Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 22 Eylül 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Enstitü

 

Yeryüzünün reçetesi Muhammedî (asm) muhabbet

Var olan her şeyin yöneldiği nihaî nokta birlik, belirli bir sürecin ardından bütünleşme ya da bütünlük adına yok olmadır. Ancak bütünleşme noktasına gelmeden önce bir müddet farklılaşma, daha sonra bütünleşme kesret âleminin bir gereği olmalıdır. Farklılaşma yaşadığımız âlemin fıtrî bir sürecidir. Vücut bulan her şeyde bir farklılaşma ve kimlik oluşturmak süreci gözlenmektedir. Bu canlı ve cansız bütün varlılarda konumuyla bağlantılı bir şekilde hep vardır.

Bütün varlıklar, fıtrî olarak bu farklılaşma sürecinin ardından bütünleşme ve organizasyon süreci yaşarlar. Mülk boyutunda, kâinatın yaratılışı, gezegenler ve yıldızlarla galaksilerin oluşumu, dünyanın oluşumu ve dünyadaki bütün canlı bedenlerin vücuda gelmesi hep farklılaşmayı takip eden bütünleşmeler ve organize oluşlar şeklinde yaratılmaktadır. Dünya coğrafyasını oluşturan farklı ırklar, kültürler, millî kimlikler, coğrafyalar ve dinler bu farklılaşma sürecinin sosyal hayata yansıması olmalıdır. Aynı şekilde bu günlerde dünya gündeminin başlarında yer alan Avrupa Birliği ve küreselleşme gibi olaylar sosyal hayatta artık farklılaşma sürecinin yerini organize olma ve bütünleşme sürecine bıraktığının işaretleri olmalıdır.

Farklılaşma aslında bir tür kimlik oluşturmadır. Kimliğini sağlam bir şekilde oluşturmuş ve özgüven kazanmış fertler diyalog ve bütünleşmeye karşı olmayan, hatta bilâkis taraftar olan bir tavır sergilerken, kimliğini netleştiremeyen her unsur diyaloglara kapalı, muhafazacı ve marjinalleme eğiliminde bir tavır ortaya koyar. Diğer unsurlarla bir araya gelince kendi kimliğinin zarar göreceği veya kaybolacağı endişesi ile içe kapanmış ve kendi içinde tanımlanmış bir kimlik oluşturma eğilimindedir. Bu halin psikodinamik alt yapısında güvensizlik, kendinden emin olamama, benliğini zayıf görme gibi haller yatıyor olmalıdır. Oysa iyi tanımlanmış kimlikler bir bütünün ve organizasyonun parçası olmaya aday ve kendi kimlikleri ile bütünün içinde yer alabilecek kadar kimliklerini netleştirmiş, kaybolma, bütün içinde yok olma endişesi taşımayan bir haldedirler. Kısacası, kimliğini iyi ve sağlıklı tanımlamış her unsur artık diyalog ve bütünleşme şeklindeki fıtrî sürece adaydır. Bundan sonra, kaybolma ve yok olma endişeleri ile kendi alanını iyice belirginleştiren ve içe kapanan bir sürece girme ihtiyacı hissetmez, sağlam bir benlik oluşturmanın verdiği emniyet hali vardır.

Dünya açısından düşünüldüğünde de artık bütünlük ve organize olma zamanının geldiği hissedilmektedir. Aslında yeryüzünde yaşayan her ferdin aradığı huzur, mutluluk, barış ve refah içinde bir dünya. Bu Amerika’da, Afrika’da, Asya’da dünyanın her yerinde yaşayan fertlerin ortak arayışı. İnsanlık tarihi “Sadece ben mutlu ve huzur içinde olayım” anlayışının beklenen sonuçları doğurmadığını bir ferdin mutluluğunun dünya genelindeki mutlulukla çok ilgili olduğunu ortaya koymaktadır. Dünya genelini nazara almayan yaklaşımlar çözüm getiremeyecek, menfaat çatışmalarını ve savaşları engelleyemeyecektir.

Dünyada ve insanlık içinde mutluluğun ve her yönü ile bütün zamanları kuşatan refahın ana kaynağı nübüvvet olmalıdır. Gerçek mutluluk ancak nübüvvet silsilesi etrafında halka olmakla mümkün olacaktır. Aslında bu hal karmaşa içerisinde ve bölük pörçük olarak şu an yeryüzünde var gibidir. Dünyadaki her topluluk nübüvvetin belirli bir boyutunun etkisi altındadır. Şu noktada ise taşların yerli yerine oturtulması ve nübüvvet silsilesinin ahengi içerisinde insanlığın gerçek mutluluk kaynağı olan bu kaynakla irtibat zamanı gelmiştir. Bu kaynağın ahengi ve gerçek nizama uygun tertibi ise Mi’raç ile Âlemlerin Rabbi tarafından netleştirilmiş ve bu hakikat nübüvvetin farklı pek çok kaynağı ile desteklenmiştir.

Bu noktada insanlık vahyin sesine kulak vermeli Hazret-i İsa (a.s.), Hazret-i Musa (a.s.) ya da nübüvvet silsilesinin herhangi bir halkasına tabi olmakla birlikte Hazret-i Muhammed (asm) etrafında kenetlenmelidir. Dünyanın çıkış yolu, hem dünya hem ahiret hayatında gerçek refahın kaynağı bu olmalıdır. Çünkü Muhammedî hakikat İsevî ve Musevî hakikatleri de kuşatmaktadır. Bütün dünya buna bir inansa hayat gerçekten bayram olacak ve yeryüzü mutlu bir yuvaya refah içinde bir köye dönüşecektir.

Bu gün Hıristiyan ve Musevî olanlardan bu hakikati hissetmiş ve Muhammedî (a.s.m.) hakikat etrafında kenetlenmeyi bir görev sayan pek çok din ve bilim adamı, kısmen de siyaset adamı yer almaktadır. Tevhid ve bütünleşme yönündeki fıtrî gidişe engel olmak isteyenler ancak benliğin ve siyasî mülâhazaların etkisi ile barıştan ve mutluluktan çok kendi hakimiyetlerini isteyenler olmalıdır. Ancak bu kimselerin İslâm âlemine yönelik saldırıları ya da hakaret içeren sözleri kendi saflarındaki tevhid ehlinin işlerini de zorlaştırmaktadır. Bu kişilerin karşısında yer alırken onların bulunduğu topluluk içinde yer alan tevhid ehlini, yani insanlık âleminde bütünleşmeden yana olanları rencide etmemek gerektir. Bu geleceğin Muhammedî (a.s.m.) hakikat etrafında bütünleşmiş ve küresel Asr-ı Saadeti yakalamış dünyası için gereklidir. Bu noktada muhabbet fedaileri olan Nur talebeleri bilmelidir ki, topyekûn barışı ve huzuru yakalamış bu dünyanın çimentosu Risâle-i Nur olacaktır. Artık bunun pek çok emaresi de ortaya çıkmıştır. Bu anlamda geçmişte ülke içinde barışın ve bütünlüğün muhafızı olma misyonlarını, bundan sonraki dönemde dünya genelinde yürütmekle yüz yüzedirler. Bu sebeple en kısa zamanda kendi aralarındaki dargınlıkları, ayrılıkları, küskünlükleri ortadan kaldırmak ve bir vücudun azaları olma şuuru ile bütünleşmek zamanıdır. Bu bütün dünyanın ve tevhid için duâ eden meleklerin, dolayısı ile kâinatın tamamı ve bütün âlemlerin Nur talebelerinden beklentisi ve onlar üzerindeki hakları olmalıdır. Hazret-i Ali (r.a) ve Gavs-ı Azam'ın (k.s.) zaman ve mekânlar ötesi himayelerinin gerisindeki önemli sırlardan biri de bu olmalıdır. Bu varlık âlemini nur-u Muhammedi (a.s.m.) ile kuşatan ve kâinatın tamamı ile alâkadar olan Hazret-i Muhammed'in (a.s.m.) büyük bir iştiyak ile beklediği ve mübarek yüzündeki tebessümü arttıracak bir hal olmalıdır. Ümmeti için her şeyi fedayı göze alan o zatı (a.s.m.) üzmek tüyler ürperten bir hal olmalıdır. Bunları düşünüp de titrememek ve hâlâ kısır çekişmeler uğruna birlik ruhunu varlık alemini kuşatan Muhammedi (a.s.m.) muhabbeti hissetmemek mümkün mü?

22.09.2006


 

Şükrü Saraçoğlu 1887-1953

Şükrü Bey, 1887 yılında İzmir’in Ödemiş ilçesinde doğdu. İlk eğitimi ve okul hayatına Ödemiş’te başladı. İlk ve orta okulu burada okuduktan sonra İzmir’e giderek liseye devam etti. Çalışkan ve zekiliğiyle dikkat çekti. Liseyi birincilikle bitirdi. Yüksek eğitimini Ankara’da devam ettirerek Mülkiye Mektebine devam etti. 1909 yılında Mülkiye Mektebinden mezun oldu ve İzmir’e geri döndü.

Öğrenimini tamamlayıp İzmir’e dönen Şükrü Bey çalışma hayatına başladı. İzmir Valiliği bünyesinde maiyet memuru olarak çalışmaya başladı. Bu ilk memuriyetinden sonra İzmir Sultanisi’nde matematik öğretmenliği yaptı. 1911 yılında ise yine burada bulunan İttihat ve Terakki Ticaret Mektebi müdürlüğüne atandı.

Ocak 1914’te devlet bursu kazanan Şükrü Bey, bu bursla Belçika’ya giderek öğrenim hayatını burada sürdürdü. Bilindiği gibi 1914 yazında Birinci Dünya Savaşı patlak verdi. Bunun üzerine yurda döndü. Ancak, kısa bir süre sonra tekrar yurt dışına çıktı. Bu kez İsviçre’ye gitti. Burada bulunan Siyasi İlimler Akademisinde okumaya başladı. Dört yıl boyunca burada kaldı. Bu süre sonunda akademiyi bitirerek mezun oldu. Birinci Dünya Savaşının devam ettiği, ülkemizin de dahil olup yüz binlerce şehit verdiği felâketin sürdüğü yıllarda Şükrü Bey yurt dışında kaldı.

Birinci Dünya Savaşı sonunda ittifak devletleri ile birlikte savaştan yenik ayrılan Osmanlı Devletine çok ağır şartları ihtiva eden Mondros Mütarekesi imzalatıldı (1918). Mütareke’nin imzalatıldığı sırada Cenevre’de bulunan Şükrü Bey, Türk Talebe Cemiyetini kurdu. Bu cemiyet adına çıkarılan ve Fransızca olarak yayımlanan dergiyi çıkardı. Bir taraftan dergiyi neşrederken, diğer taraftan cemiyetin başkanı olarak Mondros Mütarekesi’nin şartlarının çok ağır olduğuna dikkat çekmeye çalıştı. Avrupa kamuoyunda Osmanlı Devleti’nin haklarını savunmaya çalıştı.

Mondros Mütarekesi’nden sonra yurdun dört bir yanı işgal edilmeye başlandı. İşgal edilen yerlerden birisi de İzmir oldu. Birinci Dünya Savaşı sırasında yurt dışında kalmaya devam eden Şükrü Bey, İzmir işgalinden sonra yurda döndü. İzmir’e döndükten sonra Kuva-yı Milliye hareketinin organizelerinde ve örgütlenmelerinde bulundu. İstanbul’da toplanan son Osmanlı Mebusan Meclisi’ne İzmir mebusu olarak seçildiyse de İstanbul’a gitmedi ve meclis çalışmalarına katılmadı. Bilindiği gibi, son Osmanlı Meclisi işgal baskısı ve büyük tehditler altında çalışmalarını sürdürmüş ve Kurtuluş Savaşı’nın adeta plan ve programı mahiyetinde olan Misak-ı Milli’yi kabul etmişti.

İstanbul’da toplanan son Osmanlı Meclisi Misak-ı Milli’yi kabul ettikten sonra işgalcilerin hışmına uğradı. İstanbul işgal edildikten sonra yakalanan milletvekilleri sürgüne yollanarak vatanlarından uzaklaştırılmışlardı. Kurtulabilenler ise Anadolu’ya geçerek mücadelelerine devam etmişlerdi. Bu gelişmelerden sonra Ankara’da Büyük Millet Meclisi toplandı. İstanbul’a gitmeyen, Ankara’da açılan ilk meclise dahil olmayan Şükrü Bey, daha sonraki dönemde, Ankara’ya İzmir milletvekili olarak gitti ve 1923 yılında Meclis’e girdi.

Şükrü Bey, Büyük Millet Meclisi’ne girdikten sonra muhtelif görevlerde bulundu. Fethi Okyar tarafından kurulan kabinede Maarif Vekili olarak hükümette yer aldı. İsmet İnönü tarafından kurulan üçüncü ve dördüncü kabinelerde Adliye Vekili olarak görev yaptı. 1923-1950 yılları arasında mecliste bulunan Şükrü Bey, sözü edilen bakanlıklar dışında da muhtelif görevlerde bulundu.

Mehmet Şükrü Bey, on ikinci Refik Saydam hükümetinde ise Hariciye Vekili olarak bulundu. Saydam’ın 1942 yılındaki ölümünden sonra hükümeti kurmakla görevlendirildi. Bunların dışında; Fethi Okyar tarafından kurulan kabinede Maarif Vekili (Eğitim Bakanı) olarak yer aldı. 1942 yılındaki başbakanlığı dönemine kadar kurulan hükümetlerin hemen hemen tamamında görev aldı ve bakanlık yaptı. Böylece CHP’nin sürekli bakanlıklarda bulunan önemli isimlerinden biri oldu. Bu süre zarfında; Eğitim, Adalet, Maliye, Dışişleri gibi önemli bakanlıklarda bulundu.

Bakanlıkları sırasında bazı kanunların çıkarılmasında ön ayak oldu. Avukatlık, hakimlik ve İcra İflas Kanunları onun döneminde hazırlanıp yürürlüğe sokuldu. İmralı Cezaevi’nin kuruluşunu da o sağladı. Cumhuriyet Halk Partisinin önde gelen isimlerinden biri olan Şükrü Bey, 1926 yılında kurulan Yunanlılarla Mübadele Komisyonuna da başkanlık etti. Paris’te, 1932 yılında yapılan Osmanlı Devleti’nin borçlarının ödenmesinin şartlarının tesbit edilmesi görüşmelerine katıldı.

Şükrü Beyin başbakanlığı döneminde ise seçim yasası çıkarılarak iki dereceli seçim sistemi uygulandı. Başbakanlığı bir süre devam ettirdikten sonra istifa etti. İstifasından sonra başbakanlığa Recep Peker getirildi. Kasım 1948’den Demokrat Parti’nin ezici bir çoğunlukla kazandığı 1950 seçimlerine kadar Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’nda bulundu. 1950 seçimlerinde milletvekili seçilemeyince, 22 Mayıs 1950 tarihinde Meclis Başkanlığı da sona erdi ve bundan sonra siyaseti bıraktı. 27 Aralık 1953 yılında İstanbul’da öldü.

Soyadı Kanunu’nun çıkmasından sonra Saraçoğlu soyadını alan Şükrü Bey, yoğun siyasî faaliyetlerinin yanı sıra sporla da ilgilendi ve on yedi yıl gibi uzun bir süre Fenerbahçe Spor Kulübü başkanlığı da yaptı. Bundan dolayı 22 Temmuz 1998 yılında alınan bir kararla, Fenerbahçe Stadına adı verilerek Kadıköy’deki bu stadın ismi Fenerbahçe Şükrü Saraçoğlu Stadyumu oldu.

Cumhuriyet Halk Partisi’nin uzun yıllar tek başına yürüttüğü tek parti iktidarı boyunca büyük sıkıntılar çeken ve sürgünden sürgüne gönderilen Bediüzzaman, kendisine yapılan bu haksızlıkları eserlerinde dile getirmiş, bazen parti ismini ve bazen de ilgili şahısların ismini zikrederek kayda geçirmiştir. Bu vesile ile ismi Risâle-i Nurda zikredilen CHP’li şahsiyetlerden birisi de Şükrü Bey olmuştur. Bediüzzaman’ın en çok yakındığı durumlardan birisi ve belki de başta geleni laiklikle ilgili uygulamalar olmuştur. Din ve vicdan özgürlüğünü sağlamak için getirildiği iddia edilen bu sistemle, dine hücum edenlere sınırsız bir hürriyet ortamı sağlanırken, İslâm’a ve Kur’ân’a yapılan hücum ve eleştirilere ses çıkarılmazken; mütedeyyin insanların büyük sıkıntılar çekmesi ve baskılara uğraması sıradan uygulamalar halini almıştır. Bu çelişki sadece CHP’nin uygulamalarıyla sınırlı kalmamış, bazı din adamları, mahkemeler tarafından tayin edilen bilirkişilerden oluşan bazı bilim adamları da bu çelişkilerden nasibini almıştır. Bu durumu; “Ehl-i Vukufun insaflı hocalarından üç sualim var” başlığı altında dile getiren, Bediüzzaman; Kur’ân’a hücum eden dehşetli ejderhaların görmezden gelindiğini, sineklerin ısırmasıyla uğraşıldığını belirttikten sonra “…Dine ve terbiye-i Muhammediyeye (asm) zehir diyen Saraçoğlu’nu bırakıp, hakikat-i Kur’âniyeyi güneş gibi gösteren ve nev-i beşerin yaralarına tam tiryak olduğunu ispat eden Siracü’n-Nur ile münakaşa ederek, Nurun o mecmuasının âhirine ilhak edilen bir risâlede zayıf hadislerin tevilleri var diye, o mecmuanın müsaderesine yardım etmek çıkmaz mı? Bizler siz gibi zatlardan yaralarımıza merhem sürmek ve ferasetinizle yardım bekler ve cüz’î tenkitlerinizden gücenmeyiz” (Şuâlar, 1994, s. 349-350 ve 384) ifadelerine yer vermiştir.

22.09.2006


 

Meslekî yönlendirme ve meslekî rehberlik

Giriş Geride bıraktığımız yüzyılın en belirgin özelliklerinden birisi de, hızlı ve sürekli bir değişim sürecine sahne olmasıdır. Sürekli olarak değişen teknolojik, sosyal, ekonomik ve siyasal yapılar; sadece hayat tarzımızı ve standartlarımızı belli ölçüde değiştirmekle kalmamış, hayat çizgimizi belirleyