Evet, tehlikenin farkındayım. Bugün Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu yakın tehlikenin irtica değil, faşizm ya da faşizan bir otoriter rejim olduğunu düşünüyorum.
İrtica ve bölücülük bağrışları arasında, kolu kanadı zaten kırık demokrasi ve hukuk devletinin kuşatma altına alınmak istendiğini uzunca bir zamandır biliyorum.
“İrtica geliyor, Türkiye bölünmek isteniyor!” sloganlarıyla ulusalcı-milliyetçi bir dalga kabartılıyor.
Örgütlenmeler, özellikle paramiliter yapılanmalar bunun için...
Kuran’a, bayrağa, silaha el basarak edilen yeminler, yapılan ayinler bunun için...
Ayrıca, bütün bu örgütlenmelerin hemen hepsinde birçok emekli askerin, paşanın yer aldığı da dikkati çekiyor.(*)
İlginç değil mi?
Avrupa Birliği’ni sevmiyorlar. Kürt sözcüğünden hiç hoşlanmıyorlar. Kürt sorunu, Ermeni meselesi deyince fena oluyorlar. Kıbrıs’ta çözüm diyenlere kötü gözle bakıyorlar.
Bütün bu konuları gündeme getirenler ise kötü kişi, onların dilinde iki sözcükle anılıyorlar:
Vatan haini!
Bu bir kuşatma harekâtı!
Hiç kuşkunuz olmasın aynen böyle. İrtica ve bölücülük perdesi altında demokrasi, hukuk devleti, hak ve özgürlükler kuşatılmak isteniyor.
Tıpkı bir zamanlar, Soğuk Savaş döneminde komünizm geliyor diye yapıldığı gibi...
Türkiye bu oyuna gelecek mi?
Bilemiyorum.
Hrant Dink suikastı, Türkiye’de demokratik değerlerin, hak ve hukukun ulusalcı-milliyetçi bir dalga kabartılarak, karanlık bir perdenin altında boğulmak istendiğini bana daha beter düşündürmeye başladı.
Bir sürü belirtiye, özellikle bazı paramiliter örgütlenmelere bakarak Türkiye’nin geleceğini rehin almak isteyen bir zihniyetin gitgide suyun yüzüne vurduğunu görüyorum.
Bakın bir akademisyen, Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Hasan Bülent Kahraman ne diyor:
“Türkiye’nin faşizme doğru ilerlediği konusunda beş altı yıldır kitaplarımda yazıyorum. Türkiye aklını başına toplamalı. Yoksa 1975-80 arasında ne yaşadıysa onu yaşar. O beş yılda kan, barut ve gözyaşı yaşandı, beş bin kişi öldü. (...) Milliyetçiliğe kaymış bir Türkiye’yi Avrupa taşımaz. Böyle bir Türkiye’yi Ortadoğu taşır ancak. Biz de Ortadoğu neyse o oluruz. Zaten milliyetçilik de Türkiye, Avrupa yolunda yürümesin diye parlatılıyor.”
Bir başka akademisyen, Gazi Üniversitesi’nden Prof. Levent Köker’in görüşleri şöyle:
“Türkiye birçok bakımlardan 1920’lerin, 30’ların Almanya’sına, o ruh haline benziyor. Türk milletinin her taraftan düşmanlarla sarıldığı kabulü var. Bu hissiyatın yerleşmesine devlet yetkilileri de katkıda bulunuyor. Türkiye’de faşizme yatkın, yaygın bir ruh hali var. Orta sınıflardan başlayarak sokaklara, lümpen kitlelere yayılan bir ruh hali bu. Ve bir de bizim faşizme yatkın özellikler taşıyan bürokratik, otoriter devlet geleneğimiz var. Bu gelenek o zihniyetle birleşirse, Türkiye’de faşist bir dönem doğurabilir. Faşizme karşı teyakkuz halinde olmak gerekir.”
Prof. Köker devam ediyor:
“Türkiye Avrupa Birliği’nden koptuğu anda, faşist rejime dönüşme tehlikesi hemen realize olabilir ve çok partili rejim bitebilir. Böyle bir tehlike var. Bunun için illa darbe olması gerekmiyor. Bir popülist diktatörlük şeklinde de gelebilir faşizm. Amerika ve AB ile ilişkiler, Türkiye’deki milliyetçi zihniyetle geriliyor. İkisinin de Türkiye’yi böleceği söyleniyor. Eğer Türkiye’nin ABD ve AB ile ilişkisi bozulursa, AB üyeliği ile ilişkisi imkânsızlaştı diye Türkiye reformlardan büsbütün vazgeçerse ve bu durum finansal bir krize dönüşürse, Türkiye’nin faşizmden başka yolu kalmaz. Türkiye otoriter bir rejime, askeri veya sivil diktatörlüğe kayabilir.”
Bir başka akademisyen, Sabancı Üniversitesi’nden Prof. Ayşe Kadıoğlu’nun söylediklerine gelince:
“Hemen her yerde milliyetçilik konuşuluyor. Sanki yeni bir şey keşfedilmiş gibi bir hava var. Televizyon kanalları, gazete köşeleri milliyetçilik temasına teslim olmuş durumda. Oysa, artık içinde yaşadığımız siyasal dinamikler daha ziyade faşizmden söz etmeyi gerektiriyor.
Neden mi?
Çünkü bugün Türkiye’de içinde bulunduğumuz ortam, 1920’lerin Almanya’sına çok fazla benziyor. Bu benzeşmenin ana hatlarını iki noktada ele almak mümkün. İlk olarak milliyetçiliğin etnik bir temelde ele alınması, ikinci olarak da paramiliter örgütlenmelerin önü alınamaz bir şekilde yükselişe geçmesi...”(**)
Evet, yakın tehlikenin farkındayım:
İrtica değil faşizm!
——————-
* Bu konuda ayrıntılı bir haber-araştırma, Radikal’in 17 Şubat 07 tarihli sayısının 8. sayfasında yayımlandı.
** Hasan Bülent Kahraman’la Levent Köker’in konuşmaları, Radikal, 19 Şubat ve 26 Şubat 07 tarihli Neşe Düzel röportajları; Ayşe Kadıoğlu’nun yazısı, 18 Şubat 07 tarihli Radikal İki.
Milliyet, 11.3.2007
|