Hollanda, Avrupa’nın önemli ülkelerinden olduğu gibi, AB içinde de etkin bir role sahip.
Hollanda denince yel değirmenleri, lâleler, su kanalları, bol limanlar, küp evler, bol süt veren inekler, futbol ve tahta ayakkabılar akla gelmemesi düşünülemez. Yerleşim bölgelerinin kazıklar üzerinde olduğunu unutmasak iyi olur. Konya kadar yüz ölçümüne sahip Hollanda, topraklarının azımsanmayacak bölümünü de denizden elde etmiştir. Deniz seviyesinden düşük olması da bu ülkenin karakteristik özelliklerinden. Ama ben bu özelliklerinin üzerinde şimdilik durmak istemiyorum.
Gezebildiğim ve gözlemlediğim kadarıyla ilgimi çeken bir şey oldu. Farkına vardığım ayrıntı, sanıyorum bu ülkenin insanlarını ve bir bakıma bakış açısını yakından ilgilendirdiği gibi, bizim de bundan alacağımız önemli dersler var.
Rotterdam, yabancıların yoğun olduğu bir şehir. Türklerin de bu şehirde hatırı sayılır bir nüfusu var. Rotterdam’ın Feyenord kesimini yakından tanıma fırsatını buldum. Beni gezdiren dostuma, biraz da bilgim olduğu halde, “İbadetlerinizi nerede ve nasıl yerine getiriyorsunuz?” diye sordum. Gülümsedi. Buradaki imkânların ülkemizden daha çok olduğunu söyledi. Ve hemen yaklaştığımız camii göstererek, “İşte bizim camimiz!” dedi. Önce inanamadım. Sonra camiin sonradan yapılan kubbesini gördüm. Hollanda’ya özel tuğlalardan sağlam yapıldığı intibaını hemen veren kocaman bir bina. Büyük olduğu kadar uzun ve tarihî bir yapı görünümünde. Kapısında “Kocatepe Camii” yazılı. Önceleri bir okulmuş. İbadethane haline getirilince cami, kıraathane, lokanta ve gençlerin spor tesisleriyle âdeta bir külliye. Daha birçok faaliyetlere de uygun.
Bir okulun ibadethaneye çevrilmesinin demokrasinin nimetlerinden biri olduğunu fark etmede zorluk çekmedim. Yani demokraside özgürlüklerin yaşanması son derece önemli. Hele evrensel özgürlüklerin, nerede olursa olsun, kim tarafından istenirse istensin yaşanması noktasında azamî derecede yardımcı olmak, çağımızın gereği olan medenî anlayışın bir sonucu. Hollanda, işçi olarak ülkesine gelen insanların bu haklarına adil bir şekilde uyulduğunu yerinde görmek, küreselleşen dünyada gerçeklerin çok daha sür'atle yaygınlaşıp yerleşeceği konusunda beni ümitlendirdi değil, tam bir inanma çizgisine getirdi.
Camiin içi mükemmel yapılmıştı. Vakit namazındaki cemaat bir hayli kalabalıktı. Cuma zamanında cami dolup taştı ve o koca binanın ek yerlerine halılar serildi. Cemaatin yaş düzeyine dikkat ettim. Genç yüzler epeyceydi. Çevre temiz... Ülkem insanlarının estirdiği havayı teneffüs ettim. İlgili belediye, bu ibadethanenin açık tutulmasına yardım ediyor. Temizlik işçilerinin ücretini ödüyor. Diyanet Vakfının yönetiminde olmasına rağmen, bu koca binada yapılan her türlü faaliyetlere destekçi.
Bir ülkenin yabancılara ibadet özgürlüğü noktasında yaklaşımı, bu kadar olur diye hayretimi açığa vururken, dostum, bir anısından söz ediyor. Bir okul yönetimi teras katını Müslümanların Cuma namazına tahsis ediyor. Okul müdürü de abdest alanlara havlu tutmaya varıncaya kadar ilgi gösteriyordu. Okul ve ibadet yerinin bu ülkede örtüşmüş olması ne kadar anlamlı!
Hiç ruhsal yabancılık çekmediğim bu şehrin sokak ve caddelerinde dolaşırken, yolumuz park gibi geniş bir yeşil alana çıktı. Tam karşımıza şerefelerine kadar yapılmış iki minareli ve narin kubbesi olan bir cami çıkmasın mı? Bir başka milletin işçi kesimine aitti. Görkemli bir görünüşü vardı; ülkemiz camilerinin mimarisini andırıyordu. Kocatepe Camiinden fazla uzakta değildi. Rehber dostum ve yakınım yüzüme bakarak gülümsedi. Ne diyeceğimi sezmiş olacak ki, yalnızca Rotterdam’ın Feyenord semtinde, beş vakit namazın kılındığı ondan fazla cami ve mescit saydı. Oraların da özellikle Cuma namazlarında dolup taştığını sözlerine ekledi.
İstedim ki, bu yazının yorumunu size bırakayım. Ama sabredemedim. Özgürlükler konusunda kendimizi sorgulamak açısından, şu soruyu sormadan edemiyorum:
Acaba biz olsak ne yapardık?
[email protected]
|