Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 27 Ekim 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Enstitü

Birey ve toplum

—GEÇEN HAFTADAN DEVAM—

2.4.5- Sivil toplum kuruluşları

Bireyin toplumda iyi bir yer edinebilmesi için kabiliyetlerine uygun herhangi bir meslekte uzmanlaşması gereklidir. Aynı meslekte olanların veya ortak özelliklere sahip olanların çeşitli amaçlarla bir araya gelerek dayanışma içerisine girdikleri ve amaçları uğruna mesai sarf ettikleri öteden beri bilinen bir gerçektir. Sivil Toplum kuruluşları, toplumun demokratik süreçlerde ihtiyaçlarına göre şekillenir ve gönüllülerin topluma vermek istediği insanî hizmetleri ifade eder. Bu yönüyle Bediüzzaman da birçok sivil toplum kuruluşunda görev almış ve kurucusu olmuştur. Yeşilay da bunlardan biridir.

Vakıflar, dernekler, sendikalar ve siyasî partiler birer sivil toplum kuruluşlarıdır. Bu kuruluşların birbirleriyle mücadele etmeleri toplumun zararınadır. Bunun yerine kendi varlıklarını geliştirme ve yüceltme çabası içerisinde olmalıdırlar. Toplum içindeki farklılıkları kabullenme ve onlarla diyalog zemininde ikna metodunu esas almalıdırlar. Bediüzzaman, özellikle Avrupa Birliği sürecinde yeni ve farklı toplumlarla ortak siyasî ve ekonomik birliğe girmeye hazırlandığımız bir döneme; "Gayr-i Müslime karşı hareketimiz iknadır", "Medenilere galebe çalmak ikna iledir" diyerek ışık tutar. Medenî dünyanın iletişim ve diyalog pratiği, "iknaya dayalı pozitif ve ilmî müzakere zeminleri" şeklinde olacaktır.

2.4.6- Tanışma ve yardımlaşma

Toplumun en önemli iki dinamiği, tanışma ve yardımlaşmadır. Risâle-i Nur'da, bunlar teârüf ve teâvün kavramları ile ifade edilmektedir. Bediüzzaman, bu iki önemli kavramın üzerinde ısrarla durur. İslâmın beş şartından biri olan "hacc"ın en önemli hikmet ve gayesinin teârüf ve teâvün olduğunu söyler.

Teârüf dediğimiz tanışma, insanların birbirini bilme, yeteneklerini fark etme, karşılıklı diyalog zeminini doğru kurma ve ihtiyaçlarını karşılamada birbirine olan gerekliliğinin boyutunu ve sınırlarını anlama imkânı vermektedir. "Sizleri, kabile kabile, taife taife yarattım ki, birbirinizi tanıyasınız" âyeti de buna işaret etmektedir.

Teârüfün iyi işlemesi halinde, fikir alış verişi ve doğru iletişim sonucunda fikir birliği ve düşünce uyumunu sağlamak mümkün olacaktır. İnsanlar gerçek anlamda birbirlerini tanıdıkça ve farklılıklarını ve potansiyelini keşfettikçe, mutabakata dayalı fikir birliği ve ortak amaç içinde düşünme tarzları artacaktır.

Fikir birliğine dönüşmüş tanışma ve beraber neler yapılabileceği kanaatini veren ortak görüşler, beraberinde yüksek stratejileri belirleme ve İslâm âleminde Bediüzzaman'ın tâbiriyle "Siyaset-i âliye-i İslâmiye”yi netice verecektir.

Yani İslâmın yüksek siyaseti, fikir birliğine ve onun da tesisi teârüfe bağlıdır. Kendini tanıma ve bilmekle başlayan bu süreç, aynı zamanda; "Kendini bilen Rabbini de bilir" hükmü ile kıymet kazanmaktadır. Böylece kendini tanıma irfanı ve Rabbine karşı acz ve fakr sûretinde "tevazukârâne hayat-ı içtimâiyeye karışma" şeklinde topluma bakışını ve toplumu teşkil edecek bir perspektifin ana noktasını yakalamış olur. Buna bağlı olarak İslâmın yüksek siyaseti olan sevk ve idareden, toplum taleplerinin karşılanması ve ortak değerler haritası içinde neyin nasıl yapılabileceğine kadar kapsamlı bir hayat nizamının âleme ve topluma mal edilmesi temel prensip olmalıdır.

