“İki kişi geldi. Biri albay olduğunu söyledi. ‘Senin babandan da nefret ederim. Zaten Menderes yaptı bütün bunları. İcabında yarısı asılır otuz milyon nüfusun, kalan on beş milyon Atatürk yolundan gider’ dedi. Bir de ‘Hükümet var falan diye öyle parlamento, anayasa, babayasa gibi şeylere güvenme. Burada hayatın bizim elimizde” gibilerinden bir şeyler... Sonra soyup bir pijama giydirdiler, üzerinde kan lekeleri olan... Ellerim zincirli halde yatağa oturttular.
İki gün falaka ve elektrikten geçirildim. Falaka tanıdık bir acıydı. Ama elektrik! İşte o bildiğin bir acı değil.
Cereyan çarpmasını birkaç kat büyüteceksin. Katılıyorsun, nefesin kesilir gibi oluyor. Bana çok şiddetli işkence yapılmadı. Hayalara elektrik bağlanması falan yaşamadım ben. Haftalarca işkence görenler vardı. On dokuz gün kaldım Kontgerilla’da...”
12 Mart!
1971’in askeri darbesi...
O zaman da Türkiye’nin varoluş mücadelesi içinde olduğuna inanan birtakım askerler, iktidara el koymuşlardı; Türkiye’yi varoluşsal tehditlerden kurtarmak amacıyla...
Kontrgerilla’da işkencehaneler bu uğurda kurulmuş, Ziverbey’de insanlara cereyan “Türkiye’yi kurtarmak için” verilmişti.
İşte bunun içindir ki, bu ülkede sözde ‘varoluş mücadelesi’ne karşı demokrasi ve hukuk mücadelesi daha hâlâ gündemdeki yerini koruyor.
Milliyet, 18.3.2007
|