Adalet Bakanı 301’inci madde ile ilgili olarak AB’den—Ve tabii ülke içinde ifade özgürlüğünden yana tavır alan çeşitli kurum ve kişilerden—gelen çağrılarla alay edercesine konuşuyor:
“301 konusunda sivil toplum örgütleri arasında üç görüş ortaya çıktı. Bir grup toptan kaldırılmasını istiyor. Başka bir grup olduğu gibi kalmasından yana. Üçüncü grup ise değiştirilerek kalmasını savuyor.”
Adalet Bakanı’nın ve Hükümet’in görüşü ise malum:
“Maddeye dokunmaya gerek yok. Zaman içinde içtihat oluşmasını beklemek lazım.”
Tabii bu arada, yargılanan yargılanır. Mahkum olan içeri girer. Eh nasılsa zamanla bu yargıçlar, savcılar emekli olur yerine yenileri gelir. Ola ki onların özgürlüklere yaklaşımında değişimler olur, o zaman 301’inci maddenin uygulaması daha yumuşayabilir.
“Balık kavağa çıkarsa” anlayışı.
Bakan bey bunları açıkladıktan sonra sözü başka bir ‘sivil toplum örgütü (!)’ olan Ankara Ticaret Odası’nın başkanı Sinan Aygün almış.
“Hayır” demiş. “Dördüncü bir görüş daha var. 301’inci madde bize göre daha da ağırlaştırılmalıdır”
Bir kamu kurumu niteliğindeki ‘sivil’ toplum örgütünün başkanı benim adıma, benim özgürlüğümün pazarlığını yapıyor.
Diyor ki, “İfade özgürlüğünün sınırları daha da daraltılsın”
Bu ifade, benim kalkıp da, “Şu ticari kural böyle değil de şöyle olsun” deyip, üzerime vazife olmayan bir mesele hakkında ahkam kesmeme benziyor.
Hükümetin sivil toplum örgütü diyerek karşısına aldığı örgütler bunlar. İşçi ve işveren örgütleri, odalar.
Sanırsınız ki 28 Şubat’ta Refah Partisi hükümetinin askeri bir zorlamayla yıkıldığı ve demokrasinin yerle bir edildiği o meşum 28 Şubat’ın, kendilerine ‘ Beşli çete’ diyen baş aktörleri tekrar bir araya gelmişler.
Sağolsunlar, bazıları 301’in kaldırılmasını istemişler. Bazıları ise değiştirilerek kalmasından yana tavır koymuşlar. Hadi buna da bin şükür diyelim.
Ama, ya “Cezalar ağırlaştırılsın” fetvası verenler?
Ya da hükümetin, bu farklı görüşleri ileri sürüp, “Bakın, sivil toplum örgütleri arasında dahi özgürlüklerin sınırı konusunda görüş birliği yok. Demek ki bu yasanın kalmasını savunduğumuz için biz doğru yoldayız” havasında hâlâ işi ağırdan almasını nasıl değerlendirelim?
Kim bilir, belki de hükümet, Avrupa Birliği ile gerilen ilişkilerde son pazarlık kozu olarak 301’inci madde değişikliğini saklıyordur. Bir de bakarsınız bu değişmez denilen madde AB’yi yumuşatmak için biraz yumuşatılmış!
Neden olmasın?
Böyle olsa da hükümete yönelik eleştirilerimiz olacak, hiç merak edilmesin. “Bravo iyi yaptınız” denilecek bir durum değil çünkü.
İfade özgürlüğü gibi önemli bir mesele böyle bir pazarlığın kozu olarak kullanılamaz.
Bir hafta, on gün sonra ne olacağını hepbirlikte göreceğiz.
Göreceğiz de, geçtiğimiz hafta sonu Prof. Atilla Yayla’nın İzmir’de AKP’nin düzenlediği bir toplantıda Kemalizm konusunda söylediği sözlere yönelik saldırılara baktığımızda 301 konusunda umutlu olmamız zorlaşıyor.
Malum medyanın her zamanki gibi ihbarcılığa soyunduğu bu olayda Prof. Yayla’yı davet eden AKP’nin, konuşmacı Prof. Yayla’nın düşüncelerine olmasa bile, bu düşünceleri açıklama özgürlüğüne sahip çıkma basiretini gösterememesi ile Adalet Bakanı’nın 301’e yönelik tavrı nasıl da benzeşiyor?
Bir bilim adamının bilimsel açıklamaları önce medya tarafından mahkum ediliyor ve konuşma gereken yerlere ihbar ediliyor.
Arkasından mensup olduğu üniversitenin rektörü bilim adamının bilimsel ve ifade özgürlüğünü savunacağına, hiçbir araştırmaya gerek görmeden onun işten el çektirildiğini açıklıyor. Türkiye’de üniversitelerin halini gösteren yüzkızartıcı bir durum.
Ya onu toplantıya davet eden AKP İzmir İl Gençlik Kolları ne yapıyor?
Gazetelerde çıkan haberlere bakılırsa parti yetkilileri, bir yandan Yayla’ya katılmadıklarını açıklarken, öte yandan bu işten nasıl en az zararla çıkılacağını araştırıyorlarmış!
İhbarcı gazetelerden biri olan Yeni Asır’ın sorularını yanıtlayan Gençlik Kolları Başkanı Kürkçü, “Atilla Yayla, ölçüp tartmadan konuştu. Unvanı Prof. Dr. olan birinden bu türden konuşmalar beklenmez. Biz de beklemiyorduk. Soruşturma başlattık” diyor.
Bu lafların ciddiye alınacak bir tarafı var mı?
İşin zavallılığına bakın. Özgürlüklerin savunucusu olduğunu söyleyen bir partinin gençlik örgütü, düşüncelerini bilerek çağırdığı bir bilim adamının ifade özgürlüğünün arkasında duramıyor. Neredeyse, “Biz adamı tanımıyoruz” diyecekler.
Bana kalırsa Yayla’nın bu konuşmasını da 301 kapsamında mütalaa etmek lazım. Bana inanmazsanız Adalet Bakanı’na danışabilirsiniz!
Espri bir yana..
Böylesi yaklaşımlarla özgürlüklerin genişletileceğini düşünmek ve Avrupa kriterlerinin yakalanacağını ummak olsa olsa safdillik olur.
Yeni Şafak, 24 Kasım 2006
|