Toplum hayatı, ancak yardımlaşma ile devam edebilir. Menfî Batı medeniyetinin "Hayat bir mücadeledir" anlayışına karşılık, müsbet İslâm medeniyeti; "Hayat bir yardımlaşmadır" anlayışı ile hayatı tanımlar. Gerçekte hayat, yardımlaşma içinde ve biri diğerini desteklemek şeklinde cereyan etmektedir. Organizmalarda ve diğer varlıklarda görülen bu hikmet, beşerin zulümkâr bakışını reddetmektedir. Bu iki anlayıştan birincisi toplumda çatışmayı, haksızlığı ve huzursuzluğu arttırırken, ikincisi yakınlaşma, sorumluluk ve barış ortamını sağlamaktadır. Toplumda zekât ile tesis edilen yardımlaşma, "Komşusu aç iken, tok yatan bizden değildir" hadisi ile pekiştirilerek daha da anlamlı kılınmaktadır.

Yardımlaşma, beraberinde teşrik-i mesai dediğimiz işbirliğini zorunlu kılmaktadır. Kurumsal bir yardımlaşma, organizasyon ve iş gücü planlanmasını sağlamaktadır. Böylesine sosyal dayanışmasını kurmuş bir toplumun hedeflediği sonuç, Bediüzzaman'ın ifadesiyle "maslahat-ı vâsia-i içtimâiyeyi" temin etmektir. Yani, bireyin beklentilerini karşılayacak ve geniş sosyal faydalar sağlayacak toplumsal dayanışmanın ve birlik ruhunun bir harcı yapmaktır.

"İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olanıdır" hadisinde, başkası ile olan münasebetlerde en önemli vasfın "en hayırlı olmak" olduğu vurgulanmaktadır. Yardımlaşmayı teşvik eden bu hadisin, Bediüzzaman'ın ifadesiyle "maslahat-ı beşer" tanımına uygun olan faaliyetler ve davranışlar olarak anlaşılması gerekir.

Bediüzzaman, topluma kendini adamayı ve fedakârlık yapmayı "Cemiyetin selâmeti uğruna bir Said değil, bin Said feda olsun" düşüncesi ve kararlılığı ile zirveye taşımaktadır. Buradan insanın imanının ve şahsî hayatının tekâmülü nispetinde topluma müsbet mânâda etki yapacağı anlaşılmaktadır.

Risâle-i Nur'da önemsenen diğer bir konu ise diğergamlıktır. Yani bir başkasının problemini dert edinme ve hassasiyet taşımadır. Diğer bir deyişle toplumsal duyarlılık, ortak değerlere ve buna bağlı şuurla ilgilidir. Bireyler arası ilişkileri ve davranış modellerini sistemleştiren toplumda, "en takdir edici yoldaş, en civanmert arkadaş..." çerçevesi, beraberliğin kaliteli sonuçları için, önemli bir bakış açısı kazandıracaktır.

3- BİREY VE TOPLUM

Kâinattaki "âlem" ve âlemlerin insana ait hususi ve umumî dünya ile ilişkilendirildiği istasyon nokta, yine bütünü tanımlayan, maddî ve manevî âlemleri kapsamına alacak mutlak ifadeyi insanla arasındaki diyalog, Risâle-i Nur'da "Âlemin miftahı insanın elindedir ve nefsine takılmıştır" cümlesinde vurgulanmaktadır. Buna göre kâinat sisteminin ve varlıkların binlerce âlem olarak ifade edilebilecek merkeziyet kuralı "insanın eline" verilmiştir. "Nefsine takılmıştır" beyanında, âlemle/âlemlerle insanın monte edilmiş kopmaz bağın ana ekseni ortaya çıkmaktadır.

Birey her zaman toplumdan etkilenmeye açıktır. İnsanların üzüntülerinden ve sevinçlerinden pay alır. "Hemcinsinin elemiyle müteellim, lezzeti ile mütelezziz olur."

3.1- Birey içinde toplum

Toplum yapılanmasının merkezine alınması gereken bireydir. Birey, hukuku korunduğu ve çoğunluk içinde kendini hissettiği nispette, bireyin dünyasında toplumun kıymet kazanması ve aidiyet duygusuyla katılımcı olması mümkün olur.

Toplumu bir vücuda benzetirsek, bunun hücreleri insanlardır. Organları ise toplumun organizasyonlarıdır. "Bir vücudun azaları" gibi, ortak işleyişte ortak bünyeye hitap edilebilir. Burada önemli olan cemiyetin bünyesini teşkil eden bireydir.

Kendini topluma ait bilen birey, toplum değerindedir. "Kimin himmeti milleti ise, o tek başına bir millettir" kuralı, kendini toplum değerinde ve ona saygılı gören her bireyi küçük bir toplum örneği yapmaktadır. Tesiri de buna göredir. Toplumu kendi düzeyine indirgemeden, kendisini toplumun yükselen seviyesine göre planlayan ve destek veren birey esastır.

