*Herkes ‘neden Trabzon?’ diye soruyor bugünlerde. Sizin cevabınız ne?
Fotoğrafı çok yukarıdan okuduğumda, olanlar sadece Trabzon’a mahsus değil, bu bana göre demokrasiyle tamamlanmamış cumhuriyet projesinin sonucu. Bugün Trabzon’da oldu, dün Çorum’da, evvelsi gün Maraş’ta olmuştu. Daha önce 5-6 Eylül’de İstanbul’un göbeğinde olmuştu. Bu tamamlayamadığımız ve bu haliyle de Osmanlı’nın o çok sesli, çok kimlikli, çok inançlı, çok kültürlü yapısının gerisine düşen yeni bir ulus ve vatandaş inşasının içine düştüğü acıklı durum. Cumhuriyeti demokratikleştirebilseydik...
*Edemezdik. Çünkü cumhuriyet tek tip insan üretme projesiydi...
Evet, cumhuriyet, tek tip bir vatandaş, yeni bir ulus inşası, yeni bir dil, hatta hatta resmî bir din ve inanç inşası projesiydi. Demokratikleşmiş cumhuriyet ne? Kimsenin kimliğiyle uğraşmayan, diliyle, diniyle, geçmişiyle, geleceğiyle uğraşmayan, kimseye kimse olma dayatması içerisinde bulunmayan bir değerler bütününün tarifi değil mi? Demokratikleştiremediğimiz için bu ülkenin talepleri bu cumhuriyete tehdit ve yük geliyor. O yük de bu eksik hali savunanlarca bazen şiddeti araç olarak, bazen istihbari bilgilerle hiç şiddete bulaşmadan psikolojik imha unsurlarıyla bertaraf edilip bastırılıyor.
*Makro olarak böyle. Ya mikro olarak Trabzon?..
Trabzon aslında elverişli bir tarla. Taşrasından çok göç alıyor. İşsiz güçsüz, eğitim oranı düşük ve sosyolojik olarak “köylü” nüfusu bünyesine çekiyor. Tabii ki ne, neden, niçin ve sonuçları ne olur sorularını kendine soramayan bireyleri birtakım amaçlar için kullanmak son derece kolay. Dışlayıcı milliyetçilik zaten emeksiz bir ideloji. On yıllardır KTÜ yönetimi bu düşünceyi devşiriyor. Karadeniz insanı, hareketli, gözü kara bir kişilik yapısına sahip. Derin devlet dediğimiz güçlerin bu tür bir ipliği işleyip “terör” dokumaları daha kolay oluyor. Gördünüz. Geçen hafta sonu Malatya’da oynanan maçta Malatya Ermeni oldu, Elazığ PKK’lı oldu. Yeter ki siz düğmeye basmayı planlayın. Düğmeye bastığınızda Trabzon’daki olayları sonuçlayabilecek bütün bir toplumsal potansiyel Türkiye’de hazır. Eğitim sistemi ile, devletin güvenlik politikası olarak bu toplum buna hazırlandı.
*Trabzon’da fazladan ne var?
Trabzon’da fazladan cari siyasetin milliyetçi aktörlerini yeterli bulmayan ve onlardan daha ileri talepleri olan kesimlerin siyasi parti dışında organizasyonlarda kendini gösterdiği ileri ve çekirdek örgütlenmeler var. Ve bunları besleyen bir mafya önderliğinden bahsediliyor. Futbolcu Fatih Tekke ve Gökdeniz Karadeniz olayı hepimizin malumu. Tüm bunlar terörü görmeyen, görmek istemeyen güvenlik bürokrasisi ile birleşince sonuç bu oluyor. Bunun yanında bazı cemaat ve bazı sivil toplum örgütlenmelerinin özel olarak etkili olduğu da herkesçe bilinmekte. Bazı cemaatlerin “Atatürk ve Ordu” telaffuzları ve bu kurumlara yakın olduklarını açıkça ifade etmeleri acaba devletin istihbarat ve güvenlik bürokrasisinin onlara “müşfik” yaklaşması sonucunu doğurmakta mıdır? Kamu yararına olduğunu ifade eden bazı derneklerin, karar mekanizmasına yakın olan kimliklerin Antalya’da Hrant Dink ve Oral Çalışlar’ın konuşmacı olduğu konferansta bulunmasının davet mi yoksa bir hesap mı olduğu, “KTÜ’de benden habersiz konferans düzenlenemez” diyenler kimdir? Bu soruların cevabını da en iyi şekilde güvenlik bürokrasisi bilebilir tabii.
*Güvenlik bürokrasisi, asıl takip etmesi gerekenleri neden etmiyor?
Topluma empoze edilen şu: “Çeşitlilik, çok kimliklilik, çok kültürlülük rejim için tehlikedir. Devletin bekasının önünde engeldir. Bunları savunanlar hem topluluk olarak, hem birey olarak tehdittirler. Devlet düşmanıdırlar.” Bu algı topluma benimsetildi. Devletin güvenlik paradigması da böyle oluştu. Türkiye’de güvenlik bürokrasisi, baskı ve şiddeti araç olarak seçen, kendini ifadelendirmede hiç çekinmeden bu araçlara sarılan birtakım sivil toplum örgütlerini de kendine yardımcı pozisyonda tutuyor. Dolayısıyla onlar zaten takip edilmesi, denetlenmesi gerekli kesimin dışına çekiliyor. Kim demokrasiyi, özgürlükleri, inanca ve düşünceye dair şekli pratiklerin rahatça yerine getirilmesini savunuyorsa, o takip edilmesi gereken potansiyel bir tehdit unsuru olarak görülüyor.
*Hrant Dink cinayetinden evvel Trabzon karışmaya başladığında Empati Grubu olarak bir şeyler yapabildiniz mi?
Yapamadık. Empati formatında bir şey yapmaya teşebbüs ettiğimizde bunun yaptırılmayacağının izlenimini edindik.
*Rahip Santaro cinayetinden sonra Neşe Düzel’e verdiğiniz röportajda, “MİT, kiliseye iki yüz metre mesafede.” diyordunuz.
Evet öyle. Bu güvenlik örgütleri niye var? Herkesi, STK’ları izliyorsunuz. Peki McDonalds’ı bombalayıp 7 ay sonra çıkan ve potansiyel suç işleme işaretlerini üzerinde taşıyan insanı niye izlemez MİT? Onun internet bağlantıları, kimle, ne zaman, nereye seyahatlerde bulunduğu niye araştırılmaz?
Zaman, 4.2.2007
|