Gazeteciler ve gazeteler meşhur Andıç’ta “TSK yanlısı ve karşıtı” olarak tasnif edilirken karşıtlar için kullanılan bir ifade var: “Askerin siyasete olan müdahalesine karşı olmak.” Bu ibarenin mefhum-ı muhalifinden TSK yanlılarının “Askerin siyasete müdahalesine destek olmak” fiilini işledikleri sonucu çıkıyor.
Mesele, basın mensuplarının bu kadar keskin hatlarla dost ve düşman olarak ikiye ayrılmasının çok ötesinde ve çok daha ciddi bir mesele. Karşımıza bir silahlı güç değil, silaha da sahip olan bir siyasî parti çıkıyor. Adeta, bir siyasî partinin taraftarlarından ve karşıtlarından; militanlarından ve sempatizanlarından bahsediliyor. “Siyasete müdahale etmek” kurumsal bir meşruiyete sahipse, o zaman bir siyasî görüşe de sahip olmak gerekir. Çevremiz sadece dost ve düşmanlardan meydana geldiğine göre, üstelik emir komuta zinciri içinde iş gören bir siyasî partiden bahsettiğimize göre kaçınılmaz olarak karşımıza totaliter bir ideoloji çıkacaktır. O zaman daha derin ve anlamlı bir soru ile karşı karşıya kalırız: Böyle bir ordunun üstlendiği aslî işlevin, yani savaş yeteneğinin ne durumda olduğu.
18 yıl önce sona eren Soğuk Savaş’ın ilkel ve iki renkli dünyasının birilerinin kafasında devam ettiği anlaşılıyor. Soğuk Savaş içinde, Sovyet tehdidine karşı ordulara gayrınizamî savaş da dahil olmak üzere bazı ilave görevler verilmişti. Güvenlik ihtiyacı yükseldikçe bu ilave görevlerin denetim dışına çıkması da o kadar yaygınlaşmıştı. Türkiye’de askerî müdahale geleneğini başlatan 27 Mayıs Darbesi, NATO şemsiyesi altında oluşan bu geniş alanda vücut buldu. Aynı zamanda orduların, rejimin bekçisi ve ideolojilerin sahibi olma rolleri gelişti. Bizdeki askerî müdahale geleneği bu yüzden Türk tarihinin ve geleneklerinin değil Soğuk Savaş dengelerinin eseridir. Nitekim bir darbe söz konusu olduğu zaman ilk hatırlanan şey de bu döneme özgü bu totaliter ve iki renkli dünya olmaktadır.
28 Şubat’ın kurmaya niyetlendiği “Stalinist İstihbarat Devleti”nin tek ilham kaynağı da bu Soğuk Savaş alışkanlıklarıdır. Siyah beyaz renklere dayalı bu dünya, 21. yüzyılın rengarenk bilgi toplumunda insanların mavi ve kırmızı olarak tasnif edilebileceği şeklinde ilkel bir siyaset ve toplum vizyonuna dayanır. İnsanları fişlemek ve totaliter bir ideolojiye hapsetmeye yeltenmek fiilen ve maddeten imkânsızdır.
28 Şubat’ın fişleme furyasının vardığı noktayı hatırlayalım. Millî Güvenlik Kurulu’nun Toplumla İlişkiler Masası, kamu kurumlarından gelen fişlemelerle baş edemediği için bu işten vazgeçmek zorunda kalmıştı. İstihbarat Devleti’nin ucu bir yerden kendini ele verdiğinde, toplum içindeki basit insanî anlaşmazlıklar bile fişlemeye konu hale getirilir. İstihbarat Devleti, bu devleti kurmaya niyetlenenlerin üzerine çöker.
Türkiye’nin uluslararası alanda itibarını ve çıkarlarını koruyabilmesi her şeyden önce ekonomik gücüne bağlı. Serbest piyasa ekonomisi kurallarına göre şekillenen bu gücün ihtiyacı olan tek şey özgür bir ortam. Totaliter iki renge göre geliştirilen istihbarat sistemlerinin tehdidi altında piyasanın ihtiyaç duyduğu güveni sağlaması imkânsızdır. 28 Şubat Süreci’nde yaşananlar ile 2000 ve 2001 krizleri arasında sebep sonuç ilişkisi karşı karşıya olduğumuz tehlikenin boyutlarını gösteriyor.
Asıl sorun, böyle bir fişlemenin teknik olarak imkânsızlığı. Dost olarak kabul ettikleriniz düşman, düşman olarak kabul ettikleriniz dost olabilir. Elinizdeki tasnif araçlarının hiçbiri sağlam değil. Hatta, Ordu’nun eleştirildiği, eleştirilebildiği, özellikle siyasete müdahalesine karşı çıkıldığı bir ülkenin güvenliğine bu itirazı yapanların sağladığı katkı, belki doğrudan ordunun caydırıcılığından daha değerli olabilir.
Ordular Soğuk Savaş’ın lükslerine sahip değiller. Bu kadar karmaşık ve renkli bir dünyaya, siyasî araçları kullanarak tektip müdahalelerde bulunan bir ordu, doğrudan siyasetin içinde bir siyasî parti gibi aşınmaya başlar. O zaman endişe etmemiz gereken şey Balkan bozgunu yıllarında olduğu gibi, ordunun itibarı, caydırıcılık ve savaşma yeteneği olmalıdır.
Zaman, 10.3.2007
|