Gerçek sevgi, karşılık beklemeyen sevgidir. Paylaşımcı özelliği daha sonra gelir. Diyebiliriz ki; bu iki özellik sevgiyi yeterince tanımlar.
Buna göre, yaptığı her işten karşılık bekleyen ve bundan ötürü beklenti içinde olan bir kim-senin, ne kadar sevgiden dem vursa bile, gerçekçi bir sevgiye sahip olduğunu söyleyemeyiz. İyiliklerin amaca ulaşmaları için de karşılıksız yapılmaları gerekir.
Gerçek sevgi ile ilgili kaynağı belli olmayan bir hikâye anlatılır: Ermişlerden birine, “Sözde sevgi ile özümsenerek yaşanan sevgi arasında ne fark var?” diye sormuşlar. Cevabı kolay demiş ermiş. Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş bir grup çağırmış. Onlara mükemmel bir sofra hazırlamış. Sofra başında herkes yerini almış. Tabaklar içinde nefis kokan çorbalar gelmiş ve arkasından da bir metreden uzun derviş kaşıkları. Ermiş, bu kaşıkların ucundan tutup yemelerini şart koymuş. Peki demişler ve uzun kaşıklarını çorbaya daldırmışlar. Ama bir türlü kaşıkları a-ğızlarına getirememişler. Birkaç denemeden sonra, bakmışlar ki beceremiyorlar, öylece aç olarak sofradan kalkmışlar. Bunun üzerine sevgiyi gerçekten kalplerine indirip yaşayanları, yani bilenleri dâvet etmiş ermiş. Yüzleri nurlu, gözleri parıl parıl parlıyormuş. Gelip oturmuşlar sofraya. Ermiş, “Buyurun!” demiş onlara. Her biri uzun kaşığını daldırmış çorbaya. Hiç duraklamadan yine her biri uzatmış karşısındakine. Böylece her biri diğerini doyurmuş; şükrederek kalkmışlar sofradan. İşte demiş ermiş: “Kim ki, sevgi sofrasında yalnız kendini düşünür ve kendi karnını doyurmaya çalışırsa, aç kalır. Kim kardeşini düşünür de doyurursa, o da kardeşi tarafından doyurulur. Şunu da hiç unutmayın! Sevgi pazarında alan değil, veren kazançlıdır.”
Ama günümüzün çarkında çıkar ön plana çıkıyor genellikle. Hayatı salt bir mücadeleden ibaret gören bir bakış açısı sürekli bu çıkar duygusunu körükler. Önce insanın kendisidir der. Böyle bir kültürde gemisini kurtaran kaptandır. Başkalarının aç susuz ya da ölüm kalım savaşı içinde olmaları önemli değil. Çıkar anlayışı bütün davranışlara hakim.
Öyle değil, elbette doğru olan. Kendimizden çok başkasını düşünmezsek, başkaları da dikkate almaz bizi. Önce bireyler, sonra toplumlar arasında bir rekabetle başlayan yarış bir çıkar savaşıyla sonuçlanır. Çıkar birinci önceliklerimiz içinde olduğu sürece, lâhuti bir güzelliğe bürünemediğimiz gibi, yaşadığımız sürece mutlu da olamayız. Herkes ister ki, bir diğerinden daha çok malı, daha çok ünü ve daha çok alkışlayanı olsun.
Bu, bir sevgisizliktir, sevgiyi bilmemektir, sevginin yanlış yerde kullanımıdır.
Hiçbir beklenti içinde olmadan birini sevmek elbette kolay değil. İnsan ister ki, sevdiği kimse kendisini de sevsin. Kendisini sevmeyeni nasıl sevebilir insan? Kendisini sevmeyenleri, hatta düşmanları da sevmektir gerçek sevgi. Düşmanları nasıl sevebiliriz? Artık sevgi düşmana karşı acımaya döner.
Sevmede ölçü, inananlar için Allah için sevmektir. Allah için sevmek ve Allah için düşmanlık etmek… Allah için olduktan sonra her şey ayan beyan olur. Onun için sevdikten sonra, sevgide ayrım yapmanın hiçbir ehemmiyeti yok. Allah rızası için sevmek, evrensel bir sevgi, yani gerçek bir sevgidir. O razı olduktan sonra bir beklenti içinde olmak neden?
Gerçek sevgi, hep bir şeyler vermektir.
Gerçek sevenlerin ödülü de Yaradan tarafından verilir. Bir berattır insanın elinde.
Güzel bir hadis var. Allah kıyamet gününde şöyle buyurur: “Benim rızam için birbirlerini sevenler nerededir? Onları, gölgemden başka gölge bulunmayan bir günde, Arş’ın gölgesinde gölgelendireceğim.”
[email protected]
|