Türkiye’de sol kanat içinde din ve inanç özgürlüğü temelinde bir parçalanma yaşanması son derece olumlu.
Bundan yedi ay kadar önce Haziran 2006’da Özgürlük ve Demokrasi Partisi’nin Kadıköy Mitingi’nde ÖDP Genel Başkanı Hayri Kozanoğlu tarihi bir konuşma yapmış, ÖDP’nin komünist olma hakkıyla başörtülü bir dindar olma hakkını özdeş gördüğünü; her iki hakka da demokrasi açısından sahip çıktığını ortaya koymuştu.
Bu, kendini sol olarak tanımlayan bir örgütün türban yasağına karşı çıkışının ilk örneğiydi ve ilginçtir, başörtüsü bir kez daha simge haline gelmişti: Özgürlükçü solla totaliter sol arasındaki ayırımın simgesi...
O zamanlar bu olayın tarihi önemini vurgulamış ve şöyle yazmıştım: “Şimdi umudum, ÖDP’nin bu tutumunun, sol kesimde hala son derece etkili olan ideolojik şartlanmanın kırılışının başlangıcı olması... Sol cemaat tarafından aforoz edilmekten çekinip de şimdiye kadar bu temel özgürlüğe sahip çıkmaya cesaret edemeyen kimi sol çevreler ÖDP’nin tutumundan cesaret alabilir. Baş örtme hakkını savunmanın solcu olmakla, ilerici ya da sosyal demokrat olmakla çelişmediği, tam tersine bunun gereği olduğu belki daha rahat kavranabilir. Bu işte bir haksızlık olduğunu hissettiği halde sesini çıkarmaya cesaret edemeyen; aile içinde başka, solcu dost çevrelerinde başka konuşmak zorunda kalan geniş solcu-sosyal demokrat kesimler, üzerlerindeki ideolojik baskının hafiflediğini hissedebilirler.”
10 Aralık Hareketi’nin son açıklamasında üniversite öğrencileri için türbana özgürlük istediğini okuyunca umudumun boşa çıkmadığını gördüm sevinçle. Evet, ÖDP’nin çıkışı tek kalmadı. Başta DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi olmak üzere, Prof. Burhan Şenatalar, eski CHP milletvekili Rıdvan Budak, Tüm- Belsen Başkanı Vicdan Baykara, Prof. İbrahim Kaboğlu, Prof. Erol Katırcıoğlu gibi tanınmış birçok ismin içinde yer aldığı Sol İttifak, “dinin siyasi alanda istismarına yol açmayacak biçimde uygulanmak kaydıyla, yükseköğretim kurumlarında öğrencilerin başörtüsü takmalarının toplumsal uzlaşma temelinde, bu doğrultuda gerekli hukuki değişiklik yapılarak serbest bırakılmasını” savundu. Bu gelişmenin pratik sonuçları elbette önemli.
Üniversitelerin önüne kurulan türban barikatında, bizzat sol kanat tarafından açılan bu gedik önümüzdeki dönemde hızla büyüyebilir. Buna benzer çıkışların artması, Erdoğan’ın beklediği ‘kurumlar arası konsensus”u öne çekebilir ve üniversitelerde on yıllardır süren başörtüsü işkencesi sona erebilir. Ama pratik sonuçlarından daha önemli olan şey, ideolojik sonuçları; bir başka deyişle solun ideolojik alanda yaptığı açılım...
10 Aralık Hareketi’nin de hedeflediği gibi, “Solda bir yenilenme” yaşanacaksa eğer, bunun en temel unsurlarından biri doğru bir laiklik anlayışı; inanç ve ibadet özgürlüğünün temel bir özgürlük olarak içe sindirilmesi olmak zorunda. Zira, bugün demokrasinin en çetin konusu bu. Şu anda sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada demokrasi tartışmalarının en çetin geçtiği; modernizmin en fazla çuvalladığı; Avrupa’nın en kararlı insan hakları savunucularının “sınıfta kaldığı” sınav bu noktada veriliyor.
Yıllar yılı “anti demokrasiye demokrasi tanınamaz” klişesiyle durumu idare eden “modernist” tutucular, hayatın getirip dayattığı hiçbir sorunu çözemez haldeler. Avrupa’nın göbeğinde yaşayan 5 milyon müslümanla ne yapacaklarını, neyi yasaklayacaklarını, neyi serbest bırakacaklarını şaşırmış bir halde birbirlerine bakıyorlar.
İşte böyle bir tarihi süreçte, Türkiye’de sol kanat içinde din ve inanç özgürlüğü temelinde bir parçalanma yaşanması, bir kanadın sol içindeki totaliter çizgiye karşı çıkıp özgürlükçü bir açılım yapması, solun kendi kaderi açısından son derece olumlu. Böyle bir açılımın türbanlılara faydası olacak elbette. Ama eminim ki asıl faydası solun kendisine olacak. Solun bir kanadı bu saflaşma sayesinde daha olgun, daha derin bir demokrasi kavrayışına doğru uzun ve verimli bir yolculuğa çıkacak. Ben de merakla onları izleyeceğim.
Bugün, 14.1.2007
|