|
|
|
MEB, Sezer’i uyardı |
Yükseköğretim Kurulu’nun (YÖK) yeni kurulan 15 üniversiteye rektör ataması girişiminin, anayasaya ve yasalara aykırı olduğu bildirildi. Milli Eğitim Bakanlığı, yeni kurulan 15 üniversiteye kurucu rektör atanmasına ilişkin yazılı bir açıklama yaptı. YÖK’ün 15 yeni üniversiteye kurucu rektör ataması girişiminin Anayasa’ya ve yasalara aykırı olduğu vurgulanan açıklamada, “Hukuk devletinde Anayasa ve yasalardan alınmayan hiç bir yetkiyi hiç kimsenin veya kurumun kullanamayacağı açıktır” denildi.
Açıklamada, Hükümet tarafından kurulan 15 yeni devlet üniversitesinin kurucu rektörleri ile ilgili olarak yapılan yasal düzenlemenin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildiği, ancak henüz gerekçeli kararın yayımlanmadığı hatırlatıldı. 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 13. maddesinin, kurulu bulunan, bütün organları teşekkül etmiş olan eski üniversitelere rektör ataması ile ilgili olarak gerekli düzenlemeyi yaptığı ancak yeni kurulan üniversitelere nasıl rektör atanacağının bu maddede düzenlenmediği belirtildi. Açıklamada, söz konusu 13. maddede, “Devlet üniversitelerinde rektör, profesör akademik ünvanına sahip kişiler arasında görevdeki rektörün çağrısı ile toplanacak üniversite öğretim üyeleri tarafından seçilecek adaylar arasından Cumhurbaşkanı tarafından atanır. Rektörün süresi 4 yıldır. Süresi sona erenler aynı yöntemle atanabilirler. Ancak iki dönemden fazla rektörlük yapılamaz...” ifadelerinin yer aldığı kaydedildi.
YÖK’ün 15 yeni üniversiteye kurucu rektör atanmasının Anayasa’ya ve yasalara aykırı olduğunun vurgulandığı açıklamaya şöyle devam edildi:
“Anayasa Mahkemesi’nin yeni kurulan üniversitelere rektör atamasını düzenleyen yasayı iptal ve yürürlülüğü durdurma kararından sonra konu ile ilgili yasalarda boşluk devam etmektedir. Yani henüz mahkeme süreci tamamlanmamıştır. Yeni bir yasal düzenlemenin yapılması için, mahkeme sürecinin tamamlanması gerekmektedir.
Halen 15 yeni üniversiteye YÖK tarafından tedviren rektör ataması yapılmış olup, iş ve işlemler buna göre yürütülmektedir. Hal böyle iken YÖK’ün 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 13. maddesine dayanarak söz konusu 15 üniversiteye rektör ataması girişimi kesinlikle Anayasa’ya ve yasalara aykırıdır. Hukuk devletinde Anayasa ve yasalardan alınmayan hiçbir yetkiyi hiç kimsenin veya kurumun kullanamayacağı açıktır.
Bütün bu gerekçeler ışığında YÖK’ün tesbit edip, Sayın Cumhurbaşkanı’na arz ettiği isimler arasında kurucu rektör ataması yapılırsa, bu kişilerin rektörlüğü ile ilgili olarak meşruiyet tartışmasının da gündeme geleceğini kamuoyuna saygıyla duyururuz.”
|
/ ANKARA
21.03.2007
|
|
|
Nevruz alarmı |
Bugün gerçekleşecek Nevruz kutlamalarıyla ilgili emniyet birimleri alarma geçti. İstanbul Valisi Muammer Güler, Nevruz kutlamalarında kimsenin kamu düzenini bozacak hareketlere tevessül etmemesini isteyerek, ‘’Bu tür hareketleri yapanlar, sonuçlarına da katlanır’’ dedi.
Güler, İstanbul İl Jandarma Komutanı Kurmay Kıdemli Albay Ünal Karaosmanoğlu ve Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah’la birlikte İstanbul Valiliğinde düzenlediği basın toplantısında, şehirde yapılacak Nevruz kutlamalarına ilişkin alınan güvenlik önlemlerini açıkladı. Nevruz’un, valilik tarafından hazırlanan çeşitli etkinliklerle önceki yıllarda olduğu gibi bu sene de Sultanahmet Meydanı’nda kutlanacağını belirten Güler, tüm vatandaşları bu kutlamalara davet etti. Ülkenin her yerinde büyük bir coşkuyla kutlanan Nevruz’u, bir bayram coşkusundan çıkarıp, gerginliklerin kaynağı gibi kullanmaya ve gölge düşürmeye çalışanların çabalarının da üzüntüyle izlendiğini kaydeden Güler, şöyle dedi: “Yaklaşan Nevruz öncesi terör örgütlerince, ilimizin bazı bölgelerinde korsan gösteriler, toplu taşıma araçları ile park halindeki araçlara yönelik taş ve molotofkokteyli atmak suretiyle zarar vermeye yönelik eylemler yapılmıştır. Güvenlik güçlerimizin düzenlediği operasyonlar sonucu, hazır molotofkokteylleri ve maskeler ele geçirilmiştir. Bu eylemleri gerçekleştirdikleri tesbit edilen 89 kişi yakalanmış ve sevk edildikleri adli makamlarca 39 kişi tutuklanmıştır.’’ İstanbul’da Nevruz kutlamaları süresince güvenlik tedbirlerinin en üst seviyede planlandığını ve provokatif eylemlere izin verilmeyeceğini vurgulayan Güler, huzurlu bir İstanbul için vatandaşları provokatif hareketlere karşı duyarlı olmaya davet etti.
Diyarbakır’da da Nevruz kutlamalarının düzenleneceği alanda hazırlık yapıldı, tedbirler alındı.
Diyarbakır Nevruz Tertip Komitesi’nin Diyarbakır Valiliği’ne kutlamalar için yaptığı başvuru kabul edildi. Tertip komitesinin izin dilekçesinde yer alan, bazı pankart ve dövizlerin kullanılmasına izin verilmediği belirtildi. Güvenlik birimleri, bu tarz pankartların toplumsal barışa zarar vereceği ve provakatif olaylara neden olacağı gerekçesiyle kabul edilmediğini söyledi. Valilik, bu tip pankartların kullanılmasına izin verilmeyeceğini belirterek, 2911 sayılı toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanunun aykırı olduğu için izin verilmediğini açıkladı.
|
/ İSTANBUL
21.03.2007
|
|
|
Erdoğan: Nevruz sevinç günüdür |
AKP Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, nevruzun sevinç günü olduğunu ifade ederek, ‘’Bu sevince gölge düşürmek, bu sevinci kullanarak milletimizi kutuplara bölme çabaları, milletimizle ruh ve gönül birliği taşımamaktır’’ dedi.
Erdoğan, partisinin TBMM grup toplantısında yaptığı konuşmada, Nevruz Bayramını devlet ve millet olarak hep birlikte kutlayacaklarını ifade ederek şunları söyledi:
‘’Bugünkü yaklaşımla, binlerce yıllık bir çevre günü olarak da yorumlayabileceğimiz nevruz, bizim yaradılana, canlılara bakışımızı, bütün mahlûkat ile uyum ve ahenk içindeki hayat felsefemizi anlatır. Toprağın uyanışını, suların çağıldayışını müjdeler. Baharın gelişini müjdeleyen bugünün esas mesajı sevgidir, barıştır, kardeşliktir. Burada yakılan ateşe farklı anlamlar yükleyenler olabilir. Aslında burada yakılan ateş ruhlardaki şiddetin ve öfkenin sembolü değil, aksine sevginin, dostluğun, kardeşliğin kandilini temsil etmelidir. Dinî ve milli günlerimizin yanı sıra, toplumsal kültürümüzün bir parçası olan Nevruz da bir sevinç günüdür. Bu sevince gölge düşürmek, bu sevinci kullanarak milletimizi kutuplara bölme çabaları, milletimizle ruh ve gönül birliği taşımamaktır. Hiçbir vatandaşımızın böyle bir yaklaşım içerisine girebileceğine ihtimal bile vermek istemiyorum. Ama sorumluğumuzun gereği olarak herkesin basiretini dikkatli olmaya davet ediyorum. Ortak bir vatana, ülkeye, bayrağa, istiklale, Türkiye Cumhuriyetine sahip olmanın, bu devletin vatandaşı olmanın onurunu, şerefini, 73 milyonluk vatandaşımızla birlikte yürekten paylaşıyoruz. Hakkari’den Çanakkale’ye, Kars’tan İzmir’e kadar sevinçlerimiz de üzüntülerimiz de birdir. Bu mukaddes miras Allah’ın izniyle hepimize yeter. Sevinçlerimize gölge düşürmek isteyen, bayramlarımızı mateme çevirmek isteyen hiçbir güç bu kardeşlik ruhumuzu zedelemeye muktedir olamaz.’’
“Bel fıtığı olanlar Çankaya'ya çıkamaz”
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’a göndermede bulunarak, “Malûm, bel fıtığı oldum ben. Bel fıtığı olanlar Çankaya’ya çıkamaz” dedi. Başbakan Erdoğan, AKP grup toplantısı için geldiği Meclis’te gazetecilerin ‘Sizi Cumhurbaşkanı olarak görebilecek miyiz?’ sorusuna, imalı bir cevap verdi. Erdoğan, CHP lideri Baykal’ın ‘Çankaya yokuşu diktir, fıtıkla çıkılmaz’ sözlerine göndermede bulunarak, “Malûm bel fıtığı oldum ben. Bel fıtığı olanlar Çankaya’ya çıkamaz” diye konuştu.
|
/ ANKARA
21.03.2007
|
|
|
KKTC’de tokalaşma krizi |
Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri (KTBK) Komutanı Korgeneral Hayri Kıvrıkoğlu’nun, KKTC Başbakanı ve Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) Genel Başbakan Ferdi Sabit Soyer’e, CTP’nin Pazar günü yapılan 21. kurultayında İstiklâl Marşının okunmaması ve şehitler için saygı duruşunda bulunulmaması sebebiyle karşılaştıkları bir toplantıda “elini sıkmayarak” tepki gösterdi.
Tarihe “Kanlı Noel” olarak geçen 21 Aralık 1963’teki katliâmda, eşi ve 3 çocuğu banyo küvetinde Rumlar tarafından öldürülen Emekli Tabip Tuğgeneral Nihat İlhan’ın onuruna önceki gece verilen dâvette, Korgeneral Kıvrıkoğlu ile Başbakan Soyer arasında “tokalaşma krizi” yaşandı. Kıvrıkoğlu, Soyer’in “elini sıkmayarak” kurultaydaki durumu protesto etti. Soyer, dâvette Korgeneral Kıvrıoğlu”nun yanına gelerek komutanın elini sıkmak istedi, Korgeneral Kıvrıkoğlu, Soyer’le tokalaşmayarak, CTP kurultayındaki durumu protesto etti. Kıvrıkoğlu’nun, Soyer’e, “CTP kurultayında İstiklâl Marşını neden okumadınız? Şehitler bu davaya hizmet etti, ancak siz onların anısına saygı duruşu bile yapmadınız. Bununla da yetinmeyip kurultayı şehitler gününe denk getirdiniz” dediği, Soyer’in de “Kalbimizde yatıyor, Türklüğümüzden kuşkunuz mu var?” karşılığını verdiği, Kıvrıkoğlu’nun da Soyer’e, “Madem öyle, kanıtlayın o zaman” ifadesini kullandığı öğrenildi.
“Gücümüzü halktan alırız”
Soyer, olayın Pakistan Eğitim Bakanı Cavid Eşref Gazi’nin de bulunduğu bir ortamda meydana gelmesinin üzücü olduğunu ifade ederek, bunun yanlış olduğunu söyledi.
Soyer, olayın, Türkiye’deki seçim tartışmasının KKTC’ye yansıması olduğunu belirterek, “Türklüğümüzden hiç kimse kuşku duyamaz. Biz Atatürkçüyüz” dedi.
Soyer, “Biz gücümüzü halktan alırız, halk iradesine dayanırız. Bu çerçevede icazetle bu makamlarda oturmayız. Bu noktada demokrasimizi, Atatürk’ün açıklıkla belirttiği gibi, egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur, halkındır egemenlik. Bu noktadaki pozisyonumuzu da Atatürk’ün bu vecizesi doğrultusunda sonuna kadar hassasiyetle koruyup geliştireceğimize inanıyoruz” diye konuştu.
|
/ LEFKOŞA
21.03.2007
|
|
|
Yargıda "Seçim" krizi |
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK), Kurul’un tabii üyesi Adalet Bakanlığı Müsteşarı Fahri Kasırga toplantıya katılmadığı için Yargıtay ve Danıştay’a üye seçemedi.
HSYK’nın geçen hafta aldığı aldığı karar doğrultusunda Yargıtay ve Danıştay’dan HSYK’nın 5 üyesi dün saat 10.00’da toplantıya geçti. Ancak, toplantıya Kurul’un Başkanı Adalet Bakanı Cemil Çiçek ile Kurul’un tabii üyesi Adalet Bakanlığı Müsteşarı Fahri Kasırga katılmadı. Cemil Çiçek’in, Kurul toplantısına katılmaması halinde yerine HSYK’nın en kıdemli yedek üyesinin katılımı ile Kurul gündem maddelerini görüşebiliyor. Toplantıya, Müsteşar Kasırga katılmadığı için gündem maddeleri görüşülemedi. Kasırga, yerine bir müsteşar yardımcısını da görevlendirmediği için toplantı için gerekli olan koşul oluşmadı.
HSYK’nın daha önce aldığı karar doğrultusunda, Kurul’un her hafta salı ve perşembe günleri yapılan toplantılarında seçime ilişkin gündem maddesi geçilmediği sürece diğer gündem maddelerini görüşmeyeceği bildirildi. Yargıtay’da 23, Danıştay’da ise 6 üyelik boş bulunuyor. HSYK Başkanvekili Yargıtay Üyesi Mahmut Acar, üye tam sayısıyla toplanması gereken Yüksek Kurul’un, Adalet Bakanlığı Müsteşarı Fahri Kasırga’nın gelmemesi nedeniyle toplanamadığını ve çalışmasını sürdüremediğini belirterek, ‘’Bu konuda sorumlular hakkında yasal gereğinin yapılması açısından tutanak da düzenlenmiş ve imza altına alınmıştır’’ dedi.
|
/ ANKARA
21.03.2007
|
|
|
Meclisteki faaliyetlere seçim düzenlemesi |
4. Olağan Öğrenci Meclisi Toplantısı, Mayıs ayının son haftası TBMM’de yapılacak. Alınan bilgiye göre, TBMM Başkanı Bülent Arınç, önümüzdeki günlerde AKP, CHP ve ANAVATAN Meclis grup başkanvekillerini toplantıya çağırarak, cumhurbaşkanı seçimi sürecinde alınması gereken tedbirleri görüşecek.
Bu çerçevede, cumhurbaşkanı seçimine ilişkin sürecin başlayacağı 16 Nisan’dan 16 Mayıs’a kadar TBMM’de yapılması öngörülen bazı faaliyetler, daha sonraya bırakılacak, bazıları ise yapılmayacak. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı faaliyetleri çerçevesinde 15 Nisan’da halk koşusu ile 22 Nisanda halk yürüyüşü her yıl olduğu gibi bu yıl da yapılacak. 1. Meclisten başlayacak ve Atatürk Spor Salonunda sona erecek halk yürüyüşüne TBMM Başkanı Bülent Arınç da katılacak. Mayıs ayında yapılması planlanan ancak cumhurbaşkanı seçimi sürecine denk gelen diğer bir faaliyet, “milletvekili olimpiyatları” da bu seneye mahsus olmak üzere iptal edildi. Bu arada, bu yıl dördüncüsü yapılacak olan Öğrenci Meclisi toplantısı da bir ay ertelendi. 21 Nisanda yapılması öngörülen toplantının, Mayıs ayının son haftasında TBMM’de gerçekleştirileceği bildirildi.
|
/ ANKARA
21.03.2007
|
|
|
TBMM lojmanlarının yıkımında engel kalmadı |
TBMM lojmanlarının yıkımı ile ilgili dava sürecinde mahkeme, Behruz Çinici’nin başvurusuna istinaden aldığı yıkımın durdurulması konusundaki “ihtiyati tedbir” kararını, Toplu Konut İdaresi’nin (TOKİ) başvurusu üzerine kaldırdı.
Lojmanların mimarı Behruz Çinici’nin açtığı davaya istinaden konutların yıkımı konusunda ihtiyati tedbir kararı veren Ankara 3. Fikri ve Sınai Haklar Mahkemesi, TOKİ’nin itirazı üzerine, 13 Mart’ta, ihtiyati tedbir kararını kaldırdı. TOKİ yetkilileri, inşaata başlanması için herhangi bir engel kalmadığını, inşaat alanının temizlenmesinden sonra çalışmaların başlayacağını söylediler. Yetkililer, mahkemenin bundan sonra “yıkımına karar verilen veya yıkılan binalar konusunda mimarın telif hakkının bulunup bulunmadığına” karar vereceğini belirtirken, bilirkişilerin “kültür varlığı olarak tescil edilmeyen yapılar konusunda mimarın telif hakkının bulunmadığı” yönünde görüş bildirdiğini kaydettiler.
