İmam hatip tartışması... Din ve eğitim... Tabii laiklik... Yani malûm kör dövüşü!
Yine böyle bir dönem.
Herkes bilinen siperlere çekilip atışa başladı. Kamplaşmaya davetiye çıkaran çıkarana.
Biraz farklı, biraz aykırı ses verenin de vay haline! Laiklik düşmanı da olabilirsin, gafil de. Din düşmanı da, gavur da...
Hepsi mümkün.
Beyni rehin alan sloganların, klişelerin bini bir para...
Sıkıcı, hem de çok.
Konu çetrefil ve çok boyutlu. Cumhuriyetin kuruluşundan beri seksen küsur yıldır yerli yerine oturtamadığımız karmaşık bir dizi içiçe konu...
Sözgelimi laiklik diyoruz. Dinle devlet işlerinin ayrılması diye tarif ediyoruz.
Bizde öyle mi?
Değil.
Dini baştan beri devletin denetimine vermişiz. Diyanet İşleri Başkanlığı bunun için kurulmuş. Dini faaliyetleri izliyor. Camilerde imamların okuyacağı hutbelere kadar karışıyor Diyanet İşleri...
Laik bir düzende devletin farklı din ve inanç gruplarına eşit mesafede durması gerekmez mi? Tarif öyle değil midir?
Öyledir ama bizde farklıdır.
Bir devlet kuruluşu olan Diyanet İşleri, daha çok İslam’ın Sünni-Hanefi yorumunu temsil eder. Bu nedenle örneğin Aleviler kendilerini sistemden dışlanmış hissederler.
Yine laiklik deriz ama, bu ülkede zorunlu din dersi vardır.
Yine laiklik deriz ama, bu ülkede din adamı yetiştirmek de devlet tekeli altındadır. İmam Hatipler tek parti döneminde bu amaçla kurulmuştur.
Ama zamanla meslek okullarına dönüşerek paralel bir eğitim sistemi yaratılmıştır devlet eliyle.
Bir başka deyişle: 1924 tarihli Öğretim Birliği Yasası yine devlet eliyle delinmiştir. Toplumdaki din eğitimi ihtiyacı bir yerde İmam Hatip Okulları ile karşılanmaya başlamıştır.
1990’lı yılların ikinci yarısında, 28 Şubat’lı dönemde sekiz yıllık zorunlu sistemle birlikte İmam Hatiplerın orta kısımları da kapatılmış, sadece liseleri kalmıştır. Ayrıca, öteki meslek okul mezunları gibi İmam Hatip Liselerinden mezun olanların üniversiteye girişleri de katsayı sistemiyle zorlaştırılmıştır.
Şimdi kıyamet işte buradan kopuyor.
Sorun kendi kendinize:
Demokrasilerin özündeki seçme özgürlüğü, fırsat eşitliği penceresinden bakarsanız, bu ayrımcılığı içine sindirebilir misin?
Ben sindiremiyorum.
Tıpkı türbanlı kız öğrencilere üniversite yolunun kapatılmasını sindiremediğim gibi...
Ama aynı zamanda biliyorum, kolayca çözülebilecek bir sorun değil. Kapatın imam hatip liselerini de diyebilirsiniz. Peki o zaman ‘din eğitimi’ni ne yapacaksınız? Ya da bu yüzden evde oturacak kız çocukları...
Bir başka soru:
Bir eğitim reformunun genel çerçevesi içinde nereye oturacak din eğitimi?
Veyahut:
Türkiye’de laiklik uygulamasının düzeltilecek, reforma tabi tutulacak yanları neler?
Din ve vicdan özgürlüğü diyorsak, dini toplumsal bir olgu olarak kabul etmek durumundaysak, dinle sivil toplum ilişkilerini nasıl yerli yerine oturtacağız?
Tarikatlar 1925’den beri yasak. Yok edebildik mi? Hayır.
Peki, din eğitimiyle sivil toplumun, dini cemaatlerin ilişkisi ne olacak?
Soru çok.
Evet, bu memlekette irtica isteyenler elbette var. Özgürlüklerden yararlanarak özgürlüğü boğmak, yok etmek isteyenler yani. Ama azınlıktalar...
Onlarla daha etkili biçimde mücadele edebilmek için, demin bazılarını belirttiğim gibi karşılığını bulmak zorunda olduğumuz o kadar çok soru var ki.
Kökleri Osmanlı’ya, Cumhuriyet’in kuruluşuna kadar gidiyor bu soru ve sorunların...
Bütün bunlara ‘kışla mantığı’yla yaklaşamayız. Bu sorunlar elde sopa çözülemez. Çözülebilse, -tıpkı Kürt sorunu gibi- seksen küsur yıldır çözülürdü.
Bu konularda kabahati, 1946 sonrasına, yani demokrasiye bulanlar var.
“Erken gelen demokrasi” safsatasına inanıp “demokrasi düşmanları”nın işbirlikçiliğine soyunanlara Allah akıl versin.
Bu çağda daha hâlâ demokrasi yolundan ayrılıp elde sopa aydınlığa yürüyeceklerini sananlar, tam bir aymazlık, eski deyişle gaflet içindeler.
Çünkü bu kapı aydınlığa değil, cehennem karanlığına açılır ancak...
Son söz:
Laiklik en iyi demokrasi içinde korunur!
Dışlamak ve yeraltına itmek değil, demokratik sistemin içine almak ve oyunun kuralına alıştırmaktır doğru olan...
Milliyet, 24 Kasım 2006
|