Vatan Gazetesi’nin haberine göre geçtiğimiz ekim ayının içinde Ankara Küçükesat’ta eli silahlı bir kişi, iki kişiyi tabancayla ayaklarından vurduktan sonra çevreye rastgele ateş ediyor. Kurşunlardan biri apartmandan çıkan Berat Çelik isimli bir gence isabet ediyor.
Bu genç dört ayı aşkın bir süredir komada. Bu genci komaya sokan kişi ise yakalandıktan 50 gün sonra tahliye ediliyor. Berat Çelik komada, onun bu hale gelmesine sebep olan adam ise serbest. Bu örnek gibi yüzlerce hikâye bulmak mümkün Türkiye’de. Bu ülkede kişiye karşı işlenen suçların cezası neredeyse yok.
Oysa çağdaş hukuk kişi önceliklidir. Bireyin hak ve hürriyeti, yaşama hakkı her şeyin önünde gelir. Devlet, insanların hak ve hürriyetlerinin gasp edilmesini önlemek için vardır. Hukukun da öncelikli olarak koruması gereken budur. Türkiye’de ise devletin hatta hukukun en kolay affettiği suç, Berat Çelik örneğinde olduğu gibi kişilere yönelik işlenen suçlardır. Belirli dönemlerde gelen aflarda adam öldüren, gasp yapan, tecavüz edenler kolayca affediliyor. Bunlarla ilgili aflar neredeyse tartışılmıyor bile. Zaten infaz yasası, iyi hal vs. gibi gerekçelerle neredeyse suçludan bir özür dilenmediği kalıyor. Komik cezalara çarptırılan bu suçlular sık sık yürürlüğe giren aflarla da kısa sürede topluma dahil oluyor. Mesela adam katildir, küçük bir kıza tecavüz etmiş sonra da öldürmüştür ya da yolda giden masum bir insanı zorla kaçırmış, tecavüz edip öldürmüştür; ama mahkeme esnasında hakime iyi davrandığından dolayı iyi hal indiriminden yararlanır.
Kişiye karşı işlenen suçlarda olabildiğince suçludan yana tavır gösteren yargı, siyasi konularda çok farklı bir tutum sergiliyor. Yerel ve yüksek mahkemelerde görülen davalar ve verilen kararlara toplu olarak bakıldığında yargının laiklik gibi belli konularda hukuk dışına kaydığı ve siyasallaştığını görmek mümkündür. AB uyum paketleri ve yeni TCK ile Ceza Kanunu’nda 2 kez değişiklik yapıldı. Ancak Yargıtay, ifade hürriyetini güvence altına almak, düşünce yasağını kaldırmak amacıyla yapılan bu değişiklikleri neredeyse uygulamaya hiç yansıtmadı. Yargıtay Ceza Genel Kurulu Başkanı Osman Şirin’in, Meclis Adalet Komisyonu’nda 312. maddeyle ilgili değişikliklerin görüşülmesi sırasında, bu maddeyle ilgili davalarda kanun metninin yüzde 5, Yargıtay’ın yorumunun ise yüzde 95 oranında etkili olduğunu söylediğini hatırlayın. Üst düzey bir yargı mensubunun bu ifadeleri bazı davalarda hukuktan çok başka hassasiyetlerin devreye girdiğinin açık bir göstergesi değil midir?
Meclis’in çıkardığı çok sayıda yasa, CHP ve Cumhurbaşkanı tarafından yapılan başvurular üzerine Anayasa Mahkemesi’nce iptal ediliyor. Danıştay, başta özelleştirme kararları olmak üzere hükümetin çeşitli alanlardaki icraatlarını frenliyor. Yargıtay, özellikle düşünce özgürlüğüyle ilgili davalarda uyum yasalarıyla yapılan değişiklikleri uygulamaya yansıtmakta direniyor. AB sürecini ve demokratikleşme çabalarını zora sokan uygulamalar gündemden hiç çıkmıyor.
İktidarların hukuka aykırı uygulamalarına karşı kişisel özgürlükleri koruması gereken yargı organları, tartışılan birçok davada olduğu gibi hükümetin özgürlükleri genişletme amacını taşıyan girişimlerini engelliyor. Osman Şirin’in bahsettiği yüzde 95’lik hakim yorumunun kişilere karşı işlenen suçlarda suçlunun aleyhine kullandığını nedense görmüyoruz. Tecavüz eden, gasp eden, katleden kolayca dışarıya çıkarken, yargı, özgürlükler, insan hakları, demokrasi konularında kaskatı bir tutum sergiliyor.
Demirel’in başbakanlığı döneminde CHP’li Seyfi Oktay ve Mehmet Moğultay’ın niye yargıda bu kadar kadrolaştığını şimdi daha iyi anlıyor insan.
Zaman, 14.2.2007
|