Yıkımı tamamlanan lojmanların inşaat süreci konusunda bir engel kalmazken, Behruz Çinici ile TOKİ arasında telif ve hakaret nedeniyle iki ayrı tazminat davası sürecek.
|
/ ANKARA
21.03.2007
|
|
|
Orman yağması sürüyor |
Türkiye Ormancılar Derneği Genel Başkanı Mustafa Yumurtacı, Türkiye’de ormanların hızla yağmalandığını söyledi. Çevre ve Orman Bakanlığınca yürütülen ormancılık faaliyetlerini ‘’yetersiz’’ bulduklarını ifade etti.
Yumurtacı, şöyle devam etti: “Biz karamsar bir örgüt değiliz ama ormanlarımızla ilgili hiçbir iyi gelişme göremiyoruz. Yaylalarda muazzam yapılaşma var. Bu orman yağması anlamına geliyor. Bu yapılara izin verilmeye çalışılıyor. Bu orman yağmasıdır. 2B sebebiyle orman yağması artıyor. Bu konu gündemde tutulduğu sürece de orman yağmasının, kaçak yapılaşmanın önüne geçilemez. İstanbul’daki devlet ormanları göz göre göre yağmalanmaya devam ediyor. 3. köprü için istimlak başladı. Kuzeydeki ormanların korunacağı söyleniyor ama o bölgede çalışmalar hızla sürüyor.’’
Yumurtacı, ‘’Acaristanbul’’daki villalar yıkılsa bile mevcut yapı nedeniyle benzerlerinin ortaya çıkacağını ileri sürdü. Bu duruma, özel ormanlarda yapılaşma konusundaki yönetmeliğin 2005 yılında değiştirilmesinin yol açtığını savunan Yumurtacı, ‘’Yönetmelikte yüzde 6’lık yapılaşmaya sosyal tesisler, yollar dahil edilmiyor. Bu da inşaat oranını artırıyor’’ diye konuştu. Yumurtacı, şöyle konuştu:’’Ormancılığımız, geçmişte olduğu gibi bugün de politik söylemlere kurban ediliyor. ‘350-400 bin hektar alanda ağaçlandırma yapıyoruz’ demek Türk halkını aldatmaktır. Bakanlığın elinde 350-400 bin hektar alanı ağaçlandıracak fidan bulunmuyor. Fidanlıkların kapasitesi, belirtilen rakamların yarısını karşılayamaz. Tespitlerimize göre, bakanlık bu yıl sadece 25 bin hektar alanı ağaçlandırabilir.’’
21 Mart Dünya Ormancılık Günü
ve Haftası, etkinliklerle kutlanıyor
Çevre ve Orman Bakanlığınca bu yıl 400 bin hektar alanda ağaçlandırma yapılacağı bildirildi. Derlenen bilgilere göre, Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından erozyonla mücadele ve ağaçlandırma çalışmaları kapsamında, 2005 yılında 175 bin, 2006’da 300 bin hektar alan ağaçlandırıldı. Baharla birlikte ağaçlandırma çalışmalarına hız veren bakanlık, bu yıl 400 bin hektar alanda ağaçlandırma yapayı hedefliyor.
|
/ ANKARA
21.03.2007
|
|
|
Topbaş, İETT arazisinden 1 milyar dolar bekliyor |
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, İETT’ye ait Levent’teki arazinin bugün yapılacak satışında 1 milyar doların üzerinde rakam istediklerini bildirdi.
Topbaş, basın mensuplarının konuyla ilgili sorularını cevaplarken, bu arazinin kendileri için çok önemli olduğunu ve buranın İstanbul’un son kalan kupon yerlerinden biri olduğunu söyledi. İstanbul’un arazilerinin değerinin arttığını, bunda ekonominin ve istikrarlı bir yönetimin olmasının etkisi olduğunu dile getiren Topbaş, ‘’Satışta 1 milyar dolar üzerinde rakam istiyoruz. Alan kazanır. Bu nitelikte başka yerimiz yok’’ dedi.
|
/ İSTANBUL
21.03.2007
|
|
|
Varlıklar âleminde insan |
Diyarbakır Dedeman Otel’de çevre il ve ilçelerden gelen kalabalık bir dinleyici topluluğunun iştirakıyla “Varlıklar Âleminde İnsan” konulu Risâle-i Nur’u Anlama Konferanslarından ilki gerçekleştirildi.
Risâle-i Nur Enstitüsü Diyarbakır Şubesi tarafından “Risâle-i Nur’u Anlama Konferansı” düzenlendi. Pazar günü, Diyarbakır Dedeman Otel’de çevre il ve ilçelerden gelen kalabalık bir dinleyici topluluğunun iştirakıyla “Varlıklar Âleminde İnsan” konulu Risâle-i Nur’u Anlama Konferanslarından ilki gerçekleştirildi.
Mustafa Gökez’in açılış konuşmasını yaptığı konferansta Türkiye’nin çeşitli yerlerinde Risâle-i Nur Enstitüsü tarafından yapılan ulusal kongreler ve arama konferansları hakkında bilgi verildikten sonra, Prof. Dr. Orhan Ayyıldız; “İnsanın Yaratılış Mucizesi” adlı sunumunu yaptı.
İnsanın ana rahmine düşmesiyle başlayan macerasını Kur’ân, hadis ve Risâle-i Nur perspektifinde ele alan Prof. Dr. Ayyıldız, rahim kelimesinin “Rahmet’ten” geldiğine dikkat çekerek, bebeğin ana rahminde nasıl korunduğunu anlattı. “İnsan kendisini bir nutfeden yarattığımızı görmez mi ki, hemen apaçık bir hasım kesilir” (Yasin, 77) âyetini örnek göstererek, insanın yaratılış mucizesinin Kur’ân’da açık bir şekilde yer aldığını ve bunun Batılı bilim adamları tarafından dile getirildiğini belirtti. İnsanın teşekkülü hususunda döllenme süreci ve gelişim evrelerini şematize edilmiş bir şekilde slayt gösterisiyle sunan Prof. Dr. Ayyıldız, konu ile ilgili âyet ve hadisler ışığında son gelişmeleri de aktardı.
Bir sonraki aşamada sırasıyla bebeğin yüz, kalp, akciğer, böbrekler ve üreme sistemi gelişimini aktaran Prof. Dr. Ayyıldız, bebeğin anne karnındaki gelişim görüntülerini dinleyicilerle paylaştı. Doğum sinyalleri ve doğumun gerçekleşmesini ele alıp bebeğin doğumdan sonra beslenmesi konusunda rahmet musluğundan akan süt mucizesine değindi. Son olarak Bediüzzaman Hazretlerinin “şefkat kahramanları” olarak tanımladığı annelerin şefkatine ne kadar ihtiyaç duyulduğunu anlatarak konusunu bitirdi. Sunum sonrası gelen soruların cevaplanmasının ardından çay-kahve ikramı yapılarak programa kısa bir ara verildi.
Programın devamında sunum yapmak üzere dâvet edilen Prof. Dr. Mehmet Aybak, “İnsan ve Mahiyeti” adlı çalışmasını slayt gösterisi eşliğinde sundu. Genel olarak insan, insanın ayırıcı özellikleri, insanın halife-i arz olarak seçilmesi, insanın iman ve ibadet etme zaruretine değinen Prof. Dr. Aybak, insanın önünde iki yol olduğunu, kâinatın en kıymettar meyvesi olmayı da, mevcudatın en süflisi olmayı da seçmenin insanın elinde olduğunu dile getirdi. Akabinde ise insan fıtratına nakşedilmiş bazı kanunları; ‘insanın hayvanlardan mümtaz ve müstesna olarak, acib ve lâtif bir mizaç ile yaratılması’, ‘insan fıtratının bekaya aşkı’, ‘insanın maddî ve manevî yönlü bir varlık olması’, ‘insanın tahakküm ve tezellülden hoşlanmaması’, ‘acz ve fakr üzerine yaratılmış olması’ olarak sıraladı. İnsanın nisyandan geldiğini anlatan Prof. Dr. Aybak, geçmişte insanı tanımlamaya çalışan ve aralarında Aristo, Descartes, Gide ve Mark Twain’in de bulunduğu filozof ve yazarların insanı nasıl tanımladıklarına yer verdi.
Sunumun devamında ‘İnsan küçük bir âlem olduğu gibi, âlem de büyük bir insandır’ hakikati ön plana çıkarılırken, insanın Nakş-ı Azam’ın ve her isimde bulunan İsm-i Azamlık mertebesinin tecellisine mazhar bir ahsen-i takvim olduğu hakikatine dikkatler çekildi.
