Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 27 Şubat 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Acıları bir daha yaşamamak için

Bu hafta medya 28 Şubat konusunu tartışacak. Yazı dizileri hazırlanacak, köşe yazıları kaleme alınacak. Herkes kendi çerçevesinden bakacak “postmodern darbe”ye. Ve tabii ki meselenin merkezinde siyaset olacak, demokrasi olacak, antidemokratik metotlar olacak.

Askerlerin siyasete bulaşma ve politik gelişmelere karışma hakkı tartışılacak bir yandan; diğer yandan da siyasîlerin ihmalkârlığı üzerinde durulacak. Röportajlar, açık oturumlar, analiz yazıları...

“Terzi, kendi söküğünü dikemez” dermiş atalar. Doğrudur. Bir başkasının üzerindeki elbiseyi, o elbisedeki hatayı görmek daha kolaydır. Sökük dikerken ortaya çıkan iğne sapması bir risktir ve risk bir başkası üzerinde icra edildiğinde terziyi çok rahatsız etmez. Medyanın hali, kendi söküğünü dikemeyen terziye benziyor. 28 Şubat süreci üzerine askerler hakkında atıp tutmak, siyasetçileri yerden yere vurmak, iş dünyasını eleştiri oklarıyla delik deşik etmek medyanın sıkça yaptığı bir iştir. Tabii ki medya, 28 Şubat’ın taraflarını mercek altına alacak. Çünkü hiçbir tarihî hadise tek bir nedene, tek bir etkene bağlanamaz. Meseleye taraf olanlar tek tek ele alınmalı, her birinin amel defteri ayrı ayrı açılıp tarih huzurunda sigaya çekilmeli. Bunda şüphe yok. Zira, tek başına iş dünyasının bir darbeye zemin hazırlaması, tek başına ordunun darbe gerçekleştirmesi, tek başına siyasî yapının darbe teşebbüslerine sebep olması düşünülemez. Dolayısıyla medya, hadisenin her bir karesini tek tek inceleyecek, aradaki geçiş noktalarını bir bir çözümleyecek ve ilişkiler yumağının faturasını gözler önüne serecek. Ancak ortada bir soru var: Antidemokratik oluşumların hesabını tek tek mercek altına alması gereken medyayı kim mercek altına alacak?

Aslında yaşadığımız yer Türkiye olmasa medyayı hesaba çekecek pek çok mekanizmayı rahatlıkla sayabilirim. Mesela üniversiteler, “Modern Engizisyon”u çağrıştıran idarî yapısı ve baskıcı tutumu yerine tarafsız ve araştırmacı bir yolda yürüseydi, 28 Şubat-medya ilişkisi daha objektif kriterler içinde tartışılabilirdi. Ne yazık ki üniversiteler başörtülü öğrenci kovalamaktan, hocalarının inançlarını soruşturmaktan hatta onları fişlemekten, ezberci hocalar ezberci talebeler üzerinden koro halinde konuşan insan üretmekten ilmî araştırma yapacak zaman ve zemin bulamıyor. İyi niyetli çalışanları tenzih ederim; ancak üniversitelerimizin içler acısı hali genelde budur. O nedenle medya, tabii ki hepsi değil, kendine göre ‘la yüsel’ edayla çaka satıp geziyor. Çünkü yazanın yanına kâr kalıyor, objektif araştırma ile kalite ayrışımı yapılamıyor. İlmî bir denetim yok...

28 Şubat-medya ilişkisi deşifre edilmeli

Sadece üniversiteler sorumlu değil bu durumdan. Mesela meslek örgütleri, bir kısım ideolojik körlüklerin dipsiz kuyularında avare dolaşmayı tercih etmeseydi, her grubu, her düşünceyi içinde barındıracak kadar çoğulcu ve demokratik bir yapı oluşturabilseydi bir çıkış yolu açabilirdi medya için. Ne gezer! En eski ve köklü bir meslek örgütü, yasakların en ateşli savunucusu olmakla övünürken, salondan başörtülü diye çıkarılan gazeteciye sahip çıkacak yüreği bile kendinde bulamıyor. Rant avcılığı üzerine kurulan meslek örgütünden darbe ve darbecilik gibi netameli bir konuda objektif çalışma yapması beklenemez...

Sivil toplum desem “O da ne ki?” diyeceksiniz. Haklısınız. Bizdeki sivil toplum örgütlerinin önemli bir kısmı sivil değil. Bunlardan kalkıp bir de demokrasi araştırması istenmesi sanırım abesle iştigal olur...

