Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 28 Kasım 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Kemalizmin Erke dönergeci

Bir arkadaşımın aç yaşındaki kızı yuvaya başladığında şöyle bir gerçeklikle karşılaşmıştı. Hayatı o güne kadar tanışmamış olduğu bir tasvirin önünde geçecektir. Nasıl bir hayat seçerse seçsin, logosunda Atatürk sureti olacaktır.

Askeri hamasi bir eğitim konusunda kaygılanan ana babaya ‘Pekiyi siz kimi değerleri çocuğunuza nasıl öğreteceksiniz?’ diye diklenen vatanperver yurt anaları ve müfredat zaten belli. Daha ilk günden Atatürk resmi önünde nutuklar atmaya başlayınca bizim üç yaşındaki bebecik heyecanla haykırmış: “Aa, ben onu tanıyorum. Bizim parkta kafası var.”

Profesör Atilla Yayla’nın üniversitedeki derslerine mal olan konuşmasının bu toplumu derinden sarstığına inanmıyorum. Medyanın çığırtkanlığıyla sisteme ihbar edilmiş, görmezden gelinmesi imkânsız kılınmıştır. Yoksa bu memlekette herkes Atatürk logoculuğundan bezmiş,

(...)

Ezcümle, burada asıl tartışılması gereken, bir üniversitenin, Kemalizmi gerici ilan edip Atatürk’ten bir cümlesinde ‘bu adam’ diye söz ettiği için profesörünün işine son verebilmesidir. Kaldı ki Yayla’nın ‘bu adam’ sözlerini kullanış biçimi de bir yüksek bilim yuvasının yorumlayabileceği açıklıkla asla bir hakaret ya da küçültme amacı taşımamaktadır. Muhayyel bir durumda muhayyel Batılıların yönelteceği bir soruda tırnak içine alınarak kullanılmış bir ‘bu adam’ söz konusudur. Velev ki ne zaman Atatürk’ten söz etse ‘bu adam’ diyor? Bunun bile hazmedilemezler listesine oturtulup küfür olarak hayatımıza sıvanmasına ne demeli?

İHD, Mazlum-Der, İnsan Hakları Gündemi Derneği ve Helsinki Yurttaşlar Derneği’nin ortak basın toplantısında İHD Başkanı Alataş, söylenmesi gerekeni söyledi: “Hakkında başlatılan incelemeler ivedilikle durdurulmalı ve Yayla görevine derhal iade edilmelidir. Özgürlükler bir bütündür. Demokrasilerde özgürlükler, kutsallık atfedilen düşüncelere sığınılarak sınırlandırılamaz.”

Üniversitenin kararını alkışlayan, profesörün âlem içinde rezil edilmesi, taşlanması, sürgüne yollanması için elinden geleni yapanlarla bilimsel özerklik, fikir özgürlüğü gibi konularda tartışmaya kalkmak fuzuli olacaktır. Onlar 301’in gönüllü bekçiliğini yapmakta, her fırsatta idam cezasının kalkmışlığına hayıflanmakta, 12 Mart-12 Eylül-28 Şubat’ı hayırla yâd etmekte.

Türkiye zıpla-dünya değiş

Bu arada 28 Şubatçı generallerin, yanlarına bir dönemin en kahraman hukukçusu Vural Savaş’ı da alarak kutladıkları bir buluş, hayatımıza değerli bir metafor katkısı olarak düşüverdi: Erke dönergeci.

70’li yıllarda Türk Dil Kurumu’nun Uygur kanadından gelen kimi önerilerinden olsa gerek. Erkenin sözlüklerde karşılığı bulunabiliyor.

“Bir cisimdeki iş çıkarmaya yarayan güç.” Dönergeç de bu müthiş buluşun özgünlüğünü, saflığını, su katılmamış Türklüğünü anlatmak için uzun araştırmalar sonucu Yüce Türklük dünyasının dağından taşından derlenmiş bir sözcük olsa gerek. Hangi betiklerden devşirilmiş kim bilir?

Dikkat edin, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’ndan beri ‘Bilimsel Düşüncenin Gücü’ sloganlı sayfa sayfa ilanlarıyla karşılaşıp ürpererek beklediğimiz Erke’nin ne olduğu anlaşıldı. Hayır, elbette ilim irfandan uzak kalmış bizlerin pek anlayabileceği bir sunum değildi, ama en azından arkasında nasıl bir örgütlenme olduğu biraz olsun aşikâr oldu. Hakkını yememeli, büyük gazete buluşu mükemmel bir isabetle “Con Ahmet’in devr-i daim makinesi”ne benzetiyordu. Gerçekten de ürün ile ilgili sunumu, şirket danışmanı sıfatıyla emekli Tümgeneral Çetin Uğural yaptı. Uğural buluşu, “Başta Türk milleti olmak üzere tüm dünya insanlığına sunulan bir hizmet” olarak değerlendiriyordu. Elektrik üretecinin çalışması için maddenin atalet özelliğinden yararlanıldığını belirtiyor, bu sistemle çalışan makinelerde istenilen yerde, istenilen miktarda elektrik elde edilebileceğini savunuyordu. Uğural’a göre buluş 1992’den itibaren çok gizli olarak yürütülen bilimsel çalışmaların bir sonucuydu, yurtiçi ve dışında patent başvuruları yapılmıştı. Elektrik üretecinde seri üretim aşamasına gelinmişti. 2007 yılında ürünler piyasaya sunulacaktı.

Tümgeneral Uğural, Erke dönergecinin dünyadaki petrol savaşlarını durduracağını söylüyor, yalnız dişe gelir bir açıklamada bulunmuyor, makul soruları ‘sanayi casuslarından’ söz ederek cevapsız bırakıyordu. Bu arada Erke Araştırmalar ve Mühendislik Yönetim Kurulu Başkanvekili Ruhi Başaran, Erke dönergecinin “Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı” bir ürün olduğunun altını çizmesi makinenin neye benzediği konusunda bile bir cevap alamamış basın mensuplarını biraz olsun rahatlatıyordu. Makine en azından türbansızdı. Cumhuriyet balolarında frak giydirip baş köşede ağırlanması mümkündü.

Nitekim, sunumu en önden, protokol koltuklarından izleyenler de Cumhuriyet mücadelesine bir ömür adamış kahraman komutanlardı. Eski kuvvet komutanları İsmail Hakkı Karadayı, Muhittin Fisunoğlu, Rasim Betir, Necati Özgen, Kemal Yavuz, Fikret Boztepe, Köksal Karabay, oradaydı. İlginç olan, sorulduğunda her eski komutan burada buluşmalarının tesadüf olduğunu söylüyordu. Sözgelimi 28 Şubat’ın şanlı Karadayı’sı, “Ben meraktan geldim. Ama sırrı öğrenemedim. Öğrenirseniz bana da söyleyin” diyordu. Vural Savaş, her zamanki gibi konuşma fırsatına karşı koyamamıştı: “Bu kesinlikle güvenilir insanların ürettiği bir proje. ‘Siyasileri filan davet etmedik, çünkü herkesin kabul ettiği, saygınlığı olan insanlarla bunun tanıtımını yapmak istiyoruz’ dediler. Şimdi bazıları çıkıp bir şeyler söylüyor, ama bakın bunlar asker. Çetin Uğural da bir asker. Yani üç-dört ay sonra bu iş bir fiyaskoyla sonuçlanırsa bunu göze alabilirler mi?

O zaman ne diyecekler bu kadar generale? Hem dedikleri gibi çıkmazsa, bundan ne çıkar elde etmiş olacaklar ki. Ben dedikleri şeye güveniyorum.”

Şimdi dönergecin rüzgârıyla Atilla Yayla’ya dönelim.

Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı ürünler yaratacağına çıkıp Kemalizmin gericiliğinden dem vuruyor. Yalan mı söylüyor? Bir siyaset bilimci, bir yorumu nedeniyle üniversiteden atılıyor, lincine cevaz çıkıyorsa, Kemalizmin, çadırı altında toplanan eşhas tarafından yorumlanışı gerici değil midir? Elif Şafak’ı romanındaki bir kahramanın söyledikleri için yargılayan, tabu bildiklerini tartışmaya açanları lince kalkışan, Türküm demenin mutluluğuyla yetinmeyip ne anlama geldiğini iyi bildiğimiz gururla oraya buraya saydıranların ilericiliğinden söz etmek mümkün mü?

Kemalizm, her zamanki gibi militarizmin koluna girmiş, azgın bir totaliter rejimin bayraktarlığını yapıyor. Kemalizm, bu memleketin Erke dönergecidir. Ne olduğu belirsiz. Ama isabetinden asla kuşku duymamamız gereken, generaller tarafından desteklenen bir makine. İçine ne emek, ne fikir, ne özgürlük, ne de demokrasi atacaksın. Ama o yine de bu toplumun ayakta kalabilmesi için gereken enerjiyi üretecek. Tanıtımı için milyonlarca dolar harcayacaksın.

Elinde tanıtacak hiçbir şey olmayacak.

Paşalarının Çölaşan’ı, Atilla Yayla’yı bir söyleşide hırpalayıp derneğinin AB’den aldığı 450 bin avroyu itiraf ettirdikten sonra bir de ‘eskiden tanıdığı’ Uğural paşasıyla konuştu. Paşaya, âdet yerini bulsun diye gazete ilanlarının sponsoru var mı diye soruyor. Aldığı cevap, “Bir milyon doları geçti. Sponsor yok. Tamamı Erke’nin öz sermayesindan karşılanıyor.” Yani sermaye de öztürk. Sonra da bağlıyor. ‘Türk mühendisleri’ tarafından bu buluş, korsanlara kaptırılmadan gerçekleştirilirse, “...hem Türkiye zıplar, hem de dünya değişir.”

Makineyi başlatmak için içine neyin atıldığını Erkeciler casuslardan gizliyor. Ama galiba bu topraklarda yaşayanlar, o makinenin neyle çalıştığını iyi biliyor.

Radikal, 27.11.2006

Yıldırım TÜRKER

28.11.2006


 

‘Türkiye özgürleşebilir mi?’

Bundan üç buçuk yıl önce yine bu başlıkla bir yazı yazmıştım. Bu adı taşıyan bir kitabım da var. Elbette başka birçok yazar da bu ana temayla ilgili çok şey yazdı şimdiye kadar. Demek ki Türkiye’nin temel sorunu hiç değişmiyor: Türkiye özgür bir ülke değil ve bu gidişle özgürleşebileceği de kuşkulu.

Türkiye’nin özgürlüksüzlüğe neredeyse mahkûm olmasının birçok nedeni var. Bunların bazılarına zaman zaman ben de dikkat çekiyorum. Resmî eğitim ve öğretim sisteminin niteliği bunların baş sıralarında yer alıyor. Türkiye’de sadece ilk ve ortaöğretim değil, üniversite sistemi de özgürleştirici olmaktan -başka bir ifadeyle ‘fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür’ nesiller yetiştirmekten- çok uzak. Dogmatik ve skolastik karakteriyle bu sistem hem özgürlüğe karşı işlemektedir hem de çocukların ve gençlerin aklî ve duygusal melekelerini dümura uğratmaktadır.

İlk ve orta dereceli okullardaki kültür derslerinde bir yandan çocukların zihinleri tek yanlı, eksik veya yanlış bilgilerle doldurulmakta, bir yandan da kendilerine belletilenlere sorgusuz-sualsiz inanmaya ve itaat etmeye şartlandırılmaktadır. Bu şartlarda çocuklar özellikle Cumhuriyet tarihiyle ilgili olarak kendilerine öğretilenleri sorgulanmaya, düzeltilmeye ve derinleştirilmeye açık birer ‘bilgi’ olarak değil de iman edilmesi gereken iláhî hakikatler olarak içselleştirilmektedir. Bu sürecin sonunda gençlerin kişiliği üzerinde etki bırakan neredeyse tek şey, üzerinde düşünülmeden ezbere tekrarlanan basma-kalıp yargılar ve sloganlar olmaktadır. Bütün ‘çağdaşlık’, ‘akılcılık’ ve ‘aydınlanmacılık’ iddialarına rağmen bu eğitim tarzı insanlarımızda skolastik bir zihniyeti besleyip büyütmektedir.

Bu o kadar etkili bir mekanizmadır ki, o gençlerin çoğu ‘yetişkin’ haline geldiklerinde bile aynı psikolojiyi korumakta ve alıştırıldığından farklı bir söz veya düşünceyi duyduklarında, kişiliklerine saldırılmışçasına şiddetli ve otomatik tepkiler vermektedirler. Çünkü okulda kendilerine belletilenler öylesine kişiliklerinin bir parçası haline gelmiş oluyor ki ileriki yaşlarında bile farklı görüşlerle karşılaşmaları onlarda adeta ekzistansiyel bir kriz yaratmaktadır. Oysa onlar profesör, rektör, gazeteci, köşe yazarı, avukat, doktor vb. olarak kendilerini ‘aydınlanmış’, ‘çağdaş’ ve ‘ilerici’ aydınlar sanmaktadır.

Bu sonucu yaratan sadece ilk ve orta öğretimin yapısı değildir. Ne yazık ki, Türkiye’de üniversiteler de aynı şartlandırma sisteminin bir parçasıdır. Atillá Yayla’ya kendi üniversitesinin reva gördüğü muamelenin açıkça gösterdiği -esasen Yükseköğretim Kanunu’nun amaç maddesinden de açıkça anlaşılabileceği- gibi, Türkiye’de üniversiteler bağımsız araştırma ve eğitim kurumları olmaktan çok, ‘devletin ideolojik aygıtları’ olarak işlev görmek üzere tasarlanmışlardır. Elhak öyle de işlemektedirler.

Nitekim, bugün üniversite forumlarında bile özellikle Türkiye’nin rejimiyle ilgili olan herhangi bir meselede resmî doğruları sorgular bir tarzda konuşamazsınız. Cumhuriyet tarihiyle ilgili olarak, ilköğretimdeki hassasiyetler ne ise aynısı üniversitede de geçerlidir. Devlet zaten bunu zorunlu ‘Atatürk İlkeleri ve İnkıláp Tarihi’ dersleriyle resmîleştirmiş ve garanti altına almıştır. Ayrıca 12 Eylül’den sonra bu işin mebzul miktarda ‘Enstitüler’i de kurulmuştur ve bunlar epey bir süredir resmî tarih dogmasını akademik uslûbu andırır bir tarzda yeniden üreten ‘tez’lerin sahiplerine akademik payeler vermektedir.

Öyleyse bu eğitim ve üniversite sistemi değişmeden, özellikle de üniversiteler özgürleşmeden Türkiye özgürleşemez.

Star, 27.11.2006

Mustafa ERDOĞAN

28.11.2006


 

Prof. Atilla Yayla raporu

Prof. Atilla Yayla ile Van Savcısı Ferhat Sarıkaya’nın başına gelenler arasındaki en önemli ortak özellik, ikisinin de mesleğini dünyanın birinci liginde yer alan ülkelerdeki standartlarda icra etmiş olmaları ve neticesinde görevlerinden uzaklaştırılmaları.

İki hadisenin de Türkiye’yi çok ileri götürdüğü için haklı olarak birçok övgüye muhatap olan AK Parti döneminde yaşanmış olması. Bülent Arınç dışında “mahallenin” namusunu kurtaracak babayiğit bir AK Parti’linin aranır hale gelmesi, hükümetin reform iradesinin bir erime ile karşı karşıya olup olmadığı sorusunu da gündeme getiriyor. Atilla Hoca’ya linç girişimiyle birlikte ortaya çıkan tablonun muhtemel raporu herhalde şu noktalara dikkat çekerdi:

Kemalizm: Kemalistlerin, bir ideoloji üreterek Mustafa Kemal’in bizzat uzak durmak için ihtimam gösterdiği bir vasat yol üretmiş olması, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusunun hatırasına yapılmış en büyük kötülüklerden biri. Tek parti döneminden “asr-ı saadet”, Mustafa Kemal’den “tanrı”, İnönü’den “peygamber”, Nutuk’tan “kutsal kitap”, Çankaya’dan “Kâbe” çıkartma çabaları bu hatırayı rencide etmekle kalmıyor, Cumhurbaşkanı’mızın kudretli ellerinde halkı bölüp parçalayan bir unsura dönüşüyor. Kemalizm’i dinleştirme çabaları halkı Mustafa Kemal’in hatırasından uzaklaştırıcı bir etki üretiyor.

Hükümet: Prof. Yayla hadisesi de aynen Ferhat Sarıkaya vakası gibi utanç verici bir gelişme. AK Parti’nin Sarıkaya hadisesine benzer şekilde sessizliğe gömülmesi, hükümetin reformcu nefesine büyük ümitler bağlayan çoğunluğu hem hayal kırıklığına uğratıyor hem de şu an memleketi yöneten ricali liderden ziyade günü kurtarmakla iftihar eder hale gelen günlük siyasetçi derekesine düşürüyor. Reform ruhundan uzaklaştıkça AK Parti, Yılmaz’ın idare ettiği ANAP’a dönüşüyor. Erdoğan’dan beklenen Demirel ile kesintiye uğrayan Özal çizgisine sıkı sıkıya bağlanmasıdır.

Basın: Yine sınıfta kaldı. Trabzon’da yaşanan hadiselerin ardından linç kültürünü eleştiren basın, bu kültürü besleyen en üretken vasatlardan biri olduğunu fark edemiyor, Yayla’yı linç etmek için birbiri ile yarışıyor. Ne 28 Şubat’tan ders alıyor ne de o sık sık heveslendiği Batı standartlarından. Hadi bu siyasetçiler Türkiye’ye yakışmıyor, bu altyapı bizi rezil ediyor, trafik perişan ediyor, peki basın hepsinden daha beter bir durumda değil mi?

Üniversite: Gazi Üniversitesi rektörünün söyledikleri, YÖK’ün tavrı, Türkiye’yi ortaçağ karanlığına sürüklüyor. Hür iradeye sahip olmanın, yeni ufuklar açmanın bedeli engizisyon değilse bile afaroz. Başörtülü kovalamaktan bilimsel yayın yapmaya vakit bulamayan üniversiteler, varlıklarını cadı avları ile hissettiriyor. Şu an milletlerarası medyaya üniversitelerimiz hangi yönleri ile sıklıkla konu oluyor? Yayınladıkları makaleleri ile değil tabii, başörtüsü yasağı ile.

İfade hürriyeti: Hâlâ uzak bir hayal. İfade hürriyetini tesis etmek için yola çıkan kanunla memleketi dünyaya rezil eden hükümetin “vatanperver” kanadı roman kahramanlarını mahkum etmeye çalışıyor, devlet de üniversite hocalarına konuşabilecekleri ve fikir beyan edebilecekleri alanları tebliğ ediyor. Uymayanlar, basının güçlü desteği ile bertaraf ediliyor.

Avrupa Birliği: İfade hürriyetine seçici yaklaşarak itibarını ciddi şekilde zedeliyor. Ya Yayla’yı da savunacaksın ya da Pamuk’un davalarında arz-ı endam etmeyeceksin. “Seçicilik” ifade hürriyetinin zâtını tahrip ediyor.

Prof. Yayla’ya Kemalizm adına saldıranlar, Hoca’nın söylediklerinin doğruluğunu zamanın hakemliğine muhtaç kalmadan teyit etti. Kendisine acil şifalar diliyorum.

Zaman, 27.11.2006

Selçuk GÜLTAŞLI

28.11.2006


 

Orhan Pamuk: Atatürk’ün etkisiyle kültürümüze uzak kalmıştım, Mevlâna ile keşfettim

Bizde Batılılaşma ile Atatürk’ün de etkisiyle, “Geçmiş kültürün, geleneksel edebiyatın günümüz modern Türk kültürüne etkisi az olmalıdır” diye bir inanç vardı. Ben de bu kanıdaydım, 32 yaşında Amerika’ya gelene kadar.

Amerika’ya gelip, bundan 20 sene evvel karımla, burada daha sonra Kara Kitap olacak kitabı yazmaya başlamıştım. Ve bir küçük kimlik buhranı yaşadım ben burada. “Vay, burada büyük bir zenginlik, kütüphaneler, bir büyük zengin kültür hayatı var. Benim Türk olarak bundaki yerim nedir” diye. O sırada, Borges ve Calvino okuyordum. Sonrasında, bütün geleneksel kültürü bana kalırsa en iyi şekilde anlatan Abdülbaki Gölpınarlı’nın Mevlana çevirisi ve şerhini, ki onun notları bir hazine değerindedir, okuyarak kendi kültürümü, hem, tırnak içersinde söylüyorum, yeniden keşfettim, hem de Borges’in ve Calvino’nun etkisiyle, o geleneği daha laik, postmodern, deneysel bir açıyla, kendi kullanıldığı bağlamda değil, ruhunu koruyarak ama bambaşka bağlamda kullanmayı öğrendim. Onları okuyarak kendi kültürüme baktım. Onlar üzerinden, onlar sayesinde kendi sesimi buldum. Bunların da hepsi, Kara Kitap’ı yazmama yol açtı. Nobel Akademisi’nden Horace Engdal, o kitabın benim başeserim olduğunu söylemiş. Aşağı yukarı katılıyorum.

Milliyet, 27.11.2006

Konuşan: Yasemin ÇONGAR

28.11.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004