Hayat, bir tercihler zincirinden oluşuyor.
Yanlış tercih, kötü sonuç veriyor.
Ama bazen doğru gibi gözüken tercih de doğru olmayabiliyor.
Şimdi ben size sorsam, küçük çocuğunuzla uçakta yolculuk ederken birden kabinin basıncı düşse, oksijen azalsa ve oksijen maskeleri kutularından fırlasa, ilk olarak ne yaparsınız?
İnsanın ilk tepkisi ve tercihi, oksijen maskesini derhal çocuğuna takmaktır.
Doğru gözüken budur.
Ve, yanlış bir tercihtir.
Bütün uçaklarda, böyle bir durumda oksijen maskesini önce sizin kullanmanız gerektiği söylenir.
Çünkü siz maskeyi önce çocuğun yüzüne dayar ve kendiniz oksijensizlikten bayılırsanız, sizden sonra çocuğunuz da maskeyi yüzünde tutamaz ve ikiniz birden ölebilirsiniz.
Ama ilk siz kullanırsanız durumu yönetebilecek enerjiniz olur, daha sonra çocuğunuza oksijen verir ve sırayla maskeyi kullanarak tehlikeyi atlatabilirsiniz.
Ne zaman Türkiye’nin şu bitmez tükenmez Kıbrıs sorunu gündeme gelse ben bu “oksijen” meselesini hatırlarım.
Çünkü Türkiye nedense her kriz anında oksijeni önce Kıbrıs’ın burnuna tutup bayılmayı göze alır.
Bunu niye yaptığını bir türlü anlayamam.
Biz Kıbrıs için bütün dünyayla düşman olmayı göze aldık.
Bunun bir söylenen bir de söylenmeyen nedeni olduğu bilinir.
Söylenmeyen nedeni, Kıbrıs’ın bir parçasını elde tutarak Doğu Akdeniz’i kontrol etmektir iddialara göre.
Gücünü yanlış hesap etmek insanların da toplumların da başını belaya sokar.
Bağdat Caddesi’nin trafiğini düzeltmeye gücü yetmeyen bir devlete Akdeniz’in kontrolünü vermezler.
Trafiği düzene koyabilmiş devletler, trafiğini düzene sokamamış devletlere hiçbir yerin kontrolünü teslim etmezler… Eğer onların hesabına oralarda jandarmalık yapmayacaksınız.
Ben uluslararası ilişkiler uzmanı değilim ama bu basit örneğin tersine bir örnek bilen varsa söylesin.
Türkiye, dünyanın muhalefetine rağmen Akdeniz’i kontrol edemez.
Bu, yanlış bir güç hesaplamasıdır.
Söylenen neden ise, “yavru vatandaki” 200 bin Türk’ün güvenliğini ve hakkını savunmaktır.
Bu, daha akla yakın bir neden.
Ama o zaman da Kıbrıslı 200 Türk’ün hakkını koruyacak bir güce sahip olmak gerekir.
Burada, “Türkiye nasıl güçlenir” sorusuyla karşılaşırız.
Ekonomisi için yabancı sermayeye, ordusu için yabancı silaha muhtaç bir Türkiye, dünyayla ve Avrupa Birliği’yle kavga ederek mi güçlenir yoksa dünyayla barışarak mı?
Ben, Türkiye’nin dünyayla barışarak güçleneceğine inananlardanım.
Türkiye’yi, dünyayla kavga etmenin güçlendireceğini söyleyenler de var, mutlaka kendilerine göre mantıklı bir nedenleri bulunuyordur.
Ama, Türkiye’nin borçlarını nasıl ödeyeceğini ve ekonomisi için kaynağı nereden bulacağını da sanırım somut biçimde söylemeliler buna inananlar.
“Kıbrıslı Türkler için biz fakirliği ve güçsüzlüğü göze alırız” bir cevap değil, çünkü bunu yaparsanız Kıbrıslı Türkleri koruyacak gücünüz olmaz.
Oksijen maskesini Kıbrıs’a dayar ve kendiniz bayılırsınız.
O zaman Kıbrıs’ı kim korur?
Türkiye’nin, yetmiş milyonluk nüfusunun refahını tehlikeye atarak Kıbrıslı Türkleri koruması mümkün gözükmüyor.
Türkiye’yi daha güçlendirecek bir “Kıbrıs politikası” bulmak gerekiyor bence.
Bir ülkeyi güçsüzleştirip fakirleştirecek adımlara politika denmez çünkü, beceriksizlik denir.
Tabii amaç gerçekten Kıbrıslı Türkleri korumaksa…
Dünya vatandaşı olmayı amaçlayan Kıbrıslı soydaşlarımıza uyguladığımız baskıya baktığımızda o amaç da epey kuşkulu bir hale geliyor çünkü.
Bu Kıbrıs politikası hiçbir açıdan akla yakın gözükmüyor.
Kimsenin işine yaramaz bu politika…
Türkiye’yi bayıltmak ve onun baygınlığından yararlanmak isteyen gizli iktidar meraklılarından başka.
gazetem.net, 14.11.2006
|