Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 21 Mart 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Haberler

Vazifemiz, Allah namına sevmek

Risâle-i Nur Enstitüsü’nün Bediüzzaman Haftası dolayısıyla tertiplediği “Toplumsal Barış İçin Sevgi” başlıklı panel geçtiğimiz Pazar günü gerçekleştirildi. İstanbul-Lütfi Kırdar Kongre Sarayındaki panelin açılışında bir konuşma yapan Yeni Asya gazetesi imtiyaz sahibi Mehmet Kutlular, insanların vazifesinin, canlıları Allah namına sevmek ve korumak olduğunu vurguladı.

18 Mart’ın, Çanakkale Zaferinin 92. yıldönümü olması sebebiyle konuşmasına şehitleri anarak başlayan Kutlular, “Çanakkale şehitleri de bizim şehitlerimiz. O ruh bizim ruhumuz. O ruh, Kur’ân nurudur, o ruh iman nurudur. Onlar bu mukaddes dâvânın, aynı zamanda bu vatanın uğruna hayatlarını vermişlerdir. Said Nursî de o ruhun devamı olan ve aynı ruhu taşıyan bir insandı” dedi.

Cenâb-ı Hakk’ın isimlerinden birinin Vedud olduğunu hatırlatan Kutlular, sevgi ve muhabbet anlamına gelen bu ismi anlayabilmemiz için Cenâb-ı Hakk’ın bize sevgi hissi verdiğini ifade etti.

Bediüzzaman’ın “Kalp ayine-i Samettir” sözünü de konuşmasında dile getiren Kutlular, “Kâinattaki varlıkları Cenâb-ı Hak özene bezene yaratmış. Elbette yarattığını sevecek. Biz de yarattıklarının en değerlisiyiz insan olarak. Muhatab-ı İlâhî, halife-i arzız. Bütün varlıkları da Allah bizim etrafımızda toplamış, bize hizmet ettiriyor, bize itaat ettiriyor. O zaman bu muhabbet ve sevgi mutlaka Allah namına olmalıdır. Çünkü Cenâb-ı Hak o sevgiyi kendisinden başkasına tahsis etmemizi istemiyor” dedi. Sevdiklerimizi Cenâb-ı Hak namına sevmemiz gerektiğini, bunun da mânâ-i harfî diye tabir edildiğini belirten Kutlular, “Bizde ‘Ne güzel’ yok. ‘Ne güzel yaratılmış’ var. Yani yaratıcıyı unutmadan, yaratıcı namı hesabına, O’nun yarattıklarını sevmektir mü’minin görevi” sözleriyle konuşmasını sürdürdü.

Kutlular, Peygamber Efendimizin ‘Habibullah’ sıfatına da atıfta bulunduğu konuşmasında, Bediüzzaman Said Nursî’nin ‘Kâinat ağacının en mükemmel meyvesi’ olarak tarif ettiği Peygamber Efendimizin Mi’raç’ta Cemalullah’ı, Cenneti, Cehennemi görerek bizlere hakikati getirdiğini anlattı.

Yunus’un dediği gibi, yaratılanı Yaratandan ötürü sevdiğimiz zaman insan olarak bu varlıkların en antika san’atı hükmüne geçeceğimizi ifade eden Kutlular, “Yeryüzü bir sergidir. Cenâb-ı Hak o kadar nimetleri sermiş oraya bizim için. Ve bütün varlıkları da bizim emrimize tahsis etmiş. Bunun şükrünü eda etmek de, her şeyi Allah’ın yarattığı san’atlı varlıklar olarak görmek ve bilmek, onlara sevgi, şefkat, merhametle yaklaşarak, insanca muamele etmektir” dedi.

Tuğ: Allah, sevgisinin aksetmesini ister

Risâle-i Nur Enstitüsü’nün düzenlediği “Toplumsal Barış İçin Sevgi” başlıklı panelin ilk konuşmacısı Prof. Dr. Salih Tuğ, Allah’ın rahmet ve muhabbet üzere insanları yarattığını ve bu sevginin aksetmesini istediğini anlattı.

Sevginin, insanların kaybettiği ve peşinde koşmak için gayret sarf etmediği konulardan biri olduğunu ifade ederek konuşmasına başlayan Prof. Dr. Tuğ, “Bildiğiniz gibi hadislerin de yardımıyla anladığımıza göre insan eşref-i mahlûkat olarak yaratılmıştır. Bu eşref-ül mahlûkat olması onun diğer yaratılmışlardan, canlı ve cansız diğer yaratıklardan farklı bir şahsiyete, karaktere ve özelliğe sahip olmasını gerektirir” dedi.

İnsanın sevgi, merhamet ve muhabbeti kendi nefsinde cem etmesi gereken bir varlık olduğunu konuşmasında ifade eden Tuğ, “Maalesef toplumda, tarihte, günümüzde ve gelecekte insan Allah ile olan irtibatını, Peygamberimiz tarafından bize emanet bırakılan son dinin de gereklerini terk etmek, bir kenara koymak suretiyle kopararak bu sevgi ve muhabbetten mahrum olmak suretiyle adeta canavarlaşabiliyor” şeklinde konuştu.

Vakkasoğlu: Evler sevgi okulu olmalı

Konuşmasına Çanakkale Savaşı’nda yer alan Hulusi Efendi’nin bir hatırasıyla başlayan Eğitimci-Yazar Vehbi Vakkasoğlu da, “Çanakkale ruhundan haberdar olsak, Çanakkale’de yaşananların satır aralarını, perde arkalarını birazcık aralasak, Ermeni soykırımı ve bu millete yüklenen bütün zulüm iddialarının en güzel cevaplarını vermiş olacağız. Ve o ruhla ruhlandığımızda değil okuldaki öğrencilerimiz, tabiatın akılsız sandığımız diğer parçaları bile aşkla, şevkle, yaratılış çizgilerinde harikalar yapacaklar” dedi.

Bediüzzaman’ın, “Mesleğimizin dört esasından biri şefkattir” sözünü de konuşmasında aktaran Vakkasoğlu, “Babaca şefkati, daha kolayı, annece şefkati biz yüreklerimizden taşırsak çocuklarımız değil, hayvanlarımız bile şahlanacaklar Allah’ın izniyle. Ama o yürek nasıl sağlanacak? İşte hepimiz bunun görevlisi olmamız lâzım” şeklinde konuştu.

Anne babaların, kullarını sevgisiyle yaratan ve sevgi dolu bir gönül veren Cenab-ı Hakkla kopmaz bir iletişimi kurmasının önemine değinen Vakkasoğlu, baba-anne bunu yaptığında okuldaki öğretmenin işinin kolaylaşacağını belirtti.

Bulaç: Tüketim toplumu sevgiyi istismar ediyor

Çağımızda hemen herkesin dilinde sevgi kavramı olmasına rağmen gerçekte hayatın kurgusunda bu sevginin hiçbir belirtisinin görülmediğine dikkat çekerek sözlerine başlayan Gazeteci-Yazar Ali Bulaç da, “Bazı ideolojiler, fraksiyonlar, ‘Biz insan sevgisinden hareket ediyoruz’ iddiasında bulunuyorlar. Gerçekte etrafa yaydıkları, hınç, öfke ve husûmetten başka bir şey değil” dedi. Kapitalizmin küreselleşmesiyle ortaya çıkan ve kültürü değersizleştiren tüketim toplumunda da en çok kullanılan, istismar edilen değerlerden bir tanesi sevgi olduğunu söyleyen Bulaç, Sevgililer Günü, Anneler Günü, Babalar Günü ile her sene insanların tüketime, hatta günaha dâvet edildiğini söyledi ve “Burada bir problem var, bu problemin kaynağına inmek gerekir” dedi.

Bulaç, sevginin hayatımızda gerektiği kadar önem arz etmemesinde, tesirini göstermemesinde, geleneksel edebiyatımızda sevgiye yüklediğimiz anlamın da olumsuz payı olduğunu söyledi ve buna dair örnekler aktardı.

Ülsever: 21. yüzyıl dışı süsledi, içi boşalttı

“Eğer biz her şeyin bir bütün olduğunu kavrayamazsak, o bütünlüğü kavrayamazsak sevginin anlamını çözmemiz mümkün değil” diyen Gazeteci-Yazar Cüneyt Ülsever de bu sonuca Bediüzzaman’ı okuyarak vardığını vurguladı.

Bediüzzaman’ın 20. yüzyılın en büyük mütefekkirlerinden biri olduğunu söyleyen Ülsever, “Ve ilginç olan yönü, sadece bir din adamı olarak değil, örneğin ekonomi alanında ve benim için daha da ilginci, epistemoloji, bilim felsefesi alanında yazdıkları karşısındaki duygularımdır biraz evvel ifade ettiğim cümleye beni götüren” dedi.

Bediüzzaman’ın ekonomiyle ilgili görüşlerini okumaya başladığında çok şaşırdığını söyleyen Ülsever, “Batının bir Max Weber’i varsa bizim de Bediüzzaman’ımız var ama biz bunun farkında değiliz. Daha 1900’lü yılların başında üretimin önemini, istihdamın önemini, refahın önemini, insanlıkla refah arasındaki ilişkiyi inanılmaz açık ve berrak bir şekilde yazan bir insan o” dedi.

20. yüzyılın bilim anlayışına getirdiği eleştirilerle de Bediüzzaman’ın kendisini çok etkilediğini anlatan Ülsever, Said Nursi’nin, 20. yüzyıl bilimini, nedensellik üzerine kurulu oluşu ve bir şeyin ruhuna inmiyor oluşu sebebiyle eleştirdiğini dile getirdi.

Ülsever konuşmasında ayrıca, 21. yüzyıla, ‘dışı bezerken, içi boşlattı’ eleştirisini yöneltti.

Güleçyüz: Çanakkale’de

entelektüelimizi kaybettik

Panelde, demokratikleşme sürecinde muhabbetin yeri üzerine bir sunum yapan Gazeteci-Yazar Kâzım Güleçyüz de Bediüzzaman’ın konuyla ilgili sözlerinden örnekler aktardı. Konuşmasına Çanakkale şehitlerini anarak başlayan Güleçyüz, “Çanakkale’de şehit düşen, kendileriyle birlikte en güzel hayallerini de topraklara gömen o insanlar, o kahramanlar Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle aynı zamanda birer muhabbet fedaisiydi. Her şeyle barışık. Kendiyle barışık, Rabbiyle barışık, bütün varlıklarla tefekküre dayalı güzel bir iletişim kurabilen bir iman. Muhabbet fedailiğinin kaynağında böyle bir iman yatıyor” dedi.

Çanakkale’de şehit düşen insanların büyük bir ekseriyetle entelektüel, iyi yetişmiş insanlar olduğunu belirten Güleçyüz, “Onlar şehit düşmeyip cepheden sağ dönmüş olsalardı bugün sanıyorum Türkiye’nin manzarası çok daha değişik olurdu. Ve bugün seksen yıldır, yetmiş yıldır yaşayageldiğimiz demokratikleşme problemleri, devlet-millet kaynaşması noktasında yaşadığımız problemler çoktan çözülmüş olurdu ve belki böyle bir problem yaşanmamış olacaktı” şeklinde konuştu.

Türkiye’de 2007 yılına gelindiğinde geride birçok ihtilâlin, tek parti döneminin ve demokrasiyi inkıtaa uğratma olaylarının görüldüğünü hatırlatan Güleçyüz, bunların temelinde sevgisiz, kendi insanını tehdit olarak gören zihniyetin yattığını ifade etti.

“Bediüzzaman Hazretlerini ortaya koymuş olduğu hayat felsefesine dönüp baktığımız zaman, eserlerinde pırıl pırıl bir dünya görüşü var. Yaradılanı hoşgördüm Yaradandan ötürünün ötesinde bütün varlıklara sevgiyle bakan, Yaratıcının san’at eserleri olarak bakan ve kucaklayan, onları Yaratıcıdan mesajlar taşıyan varlıklar olarak okumaya çalışan bir iman tefekkürünü kazandırıyor” diyen Güleçyüz, bunun sosyal hayata yansımalarının da ‘İman tevhidi ortaya koyar, vahdet-i itikat da vahdet-i içtimaiyeyi netice verir’ sözüyle ifade edildiğini anlattı.

Ulusoy: Sevgi bir histen ibaret değildir

Birey, aile ve toplum çerçevesinde iletişim ve sevgi konusunu anlatan Psikiyatrist Dr. Mustafa Ulusoy ise, sevginin bir histen ibaret olmadığını ve iman ile kişinin hem kendinin hem öteki insanların değerini anladığını ifade etti.

Sevgiyle ilgili kafa karışıklıklarının en önemlilerinden birinin, sevginin histen ibaret zannedilmesi olduğunu söyleyen Ulusoy, “Birisini, bir varlığı seviyor olmak, ona sadece kalbimizde sevgi hissi taşımak değildir. Bu Yaratıcıyla ilişkide de böyledir. Nitekim Âl-i İmran’da Kur’ân, ‘De ki, Allah’ı seviyorsanız bana tabi olun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı affetsin’ der ve bizi Allah’ı sevmenin sadece kalbimizde taşınan, hissedilen bir hissin ötesinde, O’nun isteğine göre yaşamak olduğuna işaret eder” dedi.

“İman edip güzel işler yapanlar için Rahman gönüllerde bir sevgi vücuda getirir” âyetini de konuşmasında aktaran Ulusoy, iman, salih amel ve sevginin birbiriyle bağlantılı kavramlar olduğuna dikkat çekti.

İnsanın öncelikle kendisiyle ilişki kurduğunu ve bunun biçiminin diğer varlıklarla kuracağı ilişkinin biçimini belirlediğini söyleyen Ulusoy, “Yaratıcısız ilişkide şöyle bir tablo ortaya çıkar, ‘ben kendime malikim’ der. Kendine ve kendi dışındaki her şeye arzularına göre bir anlam biçer. dedi.

Ulusoy, kişinin kendini Yaratıcıyla ilişkili tanımlamasının ise, kendimize değerli olduğumuzu hissettirdiğini ifade ederek, “Psikolojideki çok klasik bir bilgi şudur, eğer biz değerli olduğumuzu bilemiyor ve hissedemiyorsak başkasını sevemeyiz. İlişki kurma zorlukları yaşayan insanların temel özellikleri, kendi varlıklarının değerliliği konusunda ciddi sorunlar yaşamalarıdır. Bu yüzden, iyi bir ilişkinin olmazsa olmazı kişinin kendisine verilen varlığın değerli bir şey olduğunu hissedebilmesidir. İşte sahih ve nitelikli bir ilişkide imanın devreye girdiği yer tam da burasıdır” şeklinde konuştu.

Naciye KAYNAK

21.03.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler

Başlıklar

  MEB, Sezer’i uyardı

  Nevruz alarmı

  Erdoğan: Nevruz sevinç günüdür

  KKTC’de tokalaşma krizi

  Yargıda "Seçim" krizi

  Meclisteki faaliyetlere seçim düzenlemesi

  TBMM lojmanlarının yıkımında engel kalmadı

  Orman yağması sürüyor

  Topbaş, İETT arazisinden 1 milyar dolar bekliyor

  Varlıklar âleminde insan

  Vazifemiz, Allah namına sevmek

  86 yaşında kimlik çıkardı

  Sosyal güvenlikte 2. kez erteleme sinyali

  Açılmayı beklerken eskidi

  Ormanlarımız tehlike altında

  Profesyonel apartman yöneticiliği yaygınlaşıyor

  Meslek öğrenmede engel tanımıyorlar

  Yoksullara yardım eli

  Türkiye “su fakiri’’ olma yolunda ilerliyor

  Yazın aşırı sıcak yok

  Haremüşşerif heyeti İsrail’e gitti

  Acele istimlâk kararı

  ÖSS ücretini yatırmada bugün son gün

  Polis Kolejine öğrenci alınacak

  İsrafa karşı musluk contası


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004