Kafam karışık değil, berrak... Demokrasi konusunda da, cumhuriyet konusunda da gayet berrak...
Bugün Türkiye’de demokrasi ile cumhuriyeti karşı karşıya getirmek isteyenler, çok iyi biliyorum, demokrasiyi hiç sevmiyorlar.
Ya da bu gibilerin kafası demokrasiyi hiç almıyor.
Bu kafada olanlara göre demokrasi, Türkiye’de cumhuriyeti ham yapabilir, öldürebilir. Yani laiklik güme gider, şeriat idaresi çöreklenir Türkiye’nin başına...
İnanıyorlar böyle bir tehlikeye.
Çankaya Köşkü elden giderse, asıl o zaman Tayyip Erdoğan’ın kafasındaki ‘gizli gündem’i uygulamaya başlayarak laik cumhuriyeti adım adım yok edeceğini, böylece ‘İslami hayat tarzı’nı devlet ve toplum düzeninde egemen kılacağını savunuyorlar.
Onun için de diyorlar ki:
“Asker elini çabuk tutsun!”
Bütün dertleri bu, darbe!
Askere çağrı yapıyorlar.
Oysa böyle bir tutum, bu ülkeye iyilik değil kötülüktür. Bunca yıldır kaç darbe gördük, yaşadık. Hangisi iyiye götürdü ki Türkiye’yi?
Tam tersine...
Türkiye kan kaybetti. Kalkınma yarışında geri kaldı. Siyasal kutuplaşma ve cepheleşmelerden fena halde çekti. Herşeyin başı olan siyasal istikrara bu darbeler nedeniyle de uzun yıllar uzak kaldı. Aş ve iş sorununu da, demokrasi ve hukuk sorununu da çözemedi.
Bunca acı tecrübeye rağmen bugün hala askere el edenlerin galiba umurunda değil, bütün bu yaşananlar...
Ya askeri bir müdahaleye ideolojik ve psikolojik yapıları nedeniyle çok teşneler... Ya bir ihtimal asker kaynaklı bir psikolojik savaşın gönüllü aleti durumundalar...
Ya da ikisi birden...
Geçelim.
Evet, ben darbeye karşıyım. Asker, siyasete müdahale etmesin. Geçmişten bugüne bakınca, askerin siyasetle haşır neşir olmasının bu topraklara bir faydası dokunmadığını görüyorum.
Yani kafam berrak.
Bu görüşte olmak, asker düşmanlığı değildir. Bu düşünceleri taşımak, Türkiye’nin bazı temel meselelerinde askere eleştirel yaklaşmak, yazın bir kenara, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne düşmanlık değildir.
Darbelerden dolayı, siyasete müdahalelerinden dolayı askeri eleştirdim; bugün de eleştirmeye devam ediyorum. Yalnız köşe yazısı değil, kitaplar da yazdım bu konuda.
Halkın oyuyla, seçimle gelen organların, meclis ve hükümetlerin görev ve yetki alanlarının her darbe sonrasında, ama özellikle 12 Eylül’le birlikte sınırlanması ve her seferinde askerin ‘rejim koruyuculuğu’na soyunmasıyla bu ülkede siyasal ve ekonomik sorunlar ağırlaşmıştır.
Askerin Türkiye’de bazı sorunları kendi tekeline alması ve sivil hükümetlere o alanları kapatması da Türkiye’ye iyilik olmamıştır.
Örneğin Kürt sorunu bu nedenle derinleşmiştir. Güneydoğu’da yangın 12 Eylül sonrası 1980’ler ve 1990’larda bu yüzden parlamıştır. Askerin kendi tekelinde tutmak istediği Kürt sorunu ve Güneydoğu’dan dolayıdır ki, Türkiye hem kalkınma yarışında nal toplamış, hem de demokrasi ve hukuk devleti alanında ikinci sınıflıktan kurtulamamıştır.
Asker laiklik konusunu da kendi tekelinde tutmaya gayret etmiştir. Türkiye’de dinle demokrasi ilişkisi bir türlü yerli yerine oturmamışsa, İslam bir sorun olarak Türkiye’nin gerçek gündeminde yer almaya devam etmişse, bunda da askerin payı büyüktür.
Sivilin hiç mi payı yoktur?
Elbette var.
Ancak bu yazımın konusu sivil değil, asker. Siviller olsaydı, örneğin Güneri Cıvaoğlu’nun dünkü köşesinde yer alan Demirel’le başlardım yazıma.
12 Eylül 1980.
Darbenin ilk saatleri. Güneri Cıvaoğlu’nun telefonla ulaştığı Başbakan Demirel bakın ne diyor:
“Müdahaleyi yapanlar için bir şey demem. Çünkü Türkiye’nin ve benim başka ordumuz yok. Onu yıpratacak tek kelimem olmaz. Vatan millet sağ olsun.”
Tavır bu...
Ama bir de Yunanistan’ı, 1967 Albaylar Cuntası’nın Yunanistan’ını anımsıyorum. Darbe sonrası Atina’da, Yorgo Papandreu’nun ölümü üzerine meydanlara dökülen yüz binlerin protestosu gözümün önüne geliyor. Ve bazıları bugün bile hâlâ hapiste yatan darbe liderlerini anımsıyorum.
Bu konuyu da geçelim.
Çok özetlersem:
Asker, demokrasilerde devlet içinde devlet olamaz. Asker, demokrasilerde devlet içinde devlete paralel bir örgütlenme içinde olamaz.
Belki bir başka deyişle:
Asker, demokrasilerde devletin üstünde bir güç olamaz.
Ve bütün bunları söylemek ve savunmak da asker düşmanlığı değil, demokrasi ve hukuk devletini savunmaktır.
Mesele, ne mi değildir?
Mesele, Genelkurmay andıcını sızdıran köstebek değildir.
Asıl mesele, askerin hınk deyicisi olmaktır. Asıl mesele, askerin psikolojik savaşlarının aleti olmaktır. Asıl mesele, askerin nezdinde cici çocuk-afacan çocuk olmaktır.
Devam edelim.
Sorun, köstebek avı değildir!
Gerçek sorun, demokrasidir; hukuk devletidir; demokratik hak ve özgürlüklere korkusuzca sahip çıkmayı öğrenmektir.
Ve sorun, laik cumhuriyetin demokrasi içinde korunabileceğini, Türkiye’nin bu güce sahip olduğunu bilmektir.
Milliyet, 10.3.2007
|