3.2- Toplum içinde birey

Toplum, bireylerin ve ortamların geçmiş birikimlerini ve günümüz ihtiyaçlarını sistemik bir organizasyon veya gönüllü bir yapılanma ile karşılar. Bu ihtiyaçların başında, Bediüzzaman'ın tesbitiyle "cemiyetin iman selâmeti" gelmektedir. "Cemiyetin iman kalesi tehlikededir" uyarısını yapar. "Ben yalnız iman üzerine mesaimi teksif etmiş bulunuyorum" derken, İslâm cemiyetinin ana direğine işaret eder. "Bu yıkıldığı gün, cemiyet yoktur" ifadesi, önceliklerimize göre dikkat edeceğimiz noktaların tesbitini ve ona göre yoğunlaşmamızın gereğini ortaya koyar.

"İşte benim ıztırabım, yegâne ıztırabım budur. Yoksa şahsımın maruz kaldığı zahmet ve meşakkatleri düşünmeye bile vaktim yoktur. Keşke bunun bin misli meşakkate maruz kalsam da, iman kalesinin istikbali selâmette olsa!"

Yukarıdaki satırlardaki adanmışlık, iman kahramanlığı ve İslâm cemiyeti için ıztırap duyma, bizim yol haritamızı ortaya koymaktadır.

Bu tehlikenin kaynağı olarak; "Manevî temelleri sarsılan garp cemiyeti içinde doğan bir hastalık, bir veba, bir taun felâketi, gittikçe yeryüzüne yayılıyor. Bu müthiş sâri illete karşı İslâm cemiyeti ne gibi çarelerle karşı koyacak?" sorusunda teşhis, endişe ve çözüm arayışı yatmaktadır.

Bu şartlarda, "cemiyetin basiret gözü" imanlı bir şuurla toplumu güçlendirecektir.

Toplum, ihtiyaçlar hiyerarşisine göre bireyin önceliğini "iman" olarak belirlemeli ve bunu yerine getirmelidir. Maddî ve mânevî kalkınma, toplumun değerlerine sahip çıkma, ahlâkî çöküntü ve huzursuzluğu tedavi etme buna bağlıdır.

Birey, toplum veya cemaat şeklindeki kurumsal yapılar karşısında, tek başına bir organizasyon değeri ifade etmez. Toplum içindeki varlığı ile etkisini ve değerini koruyabilir. Bediüzzaman bunu; "Fert dâhî de olsa, cemaatin ferd-i mânevîsine karşı sivrisinek kadar kalır" netliğinde ortaya koymaktadır. Mutabakat sağlamış toplum hafızasının ve onun temsil değeri olan şah-ı manevîsi dediğimiz örgütlü toplumun sivil gücü karşısında, fertlerin şahsî duruşlarının fazla bir önemi yoktur.

4- SONUÇ VE DEĞERLENDİRME

Nasıl ki, tamamen bireyin hâkimiyetine dayanan bir sistem doğru değilse, tamamen toplumun belirleyici olduğu, hatta bireyi yok sayan, devletleştiren ve kurumsalın etkisiz elemanı yapan bir sistem de doğru değildir. "Devletler, milletler muharebesi, tabakat-ı beşer muharebesine terk-i mevkî ediyor" tesbitini, geçen yüzyılın başında yapan Bediüzzaman, sınıf kavgalarına ve toplum içindeki kırılmalara dikkat çeker. Bu da görünen devletler arası çatışmaların arka planında, sınıflar arası yaşanan ayrışma ve kavganın olduğunu göstermektedir.

Sınıflar arası kaynaşmanın temininde ve toplumların sağlıklı gelişiminin özünde, bireyin girdi kabul edildiği bir toplum ve toplumun da bireyi özneleştirdiği bir sistem ihtiyacı yatmaktadır

Buna göre birikimlerini bize emanet eden medeniyetimizin diriliş reçetesi bunlardır:

a) Demokratik sistemde, birey-toplum-devlet üçgeninde meşrûtiyetin; "hayatı hak, kalbi marifet, aklı kanun"dur.

b) Müslüman toplumlarda tesis edilecek hürriyet, hem insanlık, hem de İslâm dünyasına rehber ve model olacaktır.

c) Demokratik toplumda, hükümet hâdim ve hizmetkârdır. Benzer şekilde memuriyet de hizmetkârlıktır.

d) Gerek birey ve gerekse toplum hayatında, eşitliği fazilet ve şerefte değil, hukukta tesis etmek şarttır.

e) Toplumda cereyan eden olaylara; "Güzel gören güzel düşünür" kaidesiyle pozitif bakılmalı ve iyileştirici olunmalıdır.

f) Siyaseti, toplumun ve inançların emrine vermeli ve din istismar edilmemelidir.

g) Faziletle donanmış imanlı birey, sivil toplum ve katılımcı demokratik devlet, altın bir üçgendir.

27.10.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler

Başlıklar

  Birey ve toplum

  Hızır Bey Çelebi (1407?-1458)

  Mânâ-i harfî seferberliği


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004