Giriş Âlemde mükemmelleşme meyli vardır. Bu yüzden kâinatın yaratılışı “tekâmül kanunu”na tabidir. İnsan ise kâinatın meyvelerinden ve cüzlerinden olduğundan, onda da bu mükemmelleşme meylinden bir “terakkî meyli” vardır. Acaba insanın bu terakkî ve tekâmülü nasıl olmalıdır? Said Nursî’ye göre hayvanların asıl görevi kendilerine verilen kabiliyetlere göre çalışmaktır. Bu da “fiili ubudiyet” olarak isimlendirilmektedir.
Hayvanların dünyaya gönderiliş amacı; öğrenmekle tekemmül etmek, aczini göstermekle meded istemek ve duâ etmek değildir. Ama insanın dünyaya gönderiliş amacı ise öğrenmekle mükemmelleşmek, duâ ile ubudiyettir. Çünkü insan aciz, zayıf, hayat kanunlarına cahil olarak dünyaya gönderiliyor. Aciz ve zayıf olması onu Allah’a duâ edip ona kulluk yapmaya, cahil olarak yaratılması da her zaman öğrenmeye sevk ediyor. Bu yüzden insan bu âleme ilim ve duâ vasıtasıyla tekemmül etmek için gönderilmiştir. O halde insanın gerçek tekâmülünün iki önemli amacı vardır. Bunlar da ilim, duâ ve kulluktur. Bu unsurlar insanın manevî ve ruhsal cephesini tekâmül ettirmekle birlikte, maddî yönünü de geliştirmektedir. Günümüz kişisel gelişim çalışmaları ise sadece insanın maddî yönünü geliştirmeyi hedefleyerek, manevî yönünü ihmal ediyor. Buradan kişisel gelişim çalışmalarının da manevî yönden tekâmüle ihtiyacı olduğu sonucu çıkıyor.
Kişisel gelişim ifadesi Risâle-i Nur’da insanın tekâmül ve terakkîsi olarak yer alıyor. Risâle-i Nur, insanın Rabbine karşı aciz, fakir, zayıf olduğunu nazara veriyor. Buna göre insanın gerçek terakkîsi, tekâmülü, gelişimi acziyetinin, zaafiyetinin, fakrının farkına varmakla mümkündür. Çünkü bu farkına varma, insanı ve bütün varlıkları yaratan, her şeye gücü yeten Allah’a kulluk yapmaya sebep olur. Bu bakış açısı Kur’ân’da bildirilen insanın amaçlarıyla özdeşleşmektedir. Zira Kur’ân-ı Kerim’de insanların ve cinlerin esas yaratılış amacının Allah’a kulluk yapmak olduğu beyan edilmektedir. Said Nursî’ye göre insanın Allah’a kulluk yapması, Allah’ın emirlerini yerine getirmek, yasaklarından kaçınmak demektir. Bu anlamdaki bir ibadet de insanın hem dünyevî, hem de uhrevî mutluluğunun kaynağıdır. Batıda ortaya çıkan günümüz kişisel gelişim çalışmalarında insanın ruhunu ve kalbini doyuracak tekâmülün bu gerçek boyutuna dikkat çekilmediği için, insanların kendilerinde gerçekten sınırsız bir güç olduğunu vehmetmelerine, bu da kabiliyetlerini sadece geçici dünya lezzetleri ve menfaatleri için kullanmalarına sebep oluyor. İnsanın fiziksel ihtiyaçlarını giderirken ruhunu ve kalbini aç bırakan bu anlayış, insanı mutlu etmeyi hedeflerken mutsuz hale getiriyor. Halbuki insana verilen cihazlar, duygular, lâtifeler hayvanlara verilenlerden çok yüksek değerdedir. İnsan eşref-i mahlûkattır. Bu sebeple sınırlı duygulara sahip olan hayvan gibi sadece dünyevî, maddî bir hedef, fiziksel bir haz ve geçici bir mutluluk için çalışması, bu değerli lâtife, duygu ve cihazlarını yanlış yolda kullanmasına, ruhsal, duygusal bir tatminsizliğe ve mutsuzluğa yol açmaktadır. Nursî’ye göre bu, insanın gerçek tekâmülü, terakkîsi, gelişimi değildir. İnsanın gerçek terakkîsi “insana verilen kalp, sır, ruh, akıl, hatta hayal ve sair kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirerek, her biri kendine lâyık hususî bir vazife-i ubudiyetle meşgul olmaktadır. Yoksa ehl-i dalâletin terakkî zannettikleri, hayat-ı dünyeviyenin bütün inceliklerine girmek; ve zevklerinin her çeşitlerini, hatta en süflîsini tatmak için bütün letâifini ve kalb ve aklını nefs-i emmareye musahhar edip yardımcı verse, o terakkî değil, sukuttur.” O halde insanın duygularını, lâtifelerini, cihazlarını ebedî hayata yöneltmesi ile ancak gerçek bir kişisel gelişime, terakkî ve tekâmüle erişilebilir. Buna ulaşabilmek için Risâle-i Nur’daki ifadelere göre “tahkikî bir iman, marifetullah, muhabbetullah” gibi insanın esas yaratılış gayesini oluşturan unsurların bilinmesi ve uygulanması gerekmektedir. Bu esasları elde eden bir insanın kendisine, diğer insanlara, kâinata bakış açısı olumlu yönde değişeceği gibi, gerçek gelişim ve tekâmül yoluna da girilmiş olacaktır.
