Erenlerden ulu bir kişi; Hacı Bayram-ı Velî “Hamd-u senâlar, hamdu senâlar, Yâr ile bayram kıldı bu gönlüm!” diyerek, bayrama hak kazandığı bilincini, ni’metini açıklamıştır. Günlük hayatın gürültüsü içinde kendimi öyle kaptırdım ki takvim bayramının yaklaştığını, bu bayramın kendi âlemimde de bayram olabilmesi için ne “hal”de olmam gerektiğini yine düşünemedim.
Yüce Sevgili’nin sözüyle, “insanlar tarağın dişleri gibi eşittir”. Bu ne demektir? İnsan haklarının temeli olan “insanlık değeri” açısından aynı hizadadırlar. “İstisnasız kural yoktur” kuralı da bir kural olduğuna göre, kendi hükmünü doğrulayabilmesi için, istisnâsız bir kuralın var olması gerekir. Ne var ki, artık bu kuralın da istisnası olamaz. Mantık dışı olur. İstisnasız kural nedir? “Eşitlik ilkesi”dir. Yine erenlerden bir ulu; bu istisnasız ilkeyi “yetmiş iki millete bir göz ile akma” öğütü ile açıklar. Bu ulu kişi de Yunus Emre’dir.
Burada hemen zihnimize şu soru doğar: Eşitlikten söz ederken, bir de ermiş kişiden söz etmekle, kendi kendini yalanlamış olmuyor musun? Demek ki eşitlik ilkesinin de istisnası varmış! Cevabım şöyledir: -Kural, “her bakımdan, mutlak olarak eşitlik” değildir. İstisnasız olan kural; insan haklarının temeli olan insanlık onurunda eşitliktir. Bütün insanlar bu ilke gereğince tarağın dişleri gibi aynı hizadadırlar. Ne var ki, adaletin bir de ikinci boyutu vardır ki o da “hakkaniyet” boyutudur. Eşitlik adaletinin mutlaklığını -hiçbir kıvırtma yapmaksızın- kabul etmeyenin, hakkaniyet (kıst-equite) boyutundan nasîbi olmaz. Hakkaniyet, somut olayda (maşahhas hadisede) “Primus İnter Pares” (eşitler arasında birinci) olanı ayırabilmek demektir. Erenlerin önceliği de Alemlerin Rabbi olan Allah ile sevgi bağının yoğunluğuna göre belirlenir. (Ekrem olan etkaa olandır. Bu alanda primus inter pares olma, takvâ iledir. Hucurât, 49/13) Biz insanlar arasındaki ilişkilerde “somut olay adaleti”ni gerçekleştirebilmek için cehd ve gayret göstermekle yükümlüyüz. Allah katında en sevgili olanlar sırasını, Allah’ın bildirdiği sıralardan sonraki sıralarda bilemeyiz. Ancak, özü ve sözü bir olup kendisi ile sohbetten Yüce Sevgili’nin kokusunu aldığımız kişileri, takım tutma havasına girmeksizin severiz.
Gelecek yıl inşaallah toplum olarak daha alfabesini öğrenemediğimiz “insanlık onurunda eşitlik ilkesi”nin bilinci ile, Yãr ile bayram kılabiliriz. Yüce Sevgili ile bayram kılabiliyorsak, “Canlar canı” ile bayram kılabilmişiz demektir.
Yüce Sevgili; “zulümle birşey elde eden adam bizden değildir” buyurur. Yine o Yüce Sevgili: “Müslüman bir ülkenin Müslüman olmayan vatandaşlarına zulmeden kişinin hasmı benim ve ben kimin hasmı isem, Din Günü’nde İlâhî Divan’da husûmetimi güderim” buyurmuştur. Yüce Sevgili’yi seven, onun açacağı kamu davasında sanık olmayı göze alabilir mi? Heyhat! Ulu Kurban, İnsanlık Şehidi, Yüce Sevgili’nin gözbebeği Huseyn’in mazlûmiyetine onay mühürü basıp da kendi gönüllerini mühürlemiş olanlara bu söz hiç etki etmez. Ne var ki sadece gaflette olanlara etkisi olur.
İyi ve kötü yargısı; “ulusal çıkarlara uygunluk” ölçütü ile belirlenmez. Kaldı ki “ulusal çıkar” perdesini kaldırdığımız anda, bu perdenin ardında gizlenenin bir çıkarca topluluğu olduğunu görürüz, gerçek anlamda “kamu yararı”nın ardında da sadece -her iki boyutu ile- adalet ilkesini bulabiliriz.
Adalet ilkesinden; “say hatırımı/sayayım hatırını!” mülâzası ile, “mütekaabiliyet şartı” ile kaytarılamaz. Çünkü “zarar yoktur” ilkesi, “mukabele biz-zarar yoktur” ilkesi ile tamamlanmıştır. Tabiî Hukuk’ta, yine Yüce Sevgili’nin öğrettiği gibi, “zarar da yoktur, zırâr da!” Ancak meşru müdafaa vardır.
Adalet ilkesinden, ustalıklı terim îcatları ve kullanımları ile de kaytarmak mümkün değildir. “Amaller niyetlere göredir” Hitler’in, soykırım terimini kullanmayıp “nihaî çözüm” (Endlösung) gibi terimler kullanması, O’nu ahlâkî sorumluluğundan kurtaramamıştır. Farzedelim ki, Tehcir Kanunu’nun adı “Ermeni Ötenazisi Kanunu” olsa idi, bugün de, “soykırım” diyenler “Ermenilere ölüm yardımı kamu hizmetinin sunulması” ifadesini kullansa idiler, sorun çözülmüş mü olacaktı?
Tekrar ediyorum, ahlâkî ve cezaî sorumluluk şahsîdir, kimse kimsenin yükünü yüklenemez, ne var ki milleti, dini ne olursa olsun, bir kimseye, kendisi hiçbir suç işlemediği halde mensubiyeti dolayısı ile zulmedilmiş ise, zalimin de mensubiyetine bakılmaksızın, zulümden ve zalimden teberrî etmek, Yâr ile bayram kılabilmek için elzemdir. Yâr ile bayram kılma derdinde olmayanlara gelince, kendi yârları kendilerine yâr olduğu sürece, her günlerini bayram saymada muhtardırlar.
Alkışımız alkış, kargışımız kargış, bayramamız Yâr ile bayram olsun!
Yeni Şafak, 22 Ekim 2006
|