Türkiye’nin gazete ve gazetecilerinin bir kısmını “güvenilmez” ilan ederek, kendi ifadenizle itibarlarını düşürmeye çalışacaksınız.
Yine kendi ifadenizle “akreditasyon uygulamasıyla bunların askeri bölge, birlik ve tesislere girerek istihbarat elde etmeleri ve bunu bölücü–yıkıcı unsurlara iletmeleri ve askeri birlik, tesis, malzeme ve personele zarar vermelerinin engellenmesi amaçlanmıştır” diyerek, kimi gazete ve gazetecilere eylemci ya da eylemcinin lojistik desteği muamelesi yapacaksınız…
Bu yetmiyormuş gibi, akredite gazeteleri de satır satır takip edecek, dost ve düşman haberler, yazılar gibi değerlendirmelere girişeceksiniz. Çetin Altan’dan Umur Talu’yu uzanan bir hatta ülkenin önde gelen yazar ve yorumcularına “TSK karşıtı ve güvenilmez yazarlar damgası” vuracaksınız…
Ve her şey kaldığı yerden hiçbir şey olmamışcasına devam edecek…
Hazırladığınız andıçtan ve bunun kamuoyunca öğrenilmesinden dolayı bir mahcubiyet, bir tedirginlik, bir rahatsızlık bile duymayacaksınız…
Hedef alınan (ama bir tür suç ortağınız olduğu da ortaya çıkan) kimi basın organları “siz kimsiniz, ne hakla bunu yapıyorsunuz” demeyecek, diyemeyecek…
Hiçbir savcı “gazeteler ve gazeteciler nezdinde toplumu tefrik etmek suçu”ndan hakkınızda soruşturma açamayacak…
Muhtemelen bu tavrınızı ve bu durumu sorgulayan kişi ve yazarlara “askeri kuvvetlere hakaret gerekçesiyle 301. maddeden dava açılması” için suç duyurularında bulunacaksınız…
Dahası, belki de en vahimi “bu belgeyi kim sızdırdı” sorusunu öne alarak, kuralın ve ilkenin gerçek icabı buymuş gibi davranarak, gazetelerde köstebek avının manşetlere çıkmasını sağlayarak, yani üste çıkacaksınız…
Ne yazık ki olan bu…
Dünkü Akşam Gazetesi’nin manşeti “Genelkurmay’da Köstebek avı” değil miydi? Milliyet Gazetesi’nin birinci sayfasından konu, “Andıç Köstebeği aranıyor” diye verilmemiş miydi? Sabah Gazetesi sürmanşetten “Genelkurmay’da Köstebek Alarmı” demiyor muydu? Radikal Gazetesi bile konuyla ilgili olarak birinci sayfa için “Asker sızdıranı arıyor” başlığını tercih etmemiş miydi?
Dosya tasnif edilmiş, asker bu işten üstün ve haklı çıkmış, dolayısıyla uygulama kamuoyu gözünde tabiileşmiş ve sıradanlaşmıştır…
Askeri vesayet sistemi işte böyle bir şeydir…
Bir tek askerle kurulmaz böyle bir sistem… Vesayetin asli kurucusu vardır. Ama onun kadar önemli olan kurulmasına yardımcı olanlardır, yürütülmesine katkıda bulunanlardır…
Hatırlayın…
Akın Birdal’ın kurşunlanmasına yol açan, Cengiz Çandar ve Mehmet Ali Birant yanında birçok başka gazeteci, kişi ve kurumu hedef haline getiren, üstelik doğru olmayan bilgilerle oluşturulan ve gizli soruşturma safhasının gazetelerde talimat üzerine basılmasıyla sonuç veren 1. Andıç’ın kokusu hala orta yerde duruyor.
Bunu hazırlayanların bir kısmı “mutlu emekli”, bir kısmı hala görev başında… Dönemin suç ortağı yayın yönetmenleri, baş yazarları da işlerinin başında…
Ne ahlaki bir yaptırımı oldu yaşananın ne de hukuki…
Şimdi aynı isimler yeni andıçla birlikte kişisel olarak ya sessiz ya da başlarını başka yöne çevirmiş haldeler. Kurumsal olarak işi sulandırmakla, askeri haklı hale getirecek manşetler atmakla meşguller…
Askeri vesayet sistemi işte böyle bir şeydir…
Genelkurmay’da bir kez bir brifing izledim. 28 Şubat günlerinin ünlü medya brifingini… Bunun üzerine Yeni Yüzyıl Gazetesi’nde, “Basının Kara Sayfası…” diye bir yazı kaleme alınca en çok meslektaşlar tarafından nasıl dışlandığımı, “asker düşmanı” ilan edildiğimi iyi hatırlarım…
Askeri vesayet sistemi işte böyle bir şeydir…
Yeni Şafak, 10.3.2007
|