Ne sultanlık kalkmıştır sanki; ne de paşalık!
Sık sık “Türk devleti” kurmak mı;
Yoksa beylikten koca bir imparatorluk doğurmak mı;
Yoksa onu kıvrandıra kıvrandıra sonunda Titanik gibi batırmak mı;
Yoksa “son Türk devleti” nin her şeye rağmen, marşı 10’uncu Yıl’da kalan “genç bir cumhuriyet” oluşu mu;
Yoksa çok partili demokrasinin ondan bir çeyrek asır daha da genç kalışı mı;
Yoksa sık sık darbeler yapılışı mı;
Yoksa sık sık demokrasiye geçilmesi, vazgeçilmesi, biraz geçirilmesi mi;
Yoksa anayasaların hep anormal şartlarda yapılması mı;
Yoksa “sivil cumhurbaşkanı” na henüz yeni yeni alışılıyor olması mı; Bilemiyorum, her nedense işte;
Biliyorsunuz, cumhurbaşkanının kim olacağı problemi bir yana;
Daha cumhurbaşkanının nasıl seçileceği dahi belirsiz kalabilen bir “rejimimiz” var.
***
Bakın, “Cumhuriyet”, Anayasa’da yazılı biçimde dahi, bir cumhurbaşkanının TBMM’de nasıl seçileceğinden tam emin değil.
Koca koca hukukçular, “367 oy” un ne mana olduğunda anlaşamıyor.
Sanki anayasa değil, isteyenin kendi arzularına yahut öfkelerine göre kanırtacağı, kendi kilosuna göre esneteceği don lastiğidir.
Sanki öyledir de, o yüzden, alışmadık şeyde durmamaktadır.
***
Elbette kimin olabileceğini, kimin olmaması gerektiğini, daha doğrusu şahsen sizin, sizlerin kimi istediğinizi, istemediğinizi filan tartışabilirsiniz.
Tamam, dengeler, şunlar, bunlar, takım elbiseler, üniformalar, cüppeler ile de tam tekmil yapıyorsunuz bunu zaten.
Tamam, kimsenin derdi “halkın cumhurbaşkanı” filan değil; “devletin reisi”.
Yani “halkın adamı, cumhurun reisi” değil; “devletin başı”.
Tamam, o yüzden meseleye her cenahtan, “devleti ele geçirmek” yahut “devleti ele geçirtmemek ve elde tutmak” diye bakılıyor.
Şey yani, aramızda kalsın; tabii böylesi de, onca devlet geleneğine, onca laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletine, kayıtsız şartsız millet egemenliğine, imtiyaz ve zümre hakimiyeti olmayan güzelim düzene, bilhassa “Türk’ün güvenmesi” ne çok yakışıyor.
“Birbirine hiç güvenmeyen” ler nasıl övünüp çalışıp güveniyorlarsa artık.
Bunların hepsi tamam.
Ama, bu ülkede hukuka, siyasete, devlete yön vermiş insanlar, daha cumhurbaşkanının nasıl seçileceğinde anlaşamıyorlar.
***
Aslında, zahmet ettik. Demokrasiyle filan kendimizi oyalamayabilirdik.
Kandırmayabilirdik kendimizi.
Çünkü bu ülkede mesele halkın temsili, çoğunluğun da azınlığın da hakça gözetilmesi değil, “devlete hakimiyet” savaşıdır.
Sivili ve askeri ile, neredeyse her an, “Coup d’Etat”, yani “devlet darbesi” nin antrenmanı, kostümlü provası, taksitli alışverişi ile bazen tam takım, ful aksesuar bizzat kendisi yapılır.
Çoğunluğu ele geçiren onu “mutlak iktidar” zanneder bir yandan; öte yandan, silahları elinde tutan bunu “ebedi iktidar” kabul eder.
Ne sultanlık kalkmıştır sanki; ne de paşalık! Aynen devam eder.
Bence, daha küçükken, daha yaşken, tuhaf biçimde eği(ti)lmişizdir.
İçimizde bağımsız bir demokratın filizinden ziyade; aramızdan hep diktaya, tahakküme hevesliler ile onların kitlesini de çıkaracak biçimde odunlaşmaya, kalaslaşmaya, kütükleşmeye teamüllü bir nebat alıp başını gider.
Sabah, 29 Aralık 2006
|