Asrımız özgürlükler çağı. Artık özgürlük konusu, birey ve toplum bazında geçmiş çağlara göre daha da öncelik vereceğimiz konulardan. Buna karşılık özgürlükten dem vuranlar çok ama bu olgunun gereklerini yerine getirenler ise aksine çok az.
Özgürlük deyince, ilk hatıra gelen insandır elbette. Özgürlüğü ile sorumlu tutulan tek yaratıktır insanoğlu dünyada. Dünyanın yönetimi ona verilmiş; bedelini de o ödemek durumundadır. Özgürlükle sorumluluk birbirini tamamladığından insan, çok ince bir çizgi üzerindedir. Özgürlük sorumlulukla ancak amacına ulaşır.
Bir iç özgürlüğü var insanın ve bir de dış özgürlüğü. İkisinin bir arada olması güzel bir şey. Ama çoğunlukla dış özgürlüğü korumak elde değil. Özgür insan, bazen iç özgürlüğü adına dış özgürlüğünden isteyerek veya istemeyerek feragat edebilir.
Fiziksel dediğimiz dış özgürlüğe her zaman sahip olamayız. Dış özgürlüğümüz başkalarınca dejenere edilebiliyor. Meselâ; kölelik anlamında eski çağlarda az insan özgürsüzleşmemiş. İnsan olma hakları ellerinden alınmış, bir hayvan gibi işlem görmüşler, bir mal gibi satılmış ve alınmışlar. Bir insanın, ticaret metaı haline gelmiş olması kadar kişiliğine vurulan aşağılatıcı bir darbe olur mu? Kölelik çağında bolca örneklerine rastlanır. Bir dönem Çin’de kadınların, kocaları tarafından öldürülmelerine o zamanın kanunlarınca izin veriliyordu. Hindistan’da, ne yaparsa yapsın, eskiden gelen bir gelenekle hâlâ dokunulmaz kişiler var. Çağımızın bir özelliğidir ki, psikolojik olarak özgürlük açısından da, insanımız tehdit altındadır. Henüz bebekken, çocuklarımızın ruhlarına korku salınabiliyor, kötü alışkanlıklar zihinlerine kazınabiliyor. Günümüzde insanımız, sosyal ve ekonomik baskı altında bulundurularak, bir anlamda özgürlükleri ellerinden alınmıyor mu? Birey ve toplumların özgürlüğünü milim milim, santim santim yaşatacak ortamları hazırlayan bir sistem var mı?
Dış özgürlüğümüzün tehdit altında olduğu doğru olabilir. Ama bu, iç özgürlüğümüzün elimizden alındığı anlamına gelmez, gelmemelidir. Ruhsal özgürlüğümüz elimizde. Onu bizden kimse alamaz. Başımızla gitmesi gereken bir özelliğimiz. O bizim özümüz, uğrunda can verilecek bir değerimiz. İç özgürlüğümüzü verirsek kendi eylemimizle veririz ancak; bu ise birçok yeteneklerimizin erozyonu, yok oluşu demektir. Baş kılıçla kesilebilir, ama özgürlüğümüz asla.
İç özgürlük insan olmanın olmazsa olmazıdır. Çok basit bir mantıkla iç özgürlüğümüzü test de edebiliriz: Evet deme ihtiyacını duyduğumuzda “evet”, hayır deme ihtiyacımız durumunda “hayır” diyebiliyor muyuz? Bir şey demek istemediğimizde ise sessiz kalabiliyor muyuz? Gerektiğinde susabiliyor muyuz?
Her ne iş varsa, onu kim için yapıyoruz acaba? İç özgürlüğümüzün temel dayanağı olan Yaratıcımızı iş yaparken ne denli hatırlıyoruz? Hatırlanmazsa, başka şeyler devreye her an girebilir. Bu ya bir başkasıdır, ya bir herhangi çıkarımızdır ya da toplumun bir şekildeki baskısıdır. Yanlış algılanan benlik, nefis adına nice eylemler yapıyoruz! Boyun eğme adına “evet” i çok kullanırız da, ucunda itibarımızın ya da çıkarımızın kaybolacağı “hayır” ı söylemede zorlanmamızın bir sebebi, öyle sanıyorum ki istinat noktamızı bir Tek’e dayandıramadığımızdır. Günümüzün insanı güvenlik ihtiyacını çok değişik nesnelerle karşılamaya çalışıyor. Strese girişinin ve tedirgin oluşunun başta sebebi budur.
İç özgürlük yalınlıktır; korkusuzluk ve güvendir.
İç özgürlük ihlâsın da temelidir. İhlâs denilen olguda korkusuzluk ve telâşsızlık var. Bu açıdan ihlâslı insana mutlu, rahat insan diyebiliriz; çünkü tam bir iç özgürlüğüne sahiptir. Onu asıl ilgilendiren, çevrenin basit döngüler içinde yüzen olaylar değil, “hikmet” gözüyle gördüğü perde arkası gücün mutlak iradesidir. Bilir ki, o gücün dışında olan bir şey yok.
İç özgürlük, rahatlık ve aynı zamanda bilgeliktir. Olaylar, onun üzerinde fazla etki yapmaz. Her zaman beklediği şeylerdir çünkü.
|