İMANIN FONKSİYONLARI
1. İman, toplumda inanç ve fikir birliğini sağlar.
İmanın, insanlar arasında birliği sağlayan en güçlü bir bağ olduğuna dikkat çeken Bediüzzaman; aynı inancı paylaşan insanların kalplerinin de bir olacağını, kalplere hükmeden inanç birliğinin de toplumda birliği sağlayacağını ifade eder.
Bir adamın askerde bir taburda beraber bir kumandanın emri altında bulunmasının arkadaşlığı ve dostluğu sağladığı, bir memlekette beraber yaşamanın kardeşçesine bir alâkayı doğurduğu sosyolojik gerçeğinden yola çıkan Bediüzzaman; “İmanın verdiği nur ve şuur, gösterdiği ve bildirdiği esma-i İlahiye adedince vahdet alâkaları ve ittifak rabıtaları ve uhuvvet münasebetleri var. Meselâ: Her ikinizin Hâlıkınız bir, Mâlikiniz bir, Mabudunuz bir, Râzıkınız bir.. bir bir, bine kadar bir bir. Hem Peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz bir.. bir bir, yüze kadar bir bir. Sonra köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir.. ona kadar bir bir. Bu kadar bir birler vahdet ve tevhidi, vifak ve ittifakı, muhabbet ve uhuvveti iktiza ettiği ve kâinatı ve küreleri birbirine bağlayacak manevî zincirler bulundukları halde; şikak ve nifaka, kin ve adavete sebebiyet veren örümcek ağı gibi ehemmiyetsiz ve sebatsız şeyleri tercih edip mü’mine karşı hakikî adavet etmek ve kin bağlamak; ne kadar o rabıta-i vahdete bir hürmetsizlik ve o esbab-ı muhabbete karşı bir istihfaf ve o münasebat-ı uhuvvete karşı ne derece bir zulüm ve i’tisaf olduğunu; kalbin ölmemiş ise, aklın sönmemiş ise anlarsın!”1 ifadeleri ile bilhassa Müslümanlara birlik ve beraberlik, sevgi ve muhabbet dersi verir ve bunun imandan kaynaklandığını ifade eder.
Müslümanların birliğine neden ihtiyaç vardır?
Günümüzde dünya Müslümanlarının uğradıkları sıkıntılar, işgaller, haksızlıklar ve zulümler herkesin bildiği hususlardır. Peygamberimiz (asm) bundan 1500 sene önce; iman ve İslâmiyet düşmanlarının, nifak ve zındıka başına geçen zalim ve gaddarların Müslümanların ve insanların dünya hırsı yüzünden aralarında meydana gelen ayrılıklarından faydalanarak az bir kuvvetle insanlık âlemini perişan edeceğini ve İslâm dünyasını esaret altına alacağını2 haber vermiştir. Günümüz dünyasında bunun aynen gerçekleştiğini görüyoruz.
Müslümanların zillet ve esaret altında kalmamaları, izzetle yaşamaları için, akıllarını başlarına alarak bölünmüşlük tablosundan yararlanmak isteyen zâlimlere karşı; “Mü’minler kardeştir. Öyle ise Müslümanların aralarını bularak ıslah edin, biri birinize yardımcı olun, barış ve huzur içinde birbirinizin kusuruna bakmayarak birliğinizi koruyun”3 âyetinin emrettiği kardeşlik ve birlik prensibine her zamankinden daha fazla muhtaç olduklarını görmekteyiz.
Bediüzzaman Said Nursî, bu ilâhî prensibe uyulmadığı takdirde Müslümanların hukuklarını koruyamadıkları gibi hayatlarını dahi muhafaza edemeyeceklerini söyler. Bunun yegâne çaresinin de peygamberimizin (asm); “Mü’minler kemerli ve kubbeli binalardaki biri birine destek olarak kuvvet veren taşları gibi olmalıdır.”4 hadisine uymak olduğunu belirtmiştir. Müslümanların bu prensibe uymakla hem dünya sefaletinden, hem de ahiret azabından kurtulacaklarını söyler.5
Ne var ki seküler kültürün ve dünyevîleşme rüzgârlarının etkisi ile ahiret düşüncesinden uzaklaşan ve dünya hırsı ile haram ve helâl kaygısını kaybeden İslam toplumları, bu zamanın bir hastalığı olan, “elmas değerindeki ahireti, değersiz cam parçaları hükmündeki dünya hayatına bile bile tercih etmek”tedirler ve kendi dünyalarına bir parça yardımı olur ümidi ile dehşetli zalimlere taraftar olmak gibi büyük bir hataya düşmektedirler. Bunun sonucu olarak da bölünmüşlüğe, zulme ve haksızlığa meydan verilmektedir.6
Bediüzzaman Osmanlı devletinin son zamanlarında aktif olarak sosyal ve siyâsî hayatın içinde bulunduğu ve büyük savaşları ve kargaşaları gördüğü için tecrübelerini konuşturarak, ta asrın başında; “Bizim düşmanımız cehalet, zaruret ve ihtilaftır. Bu üç düşmana karşı san’at, marifet ve ittifak silahı ile cihad edeceğiz.”7 diyerek düşmanlığın insanlara karşı değil, insanların insanlık cevherini kötü huy ve alışkanlıklarına karşı yöneltilmesi zaruretini dile getirmiştir. Eğitime önem verilmek, san’ata ve sanayiye yönelmek ve birlik beraberlik içinde; “mesailerin tanzimi, emniyetin tesisi ve yardımlaşma”8 prensibini hayata geçirerek terakki ve tekâmül için çalışmak gerektiğini ders vermiştir. Tabii ki bütün bunlar “dinin kutsî emirlerine uymak, dine samimi bağlılık ve Allah korkusu gibi temel esaslarla olabileceğini de vurgular.
Bediüzzaman yaşanan tecrübelere dayanarak bir başka noktaya daha parmak basar. O da dünyayı karıştıran ve I. Dünya savaşında yaklaşık 20 milyon, II. Dünya savaşında ise 30 milyon insanın ölümüne sebep olan ve bir o kadarını da yerinden yurdundan eden, insanlığın; “hürmet, merhamet, kardeşlik, sevgi, saygı, ahiret duygusu ve Allah korkusu” gibi manevî değerlerini tahrip eden, yeryüzünü zulüm ve kan ile dolduran zalim ve gaddarlara karşı dînî değerlere ve imana önem veren “Hıristiyanların hakiki dindar rûhânîleri ile dahi, ihtilaflı konuları bir tarafa bırakarak birlikte hareket etmek gerektiğini”9 ifade eder.
“Yahudi ve Hıristiyanlar ile dost olmayınız”10 âyetini delil getirerek bu beraberliğe karşı çıkanlara da Bediüzzaman; “Her Müslümanın her bir sıfatı Müslüman olması lâzım olmadığı gibi, her bir kâfirin de bütün sıfat ve san’atlarının kâfir olması gerekmez” gerçeğinden yola çıkarak Hıristiyanların da Müslüman olan sıfat ve san’atlarını takdir ederek dünya sulhu ve asayişi korumak için dostluk kurmanın Kur’ân’ın yasağına dâhil olmadığını izah eder.11
Organize teşkilatlar suretinde hareket eden, kurumsal olarak çalışan dehşetli dinsizlik komitelerine karşı bireysel mukavemetin yeterli olamayacağını da belirleyen Bediüzzaman, bu komitlere karşı ancak “şahs-ı manevî” dediği kurumsal birliktelikler ile mücadele edildiği takdirde başarılı olma şansını yakalayacağımızı da belirlemiştir.12
Kurumsal birliktelikler nasıl sağlanır?
Müslümanlar arasındaki ihtilâfın müspet ve menfî olmak üzere iki yönü bulunduğunu belirten Bediüzzaman, asıl birliğin; maksatta, amaçta ve hedefte olması gereğini ifade eder. Nasıl? Sorusuna da; “İttihad, cehl ile olmaz. İttihad, imtizac-ı efkârdır. İmtizac-ı efkâr, marifetin şua’-ı elektrikiyle olur.”13 sözleri ile cevap vererek bu birlikteliğin de ancak heva ve heveste değil, Hüda ve hakta olması,14 gerektiğini söyler.
Bediüzzaman, Peygamberimizin “Ümmetimin ihtilâfında rahmet vardır”15 hadisinin “Herkesin kendi mesleğinin tâmir ve revâcına çalışması, başkasının tahrip ve iptaline çalışmaması belki tekmil ve ıslahına çalışması” şeklinde anlaşılması gerektiğini belirtir.16 Bunun da bir ordunun alaylara, taburlara, fırkalara ayrılarak aralarında işbölümü ve yardımlaşmaya dayalı bir amaç birliği oluşturması misali ile pekiştirir.
İslâm dünyasındaki bölünmüşlük görüntüsünün intizamı bozulmuş bir millet meclisi ve şûra encümeni şeklinde düşünülmesi gerektiğini söyleyen Bediüzzaman, dinimizdeki “icma” müessesesinin işlevsel hâle gelebilmesi için de şûrâ ve meşveret kurumunun işletilmesi gerektiğinin üzerinde durur.17 Bu şekilde sahasında uzman kişilerden oluşan ortak aklın ürünü kararların geçerli olabileceğini, bunun dışında kalan görüş ve fikirlerin de tamamen reddedilmeyerek istidatların reylerine bırakılabileceğini ifade eder. Böylece herkesin görüşüne gereken saygı gösterilmekle beraber umumi bir kural kabul edilemeyeceğini belirler. “Bir fikre davet cumhur-ı ulemanın kabulüne bağlı olduğu”18 gerçeğini de böylece nazara verir.
Dînî cemaatler arasında birlik
Dînî amaçlarla kurulan cemaatlerle birlik ve beraberliğin temel prensiplerini de koyan Bediüzzaman; dînî ve uhrevî gayeler için kurulan cemiyet ve cemaatlerin aralarında münakaşa, haset olmaması gerektiğini, buna tevessül eden ve rekabete kalkışan bir dînî cemaatin ibadete riya, ve nifak sokmuş olacağını söyler.
Bediüzzaman; dînî cemaatlerin maksatta, amaçta ve hedefte birlik sağlamaları gerektiğini, meslek ve meşrepleri birleştirmenin mümkün olamayacağını, birleşmeye zorlandığında da tembelliğe ve taklitçiliğe yol açacağından caiz olamayacağını ifade eder.
Bediüzzaman; hedef birliğinde hürriyet ve asayişi korumak, muhabbet ve sevgiyi esas almak şartlarını öne sürer. Başkalarına leke sürmekle kendini öne çıkarmanın doğru olmadığını, hataların çözümünün; “Müfti-i Ümmet makamında olan ulema cemiyetine havale edilmesi” gerektiğini belirtir.19 “Müslümanların dünyaya ait işleri meşveret ve şûra iledir.”20 âyetini esas alarak meşveret ve şûrâ ile hareket edilmesini söyler.
Sonuç olarak:
“Din hayatın hayatı, hem nuru, hem esası. İhya-yı din ile olur şu milletin ihyası” veciz ifadesi, milletin ne ile ihya olacağının açıkça ortaya koymaktadır. Din ve iman zayıflığının bir kalp hastalığı olduğunu belirten Bediüzzaman, kalbin ancak din ile takviye edilmesi halinde sıhhat bulabileceğini ifade eder.21 Bunun için imana hizmetin bu zamanda en değerli insanî ve İslâmî bir vazife olduğunu eserlerinde ısrarla vurgulamıştır. Bediüzzaman’ın bütün inananlar arasındaki birlik ve beraberliği sağlamada; “Biz muhabbet fedaileriyiz; husumete vaktimiz yoktur” mesajı, mihenk taşı görevini üstlenmeye lâyıktır.
Dipnotlar:
1- Nursî, Bediüzzaman Said, Mektubat, s: 254-255, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul.
2- Hâkim, Müstedrek, 4:529-530; İbn-i Hibban, Sahih, 8:286
3- Hucurat, 10
4- Buhari, Salât,88; Edeb, 36, Mezalim,5; Müslim, Birr, 65
5- Nursî, Bediüzzaman Said, Mektubat, s: 261, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul.
6-Nursî, Bediüzzaman Said, Kastamonu Lâhikası, s: 24, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul.
7- Nursî, Bediüzzaman Said, Divan-ı Harb-i Örfi, s: 23, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul.
8- Nursî, Bediüzzaman Said, Lem'alar, s: 174, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul.
9- Nursî, Bediüzzaman Said, Lem'alar, s: 213, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul.
10- Maide, 51
11- Nursî, Bediüzzaman Said, Münâzarât, s: 70-71, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul.
12- Nursî, Bediüzzaman Said, Lem'alar, s: 213, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul.
13- Nursî, Bediüzzaman Said, Münâzarât, s: 113, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul.
14- Nursî, Bediüzzaman Said, Hutbe-i Şamiye, s: 93, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul.
15- Keşfu'l-Hafa, 1:66-68
16- Nursî, Bediüzzaman Said, Mektubat, s: 259, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul.
17- Nursî, Bediüzzaman Said, Münâzarât, s: 119; Hutbe-i Şamiye, s: 59-60, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul.
18- Nursî, Bediüzzaman Said, Mektubat, s: 455, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul.
19- Nursî, Bediüzzaman Said, Hutbe-i Şamiye, s: 104-105, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul.
20- Şûrâ, 38
21- Nursî, Bediüzzaman Said, Hutbe-i Şamiye, s: 90, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul.
|