Bir sonraki bölümü insanı hayvandan farklı kılan temel farklara ayıran Prof. Dr. Aybak, bu temel farklar arasında insanın hadsiz acz ve fakrı, geçmişten keder duyup gelecekten endişelenmesi, hodgâm ve zahirperest olması, zalim ve cahil olması, ilim ve san’at yönü, akıl ve kalbi, duygularının sınırsız olması gibi maddeleri sıralayıp, ilgili açıklamalarda bulundu. Sunumun sonlarına doğru İnsan Genom Projesi, yaşlanma ve ölüm gerçeğini, akıl ve kalbin maddî ve manevî mahiyeti hususuna yer verilirken, insanın yeryüzünün halifesi olduğunu ve sahip olduğu yetkisini kullanması gerektiğine vurgu yapıldı. Gerçekleştirilen soru-cevap faslının ardından, programa öğle yemeği arası verildi.
Verilen aranın ardından Prof. Dr. Gürbüz Aksoy, “İnsan ve İlim” adlı çalışmasını aktardı. Konuşmasına, Batı âleminin ve insanlığın ‘İnsan nedir?’ sorusuna yüzyıllardır bir cevap bulmaya çalıştığını, ancak yapılan bütün bu araştırmalar ve mücadeleler sonunda hâlâ bir sonuca ulaşılamadığını ve insan ile hayvan arasında bile hâlâ net bir ayrım yapılamadığını anlatarak başlayan Prof. Dr. Aksoy, bu konferanslar ve bilimsel çalışmalar sayesinde insanlığın, insan kavramının mahiyetini anlayabileceğini belirtti.
Hayvanların, hayatı için gerekli olan her şeyi öğrenmiş olarak dünyaya gönderildiğini belirten Prof. Dr. Aksoy, insanın ise doğumundan itibaren ilim öğrenerek tekemmül etmek üzere yaratıldığını anlattı. Mükemmelleşmek için şart olan ilmin ise öncelikle cahil olunduğunun fark edilmesiyle gelişebileceğini, insan aklının bilgi kaynaklarından alınan ham verileri, kendi kabiliyetleriyle yoğurarak bilgiye ve bunu da sistemleştirerek bilime dönüştürdüğünü aktardı. İnsanoğlunun bilime yaptığı en büyük kötülüğün ise, bilimin din yerine konulmaya çalışılması olduğunu, ancak bilim dünyasının bu hatadan dönmeye başladığını hatırlattı. Şehadet âlemindeki gözlemlerimizin sistemleştirilerek maddî bilimleri oluşturduğunu, duyu ve algılarımızın dışındaki bilgilerin anlaşılması için ise manevî bilimlerin oluştuğunu, bu manevi bilimlerin kaynağının vahiy olduğunu, insan aklının ise bu bilgileri ispatlama ve açıklama üzerine çalışabileceği noktasına vurgu yaptı.
Son olarak “nev'i beşerin ahir zamanda ilim ve fenlere döküleceği ve bütün kuvvetin ilimden alınacağı” hakikatinin bugün tam mânâsıyla ortaya çıktığını ve bizlerin de kendi alanlarımızda aranılan adamlar olarak bilimsel yeteneğimizi tahkiki ve araştırıcı bir mânâda kullanmamız gerektiğini belirten Prof. Dr. Aksoy, Allah’ın her bir isminin tecellilerini görmeye çalışmamız ve bunu insanlığa gösterebilmemiz gerektiğini vurgulayarak sunumunu bitirdi.
Dördüncü olarak “İnsan ve Sistem” konulu sunumunu yapmak üzere Yüksek Mühendis İsmail Benek dâvet edildi. Sözlerine insan ve sistem kavramlarını karşılaştırarak başlayan Benek, sistemi ‘belirli bir amaç için bir bütün gibi çalışan ilişkili parçalar grubu, yol veya yöntem’ olarak tanımladı. İnsandaki organizasyon ile sistemdeki organizasyonu kıyas ederken, insanın şuur sahibi olduğuna, şuur sahibi olanların da farklı olduğuna değindi. ‘Kalp ve akıl gözlerimiz kapansa da vicdan gözümüz kapanmaz’ diyen Benek, müessese ve sistemlerin de vicdanı olması gerektiğine işaret etti. Sistemin içerisinde girdi ve çıktıların olduğunu kaydedip, insanoğlunun da yapmış olduklarında girdi ve çıktıların olduğunu ekledi ve her işimize başlarken “Bismillah”’ın bir girdi olduğunu örnek olarak sundu.
Sunumunun bir sonraki aşamasında Kur’ânî bir sistem olan Risâle-i Nur’daki Kur’ân’ın altı yönünden bahsederek bu yönlerin hayatımızda alması gereken yerin önemine dikkatleri çekti. ‘Kâinat sisteminde insan, insan sisteminde ise kâinat vardır’ diye sunumunu sürdüren Benek, bütün dünyanın Risâle-i Nur modeline ihtiyacı olduğunu ve bu modelin böyle detaylı bir şekilde anlatılmasının Bediüzzaman Said Nursî’ye nasip olduğunu kaydederek sunumunu bitirdi.
Son olarak “İnsan ve San’at” konulu sunumunu yapmak üzere Güzel Sanatlar Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Ali Osman Alakuş dâvet edildi. Konuşmasına yeryüzündeki İlâhî san’atın mükemmelliğine işaret ederek başlayan Dr. Alakuş, insanın bu mükemmellikler silsilesi içerisinde en mükemmel varlık olduğunu belirtti. Toplum olarak san’at kavramına mesafeli bir duruşumuz olsa bile, İslâm medeniyetinde ve İslâm toplumunda san’atın aslında vazgeçilmez bir yerinin olduğunu örnekleriyle beraber gösterdi. Ebru, hat, tezhip gibi kültürümüze has onlarca san’at dalının olduğunu belirten Dr. Alakuş, batılı meşhur san’atkârların da bu san’atlardaki mükemmellikler karşısında duydukları hayranlıkları açıkladı. Modern dünyada gelişen teknoloji ile klasik san’at dallarının alanlarının kısıtlandığını, bu sebeple batı âleminin İslâm toplumunda süregelen soyut sanat kavramına yöneldiğini belirten Dr. Alakuş, klasik İslâm san’atlarıyla, modern Batı sanatının birleşiminden oluşan eserler sunarak kendisini bütün dünyaya kabul ettirmiş san’atkârların eserlerinden örnekler sundu.
Programın son bölümlerinde resim ve heykel yapmanın İslâm dünyasındaki yerine de değinen Yrd. Doç. Dr. Alakuş, Peygamber Efendimizin (asm) konuyla ilgili görüşlerine yer vererek Asr-ı Saadetten örnekler sundu. Kur’ân âyetlerinden de paylaşımlar yapıp, Bediüzzaman Hazretlerinin bu konudaki görüşlerine yer verdi. Dr. Alakuş, sorulan sorulara verilen cevaplarla birlikte sunumunu bitirdi.
Konferansa, programın başında verilen anket formlarının toplanmasının ardından Mustafa Gökez’in yapmış olduğu kapanış konuşmasıyla son verildi.
|
Osman SOLMAZ - Said M. KIZMA
/ DİYARBAKIR
21.03.2007
|
|
|
Vazifemiz, Allah namına sevmek |
Risâle-i Nur Enstitüsü’nün Bediüzzaman Haftası dolayısıyla tertiplediği “Toplumsal Barış İçin Sevgi” başlıklı panel geçtiğimiz Pazar günü gerçekleştirildi. İstanbul-Lütfi Kırdar Kongre Sarayındaki panelin açılışında bir konuşma yapan Yeni Asya gazetesi imtiyaz sahibi Mehmet Kutlular, insanların vazifesinin, canlıları Allah namına sevmek ve korumak olduğunu vurguladı.
18 Mart’ın, Çanakkale Zaferinin 92. yıldönümü olması sebebiyle konuşmasına şehitleri anarak başlayan Kutlular, “Çanakkale şehitleri de bizim şehitlerimiz. O ruh bizim ruhumuz. O ruh, Kur’ân nurudur, o ruh iman nurudur. Onlar bu mukaddes dâvânın, aynı zamanda bu vatanın uğruna hayatlarını vermişlerdir. Said Nursî de o ruhun devamı olan ve aynı ruhu taşıyan bir insandı” dedi.
Cenâb-ı Hakk’ın isimlerinden birinin Vedud olduğunu hatırlatan Kutlular, sevgi ve muhabbet anlamına gelen bu ismi anlayabilmemiz için Cenâb-ı Hakk’ın bize sevgi hissi verdiğini ifade etti.