Bizim masamızın sonuç bildirisinde Risâle-i Nur’da kişisel gelişime etki eden pozitif unsurlar, kişisel gelişimi engelleyen negatif unsurlar ve kişisel gelişimin ortaya çıkardığı insan modeli konusundaki ortak düşüncelerimiz sizlerle paylaşılacaktır.
A. Kişisel gelişime etki eden pozitif unsurlar
1. İman. Risâle-i Nur, İslâmın Kur’ân ve hadis gibi iki temel referansına dayanarak insanı insan edecek birinci unsurun “iman” olduğunu vurguluyor. Allah’a iman etmek, ona teslim olmayı, bu da tevekkülü sonuç veriyor. Bu da hem dünya, hem de ahiret mutluluğuna sebep olmaktadır. İmanın insana gerçek mutluluk verebilmesi için de taklidi olmaktan çıkıp “tahkiki” hale getirilmesi gerekmektedir. Tahkiki iman da, eşyanın hakikatleri olarak ifade edilen Cenâb-ı Hakkın Esma-i Hüsnasının anlaşılması, insanın ve kâinattaki bütün varlıkların bu isimlerin gözlüğüyle okunmasıyla mümkündür. Cenâb-ı Hakkı isim ve sıfatlarıyla tanıyan bir insan, onun her şeyi en güzel ve en mükemmel şekilde yaptığını da anlayacaktır. Bu anlayış, insanın Allah’ın râzı olduğu, sevdiği Kur’ân ahlâkı ile ahlâklanmasını ve yaptığı işi en güzel şekilde yapmasını temin edecektir. Bu bakış açısı insanın tekâmül ve gelişiminde en önemli bir motivasyon unsurudur.
Çalışmak, işini mükemmel yapmak da insana lezzet, lezzet de mutluluk verecektir. Muhsin olan bir insan, yani hem dünyevî işini, hem de ibadetlerini düzgün yapan bir insan da Allah tarafından sevilecektir. Kalplerin ancak Allah’ı hatırlamakla mutmain olacağını bildiren âyet de bu mânâyı kuvvetlendiriyor.
Allah, Mümit ve Muhyi isimlerine sahiptir. Yani Allah hem canlı varlıkları öldürmekte, hem de diriltmektedir. İnsan ise ebedî bir yaşama duygusuna sahiptir. Allah’ın insanı öldükten sonra diriltecek olması, yani ahireti yaratacak olması insanın da buna inanması onu mutlu edecek, tekâmülünü sağlayacak unsurlardan birisidir. Çünkü insanın duyguları bu dünyada tatmin olmuyor. İnsandaki sevgi ve beka aşkı, şefkat gibi duyguların tatmin edilmesi ancak ahiretin var olması ile mümkündür. Aynı zamanda ahiretin varlığı insanın kendisini ve sevdiklerini yok olmaktan kurtardığı için insana mutluluk veriyor.
Ahiret inancı toplumun her kesimini de mutlu ederek gerçek bir tekâmüle sebep olmaktadır. Çocuklar, yakınlarının ölümü karşısında ancak cennet fikriyle teselli bulabilirler. Bu da onlar için ruhsal tekâmülün, mutluluğun kaynağıdır. Gençler cehennem fikriyle toplumu olumsuz etkileyen duygusal yönlerini bastırırlar ve tecavüzlere yeltenmezler. İhtiyarlar ölümün yüzüne ancak ebedî hayat inancıyla gülebilirler. Diğer taraftan toplumun çekirdeği olan aile de, ahiret inancı sayesinde sevgi, şefkat ve hürmeti yaşar ve yaşatır. Bu inanç aile fertlerinin birbirine değer vermesine sebep olur. Kişisel gelişimin amaçlarından biri olan mutluluğa ancak bu şekilde ulaşılabilir. Bu mutlulukla hayata bağlanan insan, kendisini maddî-manevî tekâmül ettirmek için gayret eder. Bu inançtan mahrum görüşler, insanı geliştirmek yerine, en aşağı dereceye indirmektedir.