Demem o ki, medya kendi göbeğini kendisi kesmek zorunda. Yani 28 Şubat-medya ilişkisi tekrar masaya yatırılmalıdır. Maalesef bu tür konulara medya, aşırı bir alınganlık içinde yaklaşıyor. Buna sebep olan faktörler de var. Bazen karşı taraf olarak gördüğü insanları hırpalamak maksadıyla yapılan tenkitler de objektif olmaktan çıkıyor, bir öç alma ameliyesine dönüşüyor. Öyle bir atmosferde ne özeleştiri yapılabiliyor ne de genel tenkitler.

Manzara şudur: 28 Şubat antidemokratik bir yolla siyasî mecraya, dolayısıyla halk iradesine bir müdahaleydi ve bu müdahaleyi yapanlar kendilerine ait faturayı önemli bir oranda ödedi. Mesela 28 Şubat’ı planlayan ya da o plan içinde figüranlık yapan bütün siyasî yapılar halk tarafından cezalandırıldı. Siyasette efsaneler çöktü, masallar bitti. 12 Eylül’de de böyle olmuş, 27 Mayıs’ta da vatandaş, mağdur duruma düşenleri inadına baş tacı etmişti. Siyaset hesabını ödedi de 28 Şubat’ın diğer tarafları masalarında ağır bir fatura bulmadı mı? İş dünyası itibar kaybetti mesela. Kimi hesabını ödemek için ceketini satmaya mecbur kaldı, kimi de mutfakta bulaşık yıkamaya. Ne eski şaşaalı havaları kaldı ne de sarsılmaz görülen tahtları.

Darbelerin suç ortağı olmamak için...

En üzücü yanı, askerimizin hırpalanması oldu. Emekli olduktan sonra “Bizi gaza getirdiler” diyen 28 Şubatçı generaller, sadece kendilerini yıpratmadıklarını, Türk ordusunu da çok zor durumda bıraktıklarını geç de olsa fark ettiler. Fark ettiler ama bütün dünyaya verdikleri imaj hâlâ silinebilmiş değil. Durum şudur: 28 Şubat’ı “sonsuza kadar sürecek” iddiasıyla ayakta tutmaya çalışanlar çıksa da, son yıllardaki askerî erkân AB yolunda atılan demokratik adımlara ve açılımlara çok önemli destekler verdi. Bu, Türk ordusunun Batılılaşma adına aslî eğilimiydi ve 28 Şubat’ın askerî açıdan da sonuydu...

Asıl meselemize yeniden dönecek olursak; medyanın 28 Şubat’tan ders çıkarması için bir iç muhasebe ve murakabe yapması gerekiyor. Gazete merkez binasında bir generalin toplantı yapması, oradan “leylim leyl” havası içinde methiyeler duyması, manşetlerin bir merkezden gönderilip dikte edilmesi, andıçlarla insanların yok edilmesi, düğmeye basma emriyle birilerinin muvazzaf yıllarına geri döndürülmesi, mizansen olayların ülke gündemine mührünü vurması, psikolojik harp teknikleriyle insanlar üzerinde korku havasının oluşturulması, kişi ve kitlelerin çeşitli yaftalarla hedef haline getirilmesi, “üst düzey bir askerî yetkili” lafıyla “sıcak gündemler” oluşturulması, meçhul yerlerden çoğu düzmece iddiaların çarşaf çarşaf haber merkezlerine ulaştırılması...

Ve daha kötüsü var! Bütün bunlar olurken bankaların hortumlanması, yolsuzlukların yapılması, ticarî işlerin gizlilik ve kirlilik esasına oturması, menfaat temin edilmesi, iltimas yollarının açılması...

Meseleyi şahsîleştirmeden 28 Şubat’ın yanlışlarını tek tek saymak ve bütün bunlardan ders çıkarıp, demokrasiden yana, özgürlüklerden yana yeniden pozisyon belirlemek zorundayız. En azından bir bölümü itibarıyla söylüyorum; dünyanın en özgürlükçü mesleğini ifa edip de hâlâ faşist eğilimler içinde olan insanlar var medya dünyasında. Bunlar, kendi düşüncelerini dayatmak uğruna, antidemokratik olaylardan medet umuyor, halkı korkutmayı, vatandaşı sindirmeyi gazetecilik sanıyor. Türk medyası, bu faşist azınlığı sırtından atmadıkça darbelerin suç ortağı olmaktan yakasını kurtaramaz...

Zaman, 26.2.2007

Ekrem DUMANLI

27.02.2007


 

Ne değişebilir?

Durumlarının umutsuz olduğunu bile bile ‘spekülasyon’ yapan arkadaşlar var basında...

Yani, patron onları kapının önüne koyacak değil tabii de, tuttukları parti seçimi kazanamayacak. Bunu biliyorlar.

(...) Ama onlar hiç olmazsa bir ‘koalisyon’ lafını gündemde tutmak istiyorlar. Olmayacağını bile bile.