Bediüzzaman’ın “Kalp ayine-i Samettir” sözünü de konuşmasında dile getiren Kutlular, “Kâinattaki varlıkları Cenâb-ı Hak özene bezene yaratmış. Elbette yarattığını sevecek. Biz de yarattıklarının en değerlisiyiz insan olarak. Muhatab-ı İlâhî, halife-i arzız. Bütün varlıkları da Allah bizim etrafımızda toplamış, bize hizmet ettiriyor, bize itaat ettiriyor. O zaman bu muhabbet ve sevgi mutlaka Allah namına olmalıdır. Çünkü Cenâb-ı Hak o sevgiyi kendisinden başkasına tahsis etmemizi istemiyor” dedi. Sevdiklerimizi Cenâb-ı Hak namına sevmemiz gerektiğini, bunun da mânâ-i harfî diye tabir edildiğini belirten Kutlular, “Bizde ‘Ne güzel’ yok. ‘Ne güzel yaratılmış’ var. Yani yaratıcıyı unutmadan, yaratıcı namı hesabına, O’nun yarattıklarını sevmektir mü’minin görevi” sözleriyle konuşmasını sürdürdü.
Kutlular, Peygamber Efendimizin ‘Habibullah’ sıfatına da atıfta bulunduğu konuşmasında, Bediüzzaman Said Nursî’nin ‘Kâinat ağacının en mükemmel meyvesi’ olarak tarif ettiği Peygamber Efendimizin Mi’raç’ta Cemalullah’ı, Cenneti, Cehennemi görerek bizlere hakikati getirdiğini anlattı.
Yunus’un dediği gibi, yaratılanı Yaratandan ötürü sevdiğimiz zaman insan olarak bu varlıkların en antika san’atı hükmüne geçeceğimizi ifade eden Kutlular, “Yeryüzü bir sergidir. Cenâb-ı Hak o kadar nimetleri sermiş oraya bizim için. Ve bütün varlıkları da bizim emrimize tahsis etmiş. Bunun şükrünü eda etmek de, her şeyi Allah’ın yarattığı san’atlı varlıklar olarak görmek ve bilmek, onlara sevgi, şefkat, merhametle yaklaşarak, insanca muamele etmektir” dedi.
Tuğ: Allah, sevgisinin aksetmesini ister
Risâle-i Nur Enstitüsü’nün düzenlediği “Toplumsal Barış İçin Sevgi” başlıklı panelin ilk konuşmacısı Prof. Dr. Salih Tuğ, Allah’ın rahmet ve muhabbet üzere insanları yarattığını ve bu sevginin aksetmesini istediğini anlattı.
Sevginin, insanların kaybettiği ve peşinde koşmak için gayret sarf etmediği konulardan biri olduğunu ifade ederek konuşmasına başlayan Prof. Dr. Tuğ, “Bildiğiniz gibi hadislerin de yardımıyla anladığımıza göre insan eşref-i mahlûkat olarak yaratılmıştır. Bu eşref-ül mahlûkat olması onun diğer yaratılmışlardan, canlı ve cansız diğer yaratıklardan farklı bir şahsiyete, karaktere ve özelliğe sahip olmasını gerektirir” dedi.
İnsanın sevgi, merhamet ve muhabbeti kendi nefsinde cem etmesi gereken bir varlık olduğunu konuşmasında ifade eden Tuğ, “Maalesef toplumda, tarihte, günümüzde ve gelecekte insan Allah ile olan irtibatını, Peygamberimiz tarafından bize emanet bırakılan son dinin de gereklerini terk etmek, bir kenara koymak suretiyle kopararak bu sevgi ve muhabbetten mahrum olmak suretiyle adeta canavarlaşabiliyor” şeklinde konuştu.
Vakkasoğlu: Evler sevgi okulu olmalı
Konuşmasına Çanakkale Savaşı’nda yer alan Hulusi Efendi’nin bir hatırasıyla başlayan Eğitimci-Yazar Vehbi Vakkasoğlu da, “Çanakkale ruhundan haberdar olsak, Çanakkale’de yaşananların satır aralarını, perde arkalarını birazcık aralasak, Ermeni soykırımı ve bu millete yüklenen bütün zulüm iddialarının en güzel cevaplarını vermiş olacağız. Ve o ruhla ruhlandığımızda değil okuldaki öğrencilerimiz, tabiatın akılsız sandığımız diğer parçaları bile aşkla, şevkle, yaratılış çizgilerinde harikalar yapacaklar” dedi.
Bediüzzaman’ın, “Mesleğimizin dört esasından biri şefkattir” sözünü de konuşmasında aktaran Vakkasoğlu, “Babaca şefkati, daha kolayı, annece şefkati biz yüreklerimizden taşırsak çocuklarımız değil, hayvanlarımız bile şahlanacaklar Allah’ın izniyle. Ama o yürek nasıl sağlanacak? İşte hepimiz bunun görevlisi olmamız lâzım” şeklinde konuştu.
Anne babaların, kullarını sevgisiyle yaratan ve sevgi dolu bir gönül veren Cenab-ı Hakkla kopmaz bir iletişimi kurmasının önemine değinen Vakkasoğlu, baba-anne bunu yaptığında okuldaki öğretmenin işinin kolaylaşacağını belirtti.
Bulaç: Tüketim toplumu sevgiyi istismar ediyor
Çağımızda hemen herkesin dilinde sevgi kavramı olmasına rağmen gerçekte hayatın kurgusunda bu sevginin hiçbir belirtisinin görülmediğine dikkat çekerek sözlerine başlayan Gazeteci-Yazar Ali Bulaç da, “Bazı ideolojiler, fraksiyonlar, ‘Biz insan sevgisinden hareket ediyoruz’ iddiasında bulunuyorlar. Gerçekte etrafa yaydıkları, hınç, öfke ve husûmetten başka bir şey değil” dedi. Kapitalizmin küreselleşmesiyle ortaya çıkan ve kültürü değersizleştiren tüketim toplumunda da en çok kullanılan, istismar edilen değerlerden bir tanesi sevgi olduğunu söyleyen Bulaç, Sevgililer Günü, Anneler Günü, Babalar Günü ile her sene insanların tüketime, hatta günaha dâvet edildiğini söyledi ve “Burada bir problem var, bu problemin kaynağına inmek gerekir” dedi.
Bulaç, sevginin hayatımızda gerektiği kadar önem arz etmemesinde, tesirini göstermemesinde, geleneksel edebiyatımızda sevgiye yüklediğimiz anlamın da olumsuz payı olduğunu söyledi ve buna dair örnekler aktardı.
Ülsever: 21. yüzyıl dışı süsledi, içi boşalttı
“Eğer biz her şeyin bir bütün olduğunu kavrayamazsak, o bütünlüğü kavrayamazsak sevginin anlamını çözmemiz mümkün değil” diyen Gazeteci-Yazar Cüneyt Ülsever de bu sonuca Bediüzzaman’ı okuyarak vardığını vurguladı.
Bediüzzaman’ın 20. yüzyılın en büyük mütefekkirlerinden biri olduğunu söyleyen Ülsever, “Ve ilginç olan yönü, sadece bir din adamı olarak değil, örneğin ekonomi alanında ve benim için daha da ilginci, epistemoloji, bilim felsefesi alanında yazdıkları karşısındaki duygularımdır biraz evvel ifade ettiğim cümleye beni götüren” dedi.
Bediüzzaman’ın ekonomiyle ilgili görüşlerini okumaya başladığında çok şaşırdığını söyleyen Ülsever, “Batının bir Max Weber’i varsa bizim de Bediüzzaman’ımız var ama biz bunun farkında değiliz. Daha 1900’lü yılların başında üretimin önemini, istihdamın önemini, refahın önemini, insanlıkla refah arasındaki ilişkiyi inanılmaz açık ve berrak bir şekilde yazan bir insan o” dedi.
20. yüzyılın bilim anlayışına getirdiği eleştirilerle de Bediüzzaman’ın kendisini çok etkilediğini anlatan Ülsever, Said Nursi’nin, 20. yüzyıl bilimini, nedensellik üzerine kurulu oluşu ve bir şeyin ruhuna inmiyor oluşu sebebiyle eleştirdiğini dile getirdi.
Ülsever konuşmasında ayrıca, 21. yüzyıla, ‘dışı bezerken, içi boşlattı’ eleştirisini yöneltti.
Güleçyüz: Çanakkale’de
entelektüelimizi kaybettik
Panelde, demokratikleşme sürecinde muhabbetin yeri üzerine bir sunum yapan Gazeteci-Yazar Kâzım Güleçyüz de Bediüzzaman’ın konuyla ilgili sözlerinden örnekler aktardı. Konuşmasına Çanakkale şehitlerini anarak başlayan Güleçyüz, “Çanakkale’de şehit düşen, kendileriyle birlikte en güzel hayallerini de topraklara gömen o insanlar, o kahramanlar Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle aynı zamanda birer muhabbet fedaisiydi. Her şeyle barışık. Kendiyle barışık, Rabbiyle barışık, bütün varlıklarla tefekküre dayalı güzel bir iletişim kurabilen bir iman. Muhabbet fedailiğinin kaynağında böyle bir iman yatıyor” dedi.
Çanakkale’de şehit düşen insanların büyük bir ekseriyetle entelektüel, iyi yetişmiş insanlar olduğunu belirten Güleçyüz, “Onlar şehit düşmeyip cepheden sağ dönmüş olsalardı bugün sanıyorum Türkiye’nin manzarası çok daha değişik olurdu. Ve bugün seksen yıldır, yetmiş yıldır yaşayageldiğimiz demokratikleşme problemleri, devlet-millet kaynaşması noktasında yaşadığımız problemler çoktan çözülmüş olurdu ve belki böyle bir problem yaşanmamış olacaktı” şeklinde konuştu.
Türkiye’de 2007 yılına gelindiğinde geride birçok ihtilâlin, tek parti döneminin ve demokrasiyi inkıtaa uğratma olaylarının görüldüğünü hatırlatan Güleçyüz, bunların temelinde sevgisiz, kendi insanını tehdit olarak gören zihniyetin yattığını ifade etti.
“Bediüzzaman Hazretlerini ortaya koymuş olduğu hayat felsefesine dönüp baktığımız zaman, eserlerinde pırıl pırıl bir dünya görüşü var. Yaradılanı hoşgördüm Yaradandan ötürünün ötesinde bütün varlıklara sevgiyle bakan, Yaratıcının san’at eserleri olarak bakan ve kucaklayan, onları Yaratıcıdan mesajlar taşıyan varlıklar olarak okumaya çalışan bir iman tefekkürünü kazandırıyor” diyen Güleçyüz, bunun sosyal hayata yansımalarının da ‘İman tevhidi ortaya koyar, vahdet-i itikat da vahdet-i içtimaiyeyi netice verir’ sözüyle ifade edildiğini anlattı.
Ulusoy: Sevgi bir histen ibaret değildir
Birey, aile ve toplum çerçevesinde iletişim ve sevgi konusunu anlatan Psikiyatrist Dr. Mustafa Ulusoy ise, sevginin bir histen ibaret olmadığını ve iman ile kişinin hem kendinin hem öteki insanların değerini anladığını ifade etti.
Sevgiyle ilgili kafa karışıklıklarının en önemlilerinden birinin, sevginin histen ibaret zannedilmesi olduğunu söyleyen Ulusoy, “Birisini, bir varlığı seviyor olmak, ona sadece kalbimizde sevgi hissi taşımak değildir. Bu Yaratıcıyla ilişkide de böyledir. Nitekim Âl-i İmran’da Kur’ân, ‘De ki, Allah’ı seviyorsanız bana tabi olun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı affetsin’ der ve bizi Allah’ı sevmenin sadece kalbimizde taşınan, hissedilen bir hissin ötesinde, O’nun isteğine göre yaşamak olduğuna işaret eder” dedi.
“İman edip güzel işler yapanlar için Rahman gönüllerde bir sevgi vücuda getirir” âyetini de konuşmasında aktaran Ulusoy, iman, salih amel ve sevginin birbiriyle bağlantılı kavramlar olduğuna dikkat çekti.
İnsanın öncelikle kendisiyle ilişki kurduğunu ve bunun biçiminin diğer varlıklarla kuracağı ilişkinin biçimini belirlediğini söyleyen Ulusoy, “Yaratıcısız ilişkide şöyle bir tablo ortaya çıkar, ‘ben kendime malikim’ der. Kendine ve kendi dışındaki her şeye arzularına göre bir anlam biçer. dedi.
Ulusoy, kişinin kendini Yaratıcıyla ilişkili tanımlamasının ise, kendimize değerli olduğumuzu hissettirdiğini ifade ederek, “Psikolojideki çok klasik bir bilgi şudur, eğer biz değerli olduğumuzu bilemiyor ve hissedemiyorsak başkasını sevemeyiz. İlişki kurma zorlukları yaşayan insanların temel özellikleri, kendi varlıklarının değerliliği konusunda ciddi sorunlar yaşamalarıdır. Bu yüzden, iyi bir ilişkinin olmazsa olmazı kişinin kendisine verilen varlığın değerli bir şey olduğunu hissedebilmesidir. İşte sahih ve nitelikli bir ilişkide imanın devreye girdiği yer tam da burasıdır” şeklinde konuştu.
|
Naciye KAYNAK
21.03.2007
|
|
|
86 yaşında kimlik çıkardı |
Elazığ’ın Keban ilçesinde 86 yaşındaki Güzel Demir, yaşlılık maaşı aldığı bankanın nüfus cüzdanı fotokopisi istemesi üzerine ilk kez nüfus cüzdanı çıkardı.
Güzel Demir’in nüfus kayıtlarında yapılan incelemede, doğduğunda kaydının yaptırıldığı, ancak bugüne kadar nüfus cüzdanı verilmediği ortaya çıktı. 1921 yılında Keban’ın Gökbelen köyünde dünyaya gelen, 1944 yılında evlenen Demir’in, 4 çocuğu ve 13 torunu bulunuyor. Evlilik, 65 yaş üstü vatandaşlara verilen maaş dahil bütün resmî işlemlerini nüfus müdürlüğünden aldığı nüfus kağıdı örneğiyle yürüten Demir, maaş aldığı bankanın hesapları güncellemek için nüfus cüzdanı fotokopisi istemesi üzerine nüfus cüzdanı çıkardı. Demir, yaptığı açıklamada, bugüne kadarki tüm resmî işlemlerini nüfus kayıt örneği ile yürüttüğünü, nüfus kâğıdına şimdiye kadar hiç ihtiyaç duymadığını söyledi.
|
/ ELAZIĞ
21.03.2007
|
|
|
Sosyal güvenlikte 2. kez erteleme sinyali |
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat Başesgioğlu,”Sosyal Güvenlik Reformu’nun 1 Temmuza yetişmesi konusunda henüz verilmiş bir kararın söz konusu olmadığını” belirterek, “Yetişirse, biz de bir an önce hayata geçmesini isteriz. Reforma 4 sene emek vermiş biri olarak bir an önce hayata geçmesini ben de isterim. Yetişmezse de bunun ertelenmesini doğal karşılamak lazım” dedi.
reformu konusunda IMF ile mutabakat olup olmadığı ve hükümetin bu konudaki kararının sorulması üzerine, IMF ile gözden geçirme çalışmalarını Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Ali Babacan’ın yürüttüğünü belirterek, ilgili bakanların toplantı yaptığını, sosyal güvenlik reformu yapma konusundaki iradelerinden sapmanın söz konusu olmadığını söyledi. Reformun, sadece hükümetin değil, bütün ülkenin reformu olduğunu kaydeden Başesgioğlu, “Hükümet, bu reformun bütün zorluklarına, bütün siyasal risklerine karşı, hayata geçirme konusunda büyük bir gayret sarf etmiştir ve bunda da büyük ölçüde başarılı olmuştur. Reformun şu anda bence yüzde 50’si gerçekleşmiş durumdadır. Kurumsal yapı gerçekleşmiştir, genel sağlık sigortasının standartları belirlenmiştir” diye konuştu. Anayasa Mahkemesinin kısmi iptali sebebiyle, yasanın yürürlük tarihini zorunlu olarak ertelediklerini ifade eden Başesgioğlu, hükümetin reformu gerçekleştirme konusundaki iradesine rağmen, cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği genel seçimleri dolayısıyla Meclisin yasama takviminde sıkışmanın söz konusu olduğunu dile getirdi. Başesgioğlu, “Bu şekilde kapsamlı bir reformun parlamentoda görüşülüp görüşülmeyeceği konusunda bir sıkıntı söz konusu. Yetişirse bunu çıkaracağız. Yetişmezse de bunun ertelenmesini gayet doğal karşılamak lâzım” dedi.
|
/ ANKARA
21.03.2007
|
|
|
Açılmayı beklerken eskidi |
Bartın’ın Ulus ilçesinde, İller Bankası kaynağıyla 1998’de yapımı tamamlanan yüzme havuzlu ve 78 yatak kapasiteli otel, arazisindeki anlaşmazlık sebebiyle açılamayarak atıl durumda bekletiliyor.
Alınan bilgiye göre, talep üzerine İller Bankasının belediyenin paylarından kesilmek suretiyle 1994’de yapımını ihale ettiği bildirilen 78 yatak kapasiteli, 700 kişilik salonu ve kapalı yüzme havuzu bulunan otelin 30 dönümlük arazisi, tapu kayıtlarında sahibi gözüken 3 kişiye bedelleri ödenerek kamulaştırıldı.
İnşaatın tamamlanma aşamasına geldiği dönemlerde arazide payları olduğunu iddia eden bazı vatandaşların mahkemeye açtığı dava sonucunda, Özel İdare Müdürlüğünün eski kayıtları incelenerek arsada 130 civarında varisin daha hakkı bulunduğu belirlendi. Mahkemenin, belediyenin kadastro tapusunu iptal etmesine karşın inşaatını durdurmadığı otel, 1998’de tamamlandı. Belediye Başkanlığı, tapu alamadığından hizmete açamadığı tesis için 28 ayrı davayı sonuçlandırarak arazide hak sahibi 130 civarındaki varise ulaşıp 2003’de Ulus Sulh Hukuk Mahkemesine arsa ortaklığının sonlandırılmasına yönelik değer tesbit dâvâsı açtı. Sonuçlanma aşamasına geldiği bildirilen dâvâda, arazinin satışa sunulmasını bekleyen belediye, hak sahiplerine parayı ödeyerek oteli açmayı planlıyor.
|
/ ULUS
21.03.2007
|
|
|
Ormanlarımız tehlike altında |
Kırsal Çevre ve Ormancılık Sorunları Araştırma Derneğinden, Türkiye’deki ormanların kurtarılabilmesinin öncelikli şartının “ormancılığın kurtarılması’’ olduğu bildirildi.
Dernekten, 21 Mart Dünya Ormancılık Günü dolayısıyla yapılan yazılı açıklamada, Türkiye’de Anayasa’ya göre mülkiyeti devredilmeyen, devlet tarafından yönetilmesi ve işletilmesi gereken, ‘’orman’’ sayılan alanların genişliğinin 212 milyon dönüm olduğu kaydedildi.Türkiye yüzeyinin yüzde 27’sini oluşturan bu alanlarda olup bitenlerin ‘’gerektiğince sorgulanmadığı’’ savunuldu.
Açıklamada, “Türkiye’deki ormanların geleceğini tehlikeye sokan olumsuzluklar’’ şöyle sıralandı: “Orman yangınlarının hızla artması ve söndürülmesinin büyük ölçüde şansa ve ekolojik koşullara bağlı olması, ‘Devlet ormanı’ sayılan alanların, çeşitli ormancılık dışı amaçlarla kullanılmak üzere yerli ve yabancı sermayeye tahsis edilmesi, Ağaç kesme ve tomruklama işçilerinin insanlık dışı koşullarda çalıştırılması, Orman ürünleri satışından elde edilen döner sermaye gelirlerinin savurganca harcanması, Artırıldığı öne sürülen ağaçlandırma çalışmalarında, giderilmeyen teknik yanlışlıkların ‘biyolojik çölleşme’ sorununu gündeme getirmesi.’’
|
/ ANKARA
21.03.2007
|
|
|
Profesyonel apartman yöneticiliği yaygınlaşıyor |
Günümüzde apartman veya site yöneticiliğinin üstlenilmekten kaçınılan bir sorumluluk haline geldiği, bu sebeple yönetimlerin profesyonellere bırakılmaya başlandığı bildirildi.
Profesyonel site yöneticiliği alanında hizmet veren bir internet sitesinin sahibi emekli Albay Şaban Şadi Saraç, yaptığı açıklamada, değişen dünya ile birlikte çok katlı-daireli binaların yaygınlaştığını, bunun sonucu olarak da insanların kullandıkları ortak alanların yönetilmesinin gündeme geldiğini söyledi.
Asansör, hidrofor, kalorifer, su tasfiye sistemleri ve yüzme havuzlarının bakımının yapılmasının, tecrübeli bir ekibin varlığını gerektirdiğini belirten Saraç, bunlarla birlikte bahçe bakımı, blokların badana, boya ve küçük tamir işleri ile elektrik, su, doğal gaz ve kanalizasyon arızalarının giderilmesi ve masrafların yasalar çerçevesinde kat malikleri arasında paylaşımının, büyük önem taşıdığını kaydetti.
Çok sayıda konuttan oluşan sitelerin çoğalmasına paralel olarak bazı yönetim sorunlarının ortaya çıktığını ifade eden Saraç, şöyle konuştu: “Ödenen aidat ve avansların en iyi şekilde kullanılması, hizmetin güvenli, sür’atli, kaliteli ve ucuza temini için site yönetiminin bu konuda tecrübeli ve kurumsallaşmış profesyonellere bırakılmasına başlandı.’’ Saraç, profesyonel site veya apartman yöneticiliğinin İstanbul, İzmir, Antalya ve Bursa’da yaygınlaştığını da kaydetti.
|
/ BURSA
21.03.2007
|
|
|
Meslek öğrenmede engel tanımıyorlar |
Erzurum İşitme Engelliler Lisesinde eğitimlerini sürdüren öğrencilerin öğrenme azimleri hayranlık uyandırıyor. Erzurum İşitme Engelliler Lisesinde yatılı eğitim gören 55 işitme engelli, ağaç ve metal teknoloji bölümlerinde mesleki eğitimlerini başarıyla sürdürüyorlar.
Meslek okullarında 20 yılı aşkın süredir görev yaptığını belirten İşitme Engelliler Lisesi Müdürü Sebahattin Tangüzel, ‘’Normal öğrencilere eğitim verilen meslek liselerinde yıllarca görev yaptım. Fakat işitme engelli öğrencilerin mesleki eğitime karşı başarısının çok daha fazla olması beni her zaman şaşırttı’’ dedi.
Öğrencilerinin birbirinden güzel ürünler yaptığını, mezun olan birçok öğrencilerinin özel sektörde iş bulduğunu ifade eden Tangüzel, ‘’İşverenler öğrencilerimize bir kere şans verdiklerinde gerisi geliyor. Önemli olan bu çocukları özürlü olarak görmeyip, şans vermektir’’ diye konuştu.
|
/ ERZURUM
21.03.2007
|
|
|
Yoksullara yardım eli |
Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü (SYDGM), yoksullara yardım eli uzatmayı sürdürüyor. Alınan bilgilere göre, SYDGM vakıfları aracılığıyla 2003-2007 yılları arasında, yardıma muhtaç vatandaşlara yaklaşık 1 milyar 700 milyon YTL değerinde yardım aktarıldı.
SYDGM Yardımlar Dairesi Başkanlığınca ekonomik ve sosyal yoksulluk içerisinde bulunan vatandaşlara periyodik, sağlık, proje, eğitim, gıda ve giyim türünde yapılan yardımlara aktarılan kaynak, 1 milyar 696 milyon 588 bin 886 YTL’ye ulaştı. Bu yardımların yanı sıra SYDGM tarafından aynı dönemde 171 engelliye araç, 186 engelliye protez desteği sağlandı,özel eğitime ihtiyaç duyan 16 bin engelli öğrenci okullarına taşındı. Yüksek öğrenim öğrencilerine ise yaklaşık 400 milyon YTL burs verildi.
|
/ ANKARA
21.03.2007
|
|
|
Türkiye “su fakiri’’ olma yolunda ilerliyor |
Jeoloji Mühendisleri Odası Genel Başkanı İsmet Cengiz, Türkiye’nin önümüzdeki yıllarda su fakiri ülkeler arasında yer alacağını savunarak, ‘’Kuraklık ulusal mevzuatlarımıza dahil edilmeli, su ve afet politikaları birlikte düşünülerek uzun vadeli politikalar oluşturulmalı’’ dedi.
Cengiz, Oda binasında düzenlediği basın toplantısında, uluslar arası kriterlere göre, kişi başına 10 bin metreküp kullanılabilir su düşen ülkelere ‘’su zengini’’, 3 bin ile 10 bin metreküp arasındakilere ‘’yeterli suyu olan’’, bin ile 3 bin metreküp arasındakilere ‘’su sıkıntısı olan’’, kişi başına bin metreküpün altında su düşen ülkelere de ‘’Su fakiri’’ ülkeler denildiğini söyledi. Türkiye’nin tüketilebilecek yüzey suyu potansiyelinin 98 milyar metreküp, yeraltı suyu potansiyelinin de 12 milyar metreküp olduğuna işaret eden Cengiz, şöyle konuştu: “Nüfusu yaklaşık 70 milyon olan ülkemizde kişi başına düşen kullanılabilir su miktarı, bin 600 metreküptür. Nüfus artışına ters orantılı olarak, kullanılabilir su miktarımızın değişmemesi, göç ile yüksek düzeyde ekonomik etkenler de göz önünde bulundurulursa önümüzdeki yıllarda bu miktar daha da azalacak ve Türkiye su fakiri ülkeler arasında yer alacaktır.’’
Türkiye’nin su kaynaklarının aşırı şekilde tüketildiğine ve kirlenmenin büyük boyutlara ulaştığına dikkati çeken Cengiz, Türkiye’de acil olarak alınması gereken tedbirleri şöyle sıraladı: “Kuraklık, ulusal mevzuatlarımıza dahil edilmeli, su ve afet politikaları birlikte düşünülerek uzun vadeli politikalar oluşturulmalı. Devlet Su işleri Genel Müdürlüğü, su sondaj kuyuları konusunda veri bankası oluşturmalı. Yeraltı suyu seviyeleri gözlenmeli, yeraltı suyu rezervleri revize edilmeli. 167 sayılı kanunda değişiklikler yapılarak, özellikle yer altı sularının korunmasına yönelik ciddi ve caydırıcı önlemler getirilmeli, kontrolsüz kuyu açılması önlenmeli.Toplumda su tasarrufu bilinci oluşturulmalı. Su kaynaklarının kirlenmesinin önüne geçilmeli. Su kaynaklarının aşırı tüketimi önlenmeli. İçme, kullanma, sulama ve benzeri alanlarda toplumsal eğitime önem verilmeli. Şebeke sularında kaçaklar önlenmeli.
Kentlerde atık su arıtma tesisleri kurulmalı ve bunların çalışmaları denetlenmeli. Çiftçi sulama konusunda eğitilmeli, salma sulama terk edilerek basınçlı sulama yöntemlerine geçilmeli.’’
|
/ ANKARA
21.03.2007
|
|
|
Yazın aşırı sıcak yok |
Yaz ayları başında Avrupa’yı etkilemesi beklenen sıcak hava dalgasına bağlı olarak Türkiye’de de sıcaklık ortalamalarının 1-2 derece daha yüksek görülebileceği, ancak denizlerin sebep olacağı ılıman etki sebebiyle yaz aylarında aşırı sıcak hava beklenmediği bildirildi.
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü yetkililerinden aldığı bilgiye göre, yaz ayları başlangıcında Güney ve Orta Avrupa’yı etkilemesi beklenen muhtemel sıcak hava dalgasına bağlı olarak Türkiye’de de yaz sıcaklık ortalamalarında 1-2 derece daha yüksek değerler gözlenebilecek. Yetkililer, Türkiye’nin etrafını çevreleyen denizlerin ılıman etkisi nedeniyle yaz aylarında aşırı sıcak hava beklentisi bulunmadığını belirttiler. Buna göre, yağış değerlerinin Nisan-Mayıs döneminde mevsim normalleri civarında, Haziran-Temmuz döneminde ise Akdeniz Havzası’nda mevsim normallerinin altında olması bekleniyor. Deniz yüzey sıcaklığının, Atlas Okyanusu’nda Nisan-Mayıs döneminde ortalama değerlerden (özellikle İspanya’nın batısında) 0.5-1.0 derece yüksek, Haziran-Temmuz döneminde mevsim normalleri civarında, Akdeniz Havzası’nda ise Nisan-Temmuz döneminde ortalamalardan 0.5-1.0 derece yüksek gerçekleşeceği tahmin ediliyor.
|
/ ANKARA
21.03.2007
|
|
|
Haremüşşerif heyeti İsrail’e gitti |
Haremüşşerif çevresindeki kazı çalışmalarıyla ilgili incelemeler yaparak rapor hazırlayacak olan Türk teknik heyeti, İsrail’e gitti.
THY’ye ait uçakla Tel Aviv’e hareket eden 7 kişilik heyette, arkeolog Prof. Dr. Sait Başaran, jeofizik mühendisi Prof. Dr. Metin İlkışık, tarihçi Prof. Dr. Tufan Buzpınar, sanat tarihçisi Doç. Dr. Ahmet Vefa Çobanoğlu, yüksek mimar Hilmi Şenalp, mimar Cem Eriş ve inşaat mühendisi Atilla Erenler yer alıyor.
Heyetin, bu ülkedeki incelemelerinin ardından 23 Mart Cuma günü yurda dönmesi bekleniyor. (
|
/ İSTANBUL
21.03.2007
|
|
|
Acele istimlâk kararı |
Ankara-İstanbul Hızlı Tren Projesi kapsamında Köseköy-Gebze arasında bulunan bazı gayrimenkuller, TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü tarafından acele kamulaştırılacak.
Konuya ilişkin Bakanlar Kurulu kararı, Resmî Gazete’nin dünkü sayısında yayımlandı. Karara göre, Ankara-İstanbul Hızlı Tren Projesi kapsamında, Köseköy-Gebze arasında bulunan ve ekteki haritada gösterilen güzergahta yer alan gayrimenkuller, TCDD İşletmesi Genel Müdürlüğü tarafından acele kamulaştırılacak.
|
/ ANKARA
21.03.2007
|
|
|
ÖSS ücretini yatırmada bugün son gün |
Öğrenci Seçme Sınavı’na (ÖSS) başvurmak isteyenlerin bankaya sınav ücretini yatırma süresi bugün sona eriyor. Bu tarihe kadar sınav ücretini yatıranlar, okullardan randevu alarak 23 Mart’a kadar başvuru işlemlerini gerçekleştirecekler
2007-ÖSS’ye, lise son sınıf öğrencileri, lise son sınıfta beklemeli durumda olanlar, orta öğretim kurumlarının dışardan bitirme sınavına girenler, lise mezunları ve orta öğretimlerini yabancı ülkelerde yapanlar başvurabilecek. Ayrıca, durumları bu şartlardan birine uyan yabancı uyruklu veya uyruksuz adaylar da başvuru yapabilecekler. Ancak bu adaylar, ÖSS puanlarına göre 2007-ÖSYS Yüksek Öğretim Programları ve Kontenjanları Kılavuzu’nda yer alacak yüksek öğretim programlarına yerleştirilemeyecek. Lise son sınıfta okuyan öğrenciler, okullarının bağlı olduğu başvuru merkezlerinden, mezun durumda olanlar herhangi bir başvuru merkezinden, içinde 2007 ÖSYS Aday Bilgi Formu da bulunan 2007-ÖSYS Kılavuzu’nu 2 YTL karşılığında alabilecekler.
2007-ÖSS’ye başvurulara (sınavsız geçiş dahil) ilişkin başvurma, sınav, değerlendirme ve yerleştirme ile ilgili kurallar ve işlemler, 2007-ÖSYS Kılavuzunda yer alıyor. Lise müdürlükleri, ÖSYM Sınav Merkezi Yöneticilikleri ve ÖSYM büroları ÖSYS’de başvuru merkezi olarak görev yapacaklar. Ancak aynı adreste birden çok orta öğretim okulunun olduğu durumlarda, bu okulların hepsine hizmet veren bir başvuru merkezi bulunacak.
|
/ ANKARA
21.03.2007
|
|
|
Polis Kolejine öğrenci alınacak |
Ankara Emniyet Müdürlüğü, Polis Kolejine sınavla öğrenci alınacağını bildirdi.
Ankara Emniyet Müdürlüğü Basın Protokol ve Halkla İlişkiler Şube Müdürlüğü’nden yapılan yazılı açıklamada, Ankara ve Bursa’da bulunan Polis Koleji’nin, Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı liselerin Fen Bilimleri alanı müfredatına uygun olarak lise derecesinde eğitim ve öğretim yapan ve Emniyet Genel Müdürlüğü’ne bağlı olarak kurulmuş, parasız yatılı ve resmî üniformalı bir okul olduğu belirtildi.
|
/ ANKARA
21.03.2007
|
|
|
İsrafa karşı musluk contası |
Yer altı su seviyesinin hızla azaldığı Konya’da, Konya Su ve Kanalizasyon İdaresi (KOSKİ) Genel Müdürlüğü, dar gelirli vatandaşların evlerindeki muslukları tamir edecek, 10 bin ücretsiz musluk contası dağıtacak.
KOSKİ Genel Müdürü Ahmet Sorgun, yaptığı açıklamada, büyük bölümü az yağış alan ve bozkır bitki örtüsüne sahip olan Konya’da son yıllarda yer altı suyu seviyesinin ciddi oranda azaldığını belirtti.Sorgun, tarım için bol miktarda suya ihtiyaç duyulan, içme suyunun büyük bölümü yine yer altı sularından karşılanan Konya’da, kuraklık ve küresel ısınmanın etkilerinin daha yakından takip edilmesi gerektiğini ifade etti.Başarıya ulaşması istenen her projede olduğu gibi, vatandaşı Konya’da su tasarrufuna yöneltmek ve bireyde olumlu yönde davranış değişikliği sağlamak için de halkın desteğini kazanmanın çok önemli olduğunu vurgulayan Sorgun, su israfını en aza indirmek ve bunu kalıcı hale getirmek için Dünya Su Günü kapsamında farklı bir etkinliğe imza atmaya hazırlandıklarını söyledi.
|
/ KONYA
21.03.2007
|
|
|
|