2. Sevgi. Kendisini geliştiren, tekâmül ettiren insan, Allah ile, insanlarla ve kendisiyle iletişim içinde bulunan bir insandır. İnsanın bu münasebetlerini en güzel şekilde ayarlayan unsurların başında da sevgi gelir. Kâinat bir ağaç gibidir. İnsan da bu ağacın en mükemmel meyvesidir. Allah insanın kalbine kâinatı istilâ edecek bir sevgi duygusunu yerleştirmiştir. Bunu vermesinin asıl gayesi de, insanın Allah’ın Zatını, sıfat, isim ve bunların kâinattaki tecellîlerini sevmesidir. Sevgiye önem veren kişisel gelişim kitaplarında kişinin Allah sevgisi yer almadığından iletişimde kopukluklar yaşanmakta ve sevgi duygusu yerli yerinde kullanılmamaktadır. Risâle-i Nura göre insan önce Allah’ı sevip sonra O’nun namıyla diğer varlıkları sevmesi gerekirken; bu sevgiyi önce kendisine, sonra diğer insanlara yöneltiyor. Bu, insanın sevgi duygusunun tatminsizliğine sebep oluyor ve onu mutsuzluğa sevk ediyor. Halbuki sevginin sebepleri olan cemal, kemal, hayır ve menfaat gibi hususlar sonsuz ve ebedî olarak Cenâb-ı Hak’ta olduğundan insanın bu sevgi duygusu ancak Allah’a yöneltilmekle tatmin olabilir. Allah’ı seven bir insan, diğer insanları da, mahlûkatı da O’nun hesabına sever. Çünkü Allah Bâkî, Allah sevgisi bâkî, ama insanlar ve diğer sevilen objeler fanidir. Allah için seven bir insanda kin ve düşmanlık duyguları olmaz. Allah için seven bir insanın kendisiyle, diğer insanlarla, ailesiyle, Allah ile olan münasebetleri mükemmel olur. Bu da insanın tekâmül ettiğini gösterir.
3. Nefis terbiyesi. İnsanda Kur’ân’ın ifadesiyle nefs-i emmâre, yani kötülükleri isteyen bir nefis vardır. Bu nefis, insanın tekemmülüne, terakkisine sebep olmak için verilmiştir. İnsanın en büyük cihadı kötülükleri isteyen nefse karşıdır. Mücadele sayesinde nefs-i emmare, nefs-i levvameye ve mutmainneye dönüşmüş olsa dahi, görevlerini asap ve damarlara devreder ve her zaman insanda onun terakkîsine sebep olacak hakikî, ya da mecazi bir nefs-i emmare bulunur. İnsan bazen nefs-i emmaresinin telkinlerine uyarak kötülük işleyebilir. Yaptığı kötülüğü bir daha işlemeyerek ve pişman olup istiğfar ederek bunu da tekâmülüne bir basamak haline getirebilir. Çünkü tekâmülde olumsuzluklardan uzaklaşmanın önemli bir yeri vardır.
4. İbadet. İnsanın kişisel gelişmesine etki eden en önemli unsurlardan birisi de ibadettir. Oysa ki kişisel gelişimin en önemli amacı mutluluktur. İbadet de Said Nursî’nin ifadesine göre, dünya ve ahiret işlerini tanzim etmeye, şahsî ve nevî kemâlâta sebep olduğu gibi, dünya ve ahiret mutluluğuna da sebeptir. Ona göre, ibadet Allah’ın emirlerini yapıp yasaklarından kaçınmaktır. İnsan ibadet etmek için yaratıldığından, ibadet eden bir insan görevini yapmanın mutluluğunu ruhunun derinliklerinde hisseder. Üstelik bu sayede insanların hakkına hukukuna riayet etmeyi, kötülükleri ortadan kaldırmayı kendisine amaç edindiğinden kendisi mutlu olduğu gibi diğer insanların da mutluluğuna katkıda bulunur. Diğer taraftan ibadet, insanların birbirlerini sevmesini sağlar ve kardeşlik bağlarını oluşturur. Kısaca ibadet eden bir insan, kendini geliştirme yolunda önemli mesafeler kat eden kimsedir.
5. Kanaat. İnsanın kişisel gelişimine pozitif etki eden unsurlardan bir diğeri de kanaattir. Kanaat şükrün ölçülerinden birisidir. İnsan sebepleri yerine getirdikten sonra elde ettiği sonuca razı olmalıdır. Bu insanı mutlu eder. Kâmil bir insan kanaat eden bir insandır. Hırs ise kanaatin zıddıdır. Kanaat rahmete, hırs ise hasarete ve mahrumiyete sebeptir. Kanaat eden bir insanın çalışma azmi, moral ve motivasyonu yükselir. Kısaca kanaat sahibi insan, kendisini tekâmül ettirmiş, geliştirmiş bir insandır.
—Devamı haftaya—
|