CHP-MHP koalisyonu... Olmadı, CHP-DYP koalisyonu... İyice uçanlar için üçlü ‘kombinasyon’, CHP-MHP-DYP... Çok şükür buna seçim barajını geçmeleri mümkün olmayan küçük partileri katan yok, bu kadar sersemlik Türk basınında bile mümkün değil.

Yani, ulusalcı cephe! Sağcı ulusalcı oyunu MHP’ye, solcu ulusalcı CHP’ye versin (yok, Mehmet Ağar’a vermesin, çünkü o Kürt meselesinde fazla ileri geri konuşuyor), yeter ki şu AKP başımızdan gitsin!

Tabii bundan otuz yıl önce Demirel’in ‘milliyetçi cephe’ koalisyonuna her türlü hakareti edenler, onu ‘mece’ diye aşağılayanlar, şimdi bir ‘ulusalcı cephe’ istemekten utanmıyorlar. ‘Öztürkçe’ yazınca yemeğin üstüne ‘sol salçası’ dökülmüş gibi mi geliyor onlara?

Bu arkadaşlar bu eşekliği niçin ediyorlar?

Kimisinin aklı başka konulara ermediğinden. Kimisi, gazetesinin ya da televizyonunun özel müşteri kitlesine ‘servis verme’ gayretinden. Kimisi iyice dibe vurmuş ve çıkma umudu da kalmamış bulunduğundan. Kimisi yeni bir yönetimden avanta beklediğinden (çünkü şimdikinden kesik)... Kimi hanım düpedüz manyak olduğundan. Kimi bey de, İngilizce’de ‘wishful thinking’ denilen, gönülden geçeni gerçek sanma hastalığından.

Duruşmaya girmiş avukat ağzı yapıp biz de soralım: ‘Bir an için’ bu koalisyonun gerçekleştiğini, AKP’nin iktidardan düştüğünü varsayalım. Deniz Baykal başbakan olsun, Devlet Bahçeli ve Mehmet Ağar da başbakan yardımcıları...

Nasıl bir ‘ulusalcılık’ yapacaklardır bu adamlar?

Kerkük’e mi gireceklerdir? PKK’yı mı yokedeceklerdir? Apo’yu mu asacaklardır?

Yoksa ‘Kıbrıs’ta iki devletli çözümü’ sonunda ele güne, dosta düşmana çatır çatır kabul mu ettireceklerdir? Otuz üç yıldır gelmiş gitmiş hiçkimsenin, hiçbir yönetimin başaramadığı işi hangi güçle, hangi parmak ısırtıcı hamleyle bitireceklerdir?

Yoksa Irak’ın bölünmemesi gerektiğine, yılbaşından sonra yeni gelecek Amerikan başkanını ikna mı edeceklerdir? Amerika’yı İran’a saldırmaktan vaz mı geçireceklerdir?

Acaba Avrupa Birliği’ne girmekten namusumuzla ve kesinlikle vazgeçtiğimizi mi açıklayacaklardır?

‘İçeride’ ne yapacaklardır peki?

Misli görülmemiş ve memlekette işsiz bırakmayacak yatırım ve kalkınma hamlesi gibi boş lafları bırakalım... ‘İnsanları sevgiye yöneltmek’ gibi saftırık sosyaldemokrat safsatalarını da bırakalım. Gerçekte ne yapacaklardır?

Yabancı sermayeyi mi kovalayacaklardır, ya da korkutup kaçıracaklardır? Satılmış KİT’leri geri mi alacaklardır? Türkiye’den yetmiş milyar doların bir anda gitmesi, ‘depremci esnafının’ para kazanmak için dillere pelesenk ettiği şu muhayyel İstanbul depreminden bile daha büyük bir deprem ve yıkım yaratır.

Kambiyo rejimini mi değiştireceklerdir, ‘Özal öncesine’ geri dönüp? Döviz büfelerini mi kapatacaklardır? Kredi kartlarının yurtdışında kullanımını mı yasaklayacaklardır? Yurt dışına çıkışları mı gene eskisi gibi sınırlayacaklardır?

Bunların hiçbirini isteseler de yapamazlar, diyeceksiniz, çünkü dünya çok değişti...

Eee peki nasıl bir ‘ulusalcılık edecekler’ bunlar yahu?

Hiçbir şey edemeyeceklerini amigoları da biliyorlar da, maksat spekülasyon olsun, köşe dolsun. Aybaşında maaş gelsin.

En fazla, devlet dairelerinden AKP kadrolarını kovalayıp üniversitelere de başı bağlı kız sokmazlar (bugün de giremiyor), onun da ulusla budunla ne ilgisi var?

Akşam, 26.2.2007

Engin ARDIÇ

27.02.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004