Psikoloji, insan davranışlarının neden ve sonuçlarıyla ilgilenen günümüzde önemli bir bilim dalı. Geçmişi çok olmamakla beraber, son zamanlarda popülerliğini koruyor. Her şeyden önce konusu insan. Psikoloji daha çok insanın iç dünyasını çağrıştırdığı için olacak, sıcak bir kelime. “Psikolojim bozuk” deyince de, günlük uğraşlarımızın içine de giriyor.
Ancak psikolojinin Batı dünyasında doğması ve gelişmesi, insanların mutluluğa kanat açmalarına ayrı bir handikap. Çünkü Batı, hep felsefe ile uğraşmış ve onunla temelini atmış. Oysa Tevhit inancından uzak bir bakış açısıyla insan, tanımlı hale gelemez. Nitekim bu zamana kadar gelen psikoloji ekolleri insanı tanımlamada hep kısır kalmışlardır.
İsterseniz bu yazımızda, psikoloji bilimi devlerinin dünyasında bir gezinti yapalım. İnsana nasıl bakıyor ve insandan neler bekliyorlar? Din ve Allah anlayışları nasıldır?
Psikolojinin uygulayıcılarından, özellikle psikanalizin kurucularından olan Freud, ateist bir ortamda yetiştiğinden olmalı, din ve Allah'a pek olumlu bakmamış. Ona göre insan davranışlarının kaynağı içgüdüleridir; insanın biyolojik yönü ağır basmaktadır; doğuştan bir yıkıcılığı var. Freud’un öğrencisi olan Jung da, dine Freud’dan daha soğuk bakar; dinin tamamen içgüdüsel bir durum olduğunu savunmaktadır. İnsanı da bilinçdışının etkisi altında çaresiz görüyor ve iradesini kullanamadığını ileri sürüyor. Allah'ın da bilinçdışında olup olmadığı üzerinde fikir yürütmemektedir.
Batı dünyasında psikolojiyi sosyoloji ile harmanlayarak ilginç yorumlayan Erick Fromm, otoriter din anlayışı yerine hümaniter din anlayışı üzerinde durmaktadır. İnsanın, sadece içgüdüsel ihtiyaçlarını doyurmak için başkalarına ihtiyaç duyan bir varlık olduğunu iddia eden Freud’un aksine, toplumsal bir varlık olduğunu söyler. Formm, açık bir şekilde, “insanın ötesinde ruhsal bir alanın” ve “insan hayatının üzerinde bir Allah'ın” olmadığını ifade etmede bir beis görmez. Ona göre insan tam bağımsızdır; enerji yüklü; aklı ve iradesi olan bir varlıktır. Fromm, öncekilerine göre insanı daha bütüncül ele almaktadır. Fromm, dinin aşkın boyutu konusunda olumsuz bir tutum sergilemektedir; ona göre gerçek bir dinde Allah fikrine yer yoktur. Ona göre insanlığın geleceğinde, sevgiyi ve adaleti ön planda tutan evrensel bir din vardır.
Abraham Maslow, Freud’un aksine hastalıklı insanların ruh hallerini değil, sağlıklı insanları incelemiştir. İnsanı da kendini gerçekleştirmeye yetkin bir varlık olarak niteler. Ona göre din, insanın doğasında vardır ve ancak doğaüstü bir değer taşımaz. Allah'ın ve aşkın bir boyutu yoktur.
Victor Emile Frankl, insan, din ve Allah'a diğerlerine göre daha iyimser bakar. İnsanı, irade, sorumlu ve özgür bir varlık olarak görür. Fomm ve Maslow gibi kurumsal dine karşı çıkmakla, dini insanın anlam bulması ve kendini aşması bağlamında değerlendirmektedir. Allah'ı da insan boyutları dışında bir varlık olarak kabul eder. Din ve Allah anlayışlarının insan hayatından çıkmayacağına inanır. Ona göre dinin insan hayatındaki etkisi inkâr edilemez.
Görülüyor ki, psikoloji alanında ileri giden bilim adamları, Hıristiyanlık dininin dayatmaları karşısında, her biri kendilerine göre insan, din ve Allah'a bir anlam yüklemişler. Faydalı bilgi ve açılımlar sağlamalarına rağmen, ne yazık ki, Tevhit inancının gerektirdiği akılcı bir yol tutmaktan uzak kalmışlar. Özellikle insan hakkında söyledikleri son derece kadük kalmıştır.
İnsan anlaşılmadığı, yani insan kendi yaratılış gerçeğine göre tam tanımlanmadığı sürece, insanın gelişip değişmesi konusunda doyurucu yöntemler ortaya konamaz.
Bugüne kadar gelen psikoloji yaklaşımları, yeterli olmamıştır ki, Batı dünyası şimdi yeni arayışlar içindedir. Doğu mistisizmi araştırma alanlarına girdi. Aşkın psikolojiciye etkileri üzerine çalışmalar yoğun bir şekilde sürmektedir. Öyle ya, insan yalnızca bu doyumsuz dünya ile ilgilenmemektedir. İnsanın ilgilendiği başka elle tutulmayan konular da var.
İnsanların çoğunluğunun dine yönelişlerinin insanın içyapısının derinliklerinden gelen bir dayanağı var olmalı; öyle değil mi? Bu dünyadan daha çok başka dünyalar var insanın hayatında. Bunlar göz ardı edilmemeli.
Bilimin tıkandığı yerde ya da insanı tatmin etmediği durumlarda tabiatüstü güçlere yönelmeler oluyor. Bu her zaman olmuştur, bugün de olacak ve olmaktadır. Sanırım Batı bu süreci yaşıyor.
Batı bilim adamlarının çok azı müstesna, çoğunlukla İslâm dinini incelememiş olmaları insanlık adına bir talihsizliktir. Bu bağlamda bize çok görevler düşmektedir.
|