Osmanlı ile yaşıt Eşrefoğlu Camii’ndeki ağaç bölümlerinin nasıl olup da çürümeden bugüne kadar geldiği hâlâ anlaşılamıyor. 7 asırlık cami, taş, tuğla, çini ve renkli boyama gibi birçok süsleme san’atının bir arada ve yoğun olarak kullanıldığı tek ahşap cami olması sebebiyle Türk mimarlık tarihinde özel bir yer işgal ediyor.
Konya’nın Beyşehir ilçesinde 1299’da ahşaptan yapılan Eşrefoğlu Camii’ndeki ağaç bölümlerinin nasıl olup da çürümeden bugüne kadar geldiği hâlâ anlaşılamıyor. 7 asırlık cami, taş, tuğla, çini ve renkli boyama gibi birçok süsleme sanatının bir arada ve yoğun olarak kullanıldığı tek ahşap cami olması sebebiyle Türk mimarlık tarihinde özel bir yer işgal ediyor.
Eşrefoğlu Süleyman Bey tarafından 1297-1299 yılları arasında yaptırılan Eşrefoğlu Camii, ahşap direkler üzerine oturtulan düz tavanlı camilerin en büyüğü olarak biliniyor.
Halen ibadete açık olan tarihi yapı, üstün ağaç ve çini işçiliği yönünden bir “Türk ağaç cami müzesi” sayılıyor.
Anadolu’nun olduğu kadar İslam cami mimarisinin de eşsiz bir örneğini oluşturan Eşrefoğlu Camii, zengin taş, tuğla ve çini süslemelerinin yanında, özellikle ahşap destek ve tavan sistemindeki işleme ve nakışlarıyla dikkati çekiyor.
ÇÜRÜMEMESİNDEKİ SIR BİLİNMİYOR
Selçuk Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Yaşar Erdemir, yapımında çoğunlukla Beyşehir yöresindeki sedir ağaçlarının kullanıldığı caminin, 708 yıldır çürümeden ve orijinalliğini koruyarak günümüze kadar geldiğini söyledi.
Caminin ahşap olmasına rağmen 7 asır çürümeden ayakta kalabilmesinin sırının bugün bile bilinmediğini anlatan Erdemir, Eşrefoğlu Camii’nin en ilgi çekici yönünün, değişik tekniklerle yapılan süslemeleri olduğunu ifade etti.
CAMİNİN ORTASINA “KAR KUYUSU”
NE İÇİN YAPILMIŞTI?
Caminin önemli özelliklerinden birinin de ortasında bulunan, 4-5 metre derinliğindeki “karlık” denilen kuyu olduğunu ifade eden Erdemir, şöyle devam etti:
“Orijinalinde üstü açık bırakılan karlığın yapılış sebebi tam olarak bilinmemektedir. Ancak karlığın, caminin çürümesini önlemek amacıyla yapıldığı sanılmaktadır. Karlığa dolan karın yavaş yavaş erimesiyle cami içinde meydana gelen nemin, caminin içindeki ağaçların ömrünü uzattığı sanılıyor. Çok kuru havalarda ağaç çatlar, ağaçların neme ihtiyacı vardır. Caminin yıllara meydan okuyan 48 ahşap direğinde, belki de bu sayede hiç kurtlanma olmamıştır. Karlığın üstü 1965 yılında yapılan restorasyonda camla kapatılmış ve böyle bir işlevi varsa da artık bunu yitirmiştir.”
Erdemir, “Zengin taş, tuğla, mermer, çini süslemesinin yanında, ahşap destek ile tavanındaki işleme ve nakışlar, camiyi eşsiz kılıyor. Eşrefoğlu, bu kadar çok süsleme tekniğinin bir arada kullanıldığı tek cami” dedi.
TUTKAL VE ÇİVİ KULLANILMADAN
YAPILAN MİNBER
Caminin mihrabının önünde, çinilerle süslü mihrap önü kubbesi bulunduğunu, bunun ahşap camilerde başka bir misâlinin olmadığını ifade eden Erdemir, “Caminin minberi de tamamen ceviz ağacından üstün bir işçilik ve zengin bir süslemeyle hazırlanmıştır. Minber, ‘kündekari’ adı verilen teknikle, oymalı, çatmalı ve tutkalsız olarak yapılmıştır. Sadece Türklerde kullanılan bu tekniğin en göz alıcı örneğini bu eserde görmek mümkün” diye konuştu.
Caminin 5 köşeli olmasının bir diğer farklı özellik olduğunu vurgulayan Erdemir, halkın caminin çeşitli nedenlerle kapalı olduğu zamanlarda namaz kılmaları için inşa edilen “son cemaat yeri”nin ise ulu camiler arasında ilk kez Eşrefoğlu Camii’nde yapıldığını bildirdi.
Erdemir, Eşrefoğlu Camii’nin, değişik mimarisi ve birçok süsleme sanatının bir arada ve yoğun olarak kullanıldığı tek ahşap cami olması sebebiyle yerli ve yabancı turistlerden büyük ilgi gördüğünü de sözlerine ekledi.
|