650 bin kişi gözaltına alındı. 1 milyon 683 bin kişi fişlendi. Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı. 7 bin kişi için idam cezası istendi. 517 kişiye idam cezası verildi. Haklarında idam cezası verilenlerden 50’si asıldı.
300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü.
171 kişinin işkenceden öldüğü belgelendi.
144 kişi kuşkulu biçimde öldü.
14 kişi açlık grevinde öldü.
16 kişi “kaçarken” vuruldu.
95 kişi çatışmada öldü.
73 kişiye doğal ölüm raporu verildi.
43 kişinin intihar ettiği bildirildi.
İdamları istenen 239 kişinin dosyası Meclis’e gönderildi.
71 bin kişi TCK’nin 141, 141 ve 163. maddelerinden yargılandı.
98 bin 404 kişi “örgüt üyesi olmak” suçundan yargılandı.
338 bin kişiye pasaport verilmedi.
30 bin kişi sakıncalı olduğu için işten atıldı.
14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı.
30 bin kişi siyasi mülteci olarak yurtdışına çıktı.
937 film sakıncalı bulunduğu için yasaklandı.
23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu.
3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hakimin işine son verildi.
400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis istendi.
Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi.
31 gazeteci cezaevine girdi.
300 gazeteci saldırıya uğradı.
3 gazeteci silahla öldürüldü.
Gazeteler 300 gün yayın yapamadı.
13 büyük gazete için 303 dava açıldı.
39 ton gazete ve dergi imha edildi.
*
“12 Eylül rejimi, insan hakları ihlallerini sistematikleştiren ve insani hakları / insan onuru duyarlılığını tehdit eden uygulamaları hem yasal olarak kurumsallaştırmış, hem de yönetim zihniyeti içinde kalıcılaştırmıştır.
*
“Üç yıl boyunca banyo yapmamıştık. Derimizin üzerinde birkaç milimetrelik kir tabakası oluşmuştu. Bu kir tabakası, bit üreten bir tabakaya dönüşmüştü.
Kanımızı emen bitler yüzünden vücut direncimiz sıfır noktasına yaklaşmıştı. Bu pislik ve bitler nedeniyle apış aramızda, koltuk altlarımızda cılk yaralar meydana gelmişti. Kirlenen ve çürüyen etlerimizden iğrenç bir koku yayılıyordu.
Diyarbakır’ın meşhur sıcaklarında bile koğuşların pencereleri kapanıyordu.
Üç yıl boyunca doyasıya ekmek yiyememiş ve su içmemiştik. Bu nedenle vücudumuz mevcut yağlarını tüketmişti. Kaslarımız erimeye başlamıştı. Eritreli çocuklar gibi bir deri bir kemik kalmıştık.”
*
“Bedenime dokunmaları bana çok korkunç geldi. Üstümü çıkarmaya çalıştılar. Epey bir itiş kakış oldu. İşkence sırasında benden bekledikleri tavrı göremiyorlardı.
‘Tiyatrocu karı’ diye bağırıyorlardı. Konuşmuyorum ya, rol yapıyorum sandılar. İşkencenin ne olduğunu yaşayınca daha iyi anlıyorsun.
Sonra beni karanlık bir odaya koydular, orada benim gibi sorgudan geçmiş, işkenceden kafası gözü yarılmış, ayakları şiş insanlar vardı.
Kafamı kaldırdığımda kolu kelepçeyle kaloriferin demirine bağlı, bir battaniyenin üzerinde oturan genç bir adam gördüm. Bu genç adam yakalanırken kurşun yarası almış. Bağırsakları bir poşetin içinde duruyordu.
Hastanede olması gereken o kişi orada, işkencehanedeydi ve o orada sürekli işkence çığlıkları dinliyordu. Orada içinizi ister istemez bir korku kaplıyor. Kimse ‘Korkmadım’ demesin.”
*
Şimdi bu tabloya bir bakın ve darbeye karşı olduğunu iddia edip 12 Eylül’e övgü yağdıran demokratları bir daha değerlendirin.
Sabah, 28.9.2006
|