YÖK üyesi Prof. Dr. Halis Ayhan, “Kurul ihtiyaçlara uygun hızlı ve zamanında çözümler üretemiyor. Çalışma tarzının getirdiği zorluklar vardır. Enerjisini, yetkisini ağırlıklı olarak yerinde kullanmadığı tesbitini katılıyorum” dedi.
Bakanlar Kurulunun teklifi ve Cumhurbaşkanı onayıyla bir buçuk yıl önce bu göreve getirilen Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Halis Ayhan, İmam-Hatip Liseleri Mezunları ve Mensupları Derneği (ÖNDER)’in yayın organı Tohum dergisi muhabiri Adem Demir’e yaptığı açıklamada, YÖK’ün icraatlarını içerden bir isim olarak değerlendirdi.
YÖK’ün, Anayasa’nın 130 ve 131. maddeleri ile 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun ilgili maddelerine göre oluşan, Anayasal bir kurum olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Halis Ayhan, kurul’un 7’si Bakanlar Kurulu’nun seçtiği, Cumhurbaşkanının atayıp onayladığı, 7’si üniversitelerin kendi aralarında seçtiği, 7 üye de Cumhurbaşkanı’nın res’en atadığı üyelerden oluştuğunu söyledi. Kurul başkanını cumhurbaşkanı doğrudan dört yıl için atandığını hatırlatan Prof. Dr. Ayhan, şöyle devam etti: “24 yıllık geçmişi olan bu kurumun Türk yüksek öğretimine birçok olumlu, kalıcı katkıları olmakla beraber merkezi sistemin başa getirdiği kişilerden kaynaklanan bir takım sıkıntılar meydana gelmiştir. YÖK’ün yapısından kaynaklanan bazı sorunlar da olmuştur. Kurum, üniversitelerin ve fakültelerin ihtiyaçlarını zamanında gidermeyi ve gelişmeyi sağlama noktasında aksaklıklara da yol açmıştır. Türk yüksek öğretiminin büyüklüğünden dolayı, işlerin hızlı bir şekilde yerine getirilmesine YÖK yetmiyor. Yükseköğretimin istekleri, problemleri her geçen gün nitelik ve nicelik bakımından daha karmaşık bir hale geliyor. Dolayısıyla ihtiyaçlara uygun hızlı ve zamanında çözümler üretmekte zorlanılıyor.”
BİLGİ KİRLENMESİ VE KARARMASI VAR
Prof. Dr. Halis Ayhan, yaklaşık 1.5 yıldır YÖK toplantılarına katıldığını kendi uzmanlık alanı, olan "din eğitimi" konusunda kurula görüşlerini aktardığını belirterek, YÖK’e özellikle orta ve yükseköğretimdeki din eğitiminde bilgi kirlenmesi ve bilgi kararması konusunda yaşanan sıkıntıları ilettiğini ifade etti.
Prof. Dr. Ayhan, şunları söyledi: “Din eğitim ve öğretimi; din adına doğru olan bilgilerin, inananlarına yeterli ve zamanında verilmesi anlayışı üzerine kuruludur. İlk olarak doğru din bilgileri vermemiz lâzım. İkincisi bu bilgileri zamanında vermemiz gerekiyor. Üçüncü olarak da yeterli bilgi vermemiz gerekiyor. Bu üç kavram eğitim ve öğretimin her alanı için önemli olduğu gibi din eğitimi ve öğretiminin de olmazsa olmaz şartlarındandır. Zamanından önce veya sonra veya geç kalarak öğretirseniz anlamı olmaz. Çocuk ne zaman istiyorsa o zaman din eğitimi yapmak lâzımdır. Çocuk ne zaman din hakkında bilgi istiyorsa o zaman vermek gerekiyor. Fakat ne acıdır ki Türkiye’mizde 11 yaşından önce, ilköğretim dördüncü sınıftan önce din eğitim ve öğretimi yapamıyoruz. Orta öğretimde, ilköğretimde din kültürü ve öğretiminin çok ciddî problemleri var. Bilgi kirlenmesi eğitim psikolojisinin bu verilerini bilen aydınların bu bilgileri gizleyerek, yanlış bilgiler ileri sürerek, 11 yaşından önce din bilgisi vermeyelim, çocuklara zararlı olabilir gibi görüşler ileri sürmelerine diyorum. Aynı konu İmam Hatip liseleri için de geçerlidir.”
DİN EĞİTİMİ ERKEN YAŞLARDA BAŞLAMALI
Prof. Dr. Halis Ayhan, “Bilim ve pedagoji çocuklara kaç yaşında din eğitimi verilmesi gerektiğini ortaya koyuyor?” sorusuna ise şöyle cevap verdi: “Sözgelimi, din eğitimine bir örnek verelim: 4 yaşındaki çocuk çevresinde olup bitenleri aktif bir şekilde algılar mı? Evet algılar. Ezan okunurken çocuk anne babasına ‘nedir bu?’ diye sormaz mı? Ramazan geldiği zaman, ‘niçin öğleyin yemek yemiyoruz, oruç tutuyoruz, neden oruç tutuyorsunuz, Ezanın anlamı ne?’ şeklinde sorular sormaz mı? Çocuk bunu ne zaman sorar? 11-12 yaşlarında mı ilgi duyar bu konulara, yoksa 3-4 yaşında mı ilgi duyar? Çevresinde olup biten konulara aktif bir şekilde karışması yaşı diyoruz buna. Çocuk gelişimi üzerine çalışanlar; çocukların bu tür soruları 3-4 yaşlarında sormaya başladıklarını söylerler. Öğrenme merkezli eğitim önemli. Son 50 yılda gelinen nokta budur. Din eğitimi ve öğretimine de o yaşlardan itibaren başlanması gerekiyor. Doğru, yeterli ve zamanında dememin anlamı burada yatıyor. Eğer doğru vermezsek, zamanında vermezsek bilgiyi, yetersiz ve yanlış verirsek bu da tehlike arz eder..”
KÜLTÜRÜN ÖNEMLİ BELİRLEYİCİSİ DİNDİR
Türkiye’de din kültürü ahlâk bilgisi öğretimiyle din dersi eğitimi birbirine karıştığını ifade eden Prof. Dr. Halis Ayhan, “Bu durum da kafa karışıklığına yol açtı” dedi. Kültürün her anlamda vazgeçilmez bir ihtiyaç olduğunu, kültürün en temel belirleyicisinin de din olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Halis Ayhan, şöyle devam etti: “Satuk Buğra Han’dan bu yana, yani 9/10. yüzyıldan itibaren Türk Milleti’nin temel kültür belirleyicisi İslâm dini olmuştur. İlk ve orta öğretim çağındaki her çocuğa din kültürü ve ahlâk bilgisi öğretilmelidir. Şu anda bu anlamda kapsamlı bir şekilde din kültürü öğretimi yok.”
Prof. Dr. Ayhan, dini görüşü ne olursa olsun, bir insanın yaşadığı ülkenin içinde bulunduğu milletin kültür hayatını doğru bilmesi gerektiğini belirterek, “Din kültürü dersinde din eğitimine yönelik hiçbir şey vermememiz lazım” dedi.
İSTEĞE BAĞLI DİN DERSİ VERİLMELİ
“Her çocuğa istese de istemese de dinî eğitim vermek yanlıştır” diyen Prof. Dr. Halis Ayhan şunları söyledi: “Böyle bir uygulama laikliğe ve İslâm dinine aykırı olur. Çünkü dinde zorlama yoktur. Zorunlu Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi dersleri devam etmeli. Ancak, burada çocuklara sadece genel kültür anlamında bilgiler verilmelidir. Din eğitimi konusu ise isteğe bağlı olmalıdır. Bunu tercih eden çocuklara çok iyi bir dinî eğitim verilmesi gerekiyor. Kur’ân-ı Kerim ve anlamı, Hz. Peygamberin hayatı ve görüşleri öğretilmeli. Bu iki temel kaynağa bağlı olarak doğru ve yeterli din bilgileri uygulamasıyla birlikte kazandırılmalıdır. İsteğe bağlı din eğitimi şu ana kadar uygulamaya konulamamıştır. Bu durum kargaşaya yol açmaktadır. Anayasanın 24. maddesi gereği okutulan din kültürü derslerinde din eğitimi yapıldığı sanılıyor. Halbuki din eğitimine yönelik bilgiler veriliyor. Bazı çevrelerde itirazlar ve mahkemelere taşınan olaylar yaşanıyor. Din kültürü zorunlu olarak okutulmaya devam etmeli, ayrıca isteğe bağlı din eğitimi de uygulamaya konulmalıdır” diye konuştu.
İMAM HATİPLER DEVLETİN BAHÇESİ
İmam-hatip liselerinin, Millî Eğitim bütünlüğü içinde ülkemizin önemli, devletle milletin buluştuğu vazgeçilmez ortaöğretim kurumları olduğunu ifade eden Prof. Dr. Halis Ayhan, “Her hangi bir partinin ön ya da arka bahçeleri değildir. Milletin, devletin bahçesidir. Fakat maalesef içinde bulunduğum YÖK’ün 1998’de almış olduğu kararla bu okulların önü kesilmiştir. Bütün ortaöğretim kurumları ve meslek liseleri için söylüyorum. Doğru yöntem şudur: Gençlerimiz hangi okulu bitirirse bitirsin üniversiteye gitmeleri için önlerinde iki türlü yol vardır. Birincisi: Hangi yüksek okulun sınavını kazanırsa o yüksek okula gider. İkincisi ise bütün meslek ve genel lise mezunları yeterlilik sınavına tabi tutulurlar. Yeterlilik sınavlarını geçenler diledikleri bölüme gidebilmelidirler. Buna engel çıkartılmamalıdır. Sınavına giren ve sınav belgesini eline alan öğrencinin, bitirdiği lisesine bakılarak kategorize edilmesi doğru değildir. İmam-hatiplere yönelik bazı tesbitler yanlış. Bu okullar cumhuriyetin okullarıdır. Türkiye son 7 yıldır bu okulları tanımlamada ve yönlendirmede ciddi bir hata içindedir. İmam-hatipler için doğru model nedir? Bunu bulmak zorundayız.”
Prof. Dr. Halis Ayhan, “Açık lise meselesi ortaöğretimi ilgilendirir. YÖK bu işe dâhil olmamalıydı. Açık liselerle ilgili düzenleme Millî Eğitim Bakanlığı’nın tasarrufuydu. Konuları rejim krizine dönüştürmek suretiyle tartışmak yanlıştır. Bütün milletin değerlerini tartışma konusu yapmamak gerekir. Tüm milletin birleştiği Cumhuriyeti, demokrasiyi, laikliği her konuda tartışma malzemesi yapmamalıyız. İnanmak, inanmamak ayrı konu ama bunu bile kullanıyorlar” diye konuştu.
|