sürecinden bu kadar sapınca...

Darbe iddiaları da sessizce geçiştiriliyor.

***

Doğrusu...

Ben de...

Sürekli olarak...

Darbeyi...

Andıçı...

Askeri vesayeti durup dinlenmeden konuşmaktan hem bıktım hem de usandım.

Bunu epey bir süredir yüksek sesle söylüyorum da...

Peki çare?

Başbakanla aynı fikirdeyim...

Bu yargının işi.

Bunu da epeydir söylüyorum.

***

Ancak...

Epeydir söylediğim bir başka konu daha var.

O da...

Van Savcısının meslekten ihracı.

O yolu kim açtı?

İzni veren Adalet Bakanı.

Ve biz askeriyenin hoşlanmadığı bir iddianame için savcıları meslekten men eden bir ülke olduk.

Üstelik siyasal iktidarın yeşil ışığıyla.

***

Darbe iddiası olunca...

Savcılar susuyor.

Çünkü...

Askeriyeden söz eden Van Savcısının...

Mesleki hayatını...

Sivil siyasetçinin darbesi bitirdi.

Yani...

Washington Post’un rejim tanımını sivil iktidar da kabul edince...

Susmak sıradan..

Konuşmak aykırı hale geliyor.

O zaman da, ‘darbe hazırladığı’ söylenenler için bile...

Savcıların harekete geçebilmesi için...

Başbakanın ‘hadi’ demesi gerekiyor.

Star, 5.4.2007

Mehmet ALTAN

06.04.2007


 

06.04.2007


 

Yedi yıl önce bugün

Yedi yıl önce bugün Meclis’te 5+5 oylaması vardı.Süleyman Demirel’in dokuzuncu cumhurbaşkanlığının sona ermesine 40 gün kalmıştı. Parlamentoda çoğunluğun oyunu alacak bir aday ismi henüz ortaya çıkmamıştı. Türkiye, birkaç aydır, Başbakan Bülent Ecevit’in ve bir ölçüde koalisyon ortağı MHP lideri Devlet Bahçeli’nin desteklediği, ilhamını Çankaya’dan alan bir formülü tartışıyordu.

Bu siyasi formül, ‘5+5’ şeklinde ifade ediliyor ve Anayasa’nın 101’inci maddesinin değiştirilerek, cumhurbaşkanının 7 yıllığına ve bir kez seçilmesi yerine, beş yıllığına seçilmesi ve ikinci kez seçilmesine de imkân verilmesini anlatıyordu. Anlaşma sağlanırsa Demirel, onuncu cumhurbaşkanı olarak da seçilerek Çankaya’da kalacaktı.

ANAP lideri Mesut Yılmaz, planı destekliyor görünse de, çoğunluk Yılmaz’ın bir yolunu bulup kendisinin Çankaya’ya çıkmak istediğini biliyordu. Meclis’in kırılgan dengeleri içinde Anayasa değişikliği için gerekli oya ulaşılabileceği kuşkulu idi. Pazarlıklar böyle başlamıştı.

Refah Partisi 28 Şubat süreci ardından kapatılmış, Fazilet Partisi kurulmuştu. FP yönetimi, parti kapatmalara ilişkin 69’uncu maddenin, Necmettin Erbakan’ı özel olarak kollamak üzere değiştirilmesini şart koştu. Milletvekilli maaşlarına zam yapacak şekilde Anayasa’nın 86’ncı maddesi de pakete dahil edildi. Böylece 101, 69 ve 86’ncı maddeler birlikte oylanacaktı.

Anayasa değişikliği için 29 Mart 2000’de yapılan ilk tur oylama, Demirel cephesinde soğuk duş etkisi yaptı. Kabul oyları Anayasa değişikliği sınırının çok altındaydı. Gözler 5 Nisan’da yapılacak ikinci tur oylama ve oylamada kilit önem taşıyacağı anlaşılan FP’ye çevrilmişti.

Ancak Erbakan ve ekibinin Demirel’i cumhurbaşkanı yapma karşılığında, paçayı kurtarma pazarlığına girmesi, zaten 28 Şubat sürecinden, 1997’den itibaren işin artık böyle gitmeyeceğini gören ‘Yenilikçi Hareketi’ rahatsız etmişti. Grup Başkanvekili Bülent Arınç, Erbakan’ın dış politika yıldızı ve devlet bakanı Abdullah Gül, Maliye Bakanı Abdüllatif Şener, yine Grup Başkanvekili Salih Kapusuz, ayrıca Abdülkadir Aksu, Cemil Çiçek gibi isimler artık siyasi geleceklerinin Erbakan’ın kişisel selametine bağlanmasını istemiyorlardı. İstanbul’un karizmatik belediye başkanı Tayyip Erdoğan, dört ay hapis cezasını tamamlamış ve kendisine sahip çıkmayan merkezden bağımsız siyasi hazırlıklara başlamıştı. Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek hareketin içindeydi.

İkinci tur oylamanın yapıldığı 5 Nisan günü, FP grubu ortadan ikiye bölündü. Demirel’i yeniden Çankaya’ya taşıyacak 5+5 formülünün çökmesinde, ANAP’ın sözünde durmamasından etkili unsur, FP’deki Yenilikçilerin, Erbakan’ı çileden çıkaran toplu hareketi olmuştu.

Gül zaten 8 Mart’ta Arınç ve Şener ile düzenlediği basın toplantısıyla 14 Mayıs’taki Kongre’de Erbakan’a karşı adaylığını açıklamıştı. 5 Nisan oylaması, Yenilikçileri hızlandırdı. Kongre’de ‘Hoca’nın 633 oyuna karşın 331 oy toplamayı başardı. Bölünmenin tabana yansıması kaçınılmazdı. FP’nin de kapatılmasıyla Erbakan, sağ kolu Recai Kutan’a Saadet Partisi’ni kurma yetkisi verdi. 20 Temmuz 2001’de kurulan Saadet Partisi içinde yeri olmayan Yenilikçiler, 14 Ağustos 2001’de Adalet ve Kalkınma Partisi’ni Erdoğan liderliğinde kurdular.

Gül’ün 14 Mayıs 2000 Kongresi’nde yaptığı konuşma, AK Parti’nin ideolojik yöneliminin ana hatlarını belirliyordu. Teşbihte hata olmaz; Milli Görüş hareketi, İslamcı poltikalar açısından Avrupa’daki komünist partilerin yaklaşımına denk ise, Yenilikçi hareket Avrupalı sosyalist, ya da sosyal demokrat partilere denk sayılabilirdi.

İlginç olan, AK Parti’nin post-modern askeri darbe sayılan 28 Şubat sürecinden, Milli Görüş’ün bazı kadroları tarafından çıkarılan dersler üzerine inşa edilmesiydi. Arınç’ın “Beni 28 Şubat AB’ci yaptı sözü” aslında çok şey açıklıyordu.

AK Parti’nin kopuşunu getiren son damla, cumhurbaşkanlığı seçimi tartışması olmuştu.

28 Şubat’ı yöneten Demirel’e oy vermeyen Yenilikçiler, Anayasa Mahkemesi Başkanı Ahmet Necdet Sezer’e oy vermekten çekinmemişlerdi. Bu, bir anlayış değişikliğini de gösteriyordu.

Şimdi AK Parti, yedi yıl önce kendi kopuşundaki son damlaya vesile olan cumhurbaşkanlığı seçiminin yenisi karşısında bir sınav veriyor. Erdoğan’ın yalnızca değişik kesimlerden aldığı nabızdan değil, kendi partisini doğuran süreçten çıkaracağı sonuçlar da var mutlaka.

Radikal, 5.4.2007

Murat YETKİN

06.04.2007


 

Savcılar harekete geçerken Van Savcısı’nı hatırlıyorlardır!

Bu ülkede ne zaman üst düzey bir yetkili, bir bakan ya da başbakan, savcıları göreve çağırsa aklıma o meşhur Şemdinli davası savcısı geliyor. Bu adamcağızın tek suçu, bir hayli karanlık, şaibeli ve tehlikeli bir hadiseyle ilgili ülkede herhangi bir savcının yazabileceği türden biraz elektrikli bir iddianame kaleme almaktı.

Sonra ne olduğunu hepimiz biliyoruz. Baklava çalan çocukları ömür boyu hapisle yargılamak isteyen savcıların olduğu bir ülkede, atılan bombalar, ölen kişilerin olduğu bir davayla ilgili iddiada bulunmak isteyen bir savcıya, mesleği zehir edildi. Eski Van Cumhuriyet Savcısının mesleği elinden alındı.

Bırakın avukatlık yapmayı, mahkemede mübaşirlik bile yapamayacak hale getirildi bu insan. Şimdi Başbakan Erdoğan çıkmış, Genelkurmay andıçı ve bir emekli generale ait olduğu ileri sürülen bir günlükle ilgili savcıları göreve çağırıyor. Şu ana kadar bu çağrıya cevap veren bir hareket de yok... Van savcısına kimse sahip çıkmadı. Şemdinli davasından sonra acaba hangi gözü kara, yürekli savcı çıkıp da geleceğini ateşe atma cesareti gösterebilir? Yeri geldiğinde zehir gibi açıklamalar yaparak yargı kararları ile ilgili pek de güzel açıklamalar sayın Adalet Bakanı da, iş Şemdinli’ye geldiğinde ìben karışmamî diyerek işin içinden bir güzel sıyrılıvermişti. O yüzden Sayın Başbakan, herkese eşit adalet uygulanmadıkça boş yere savcıların kendiliğinden harekete geçmesini beklemeyin bu ülkede.

Bugün, 5.4.2007

Nuh GÖNÜLTAŞ

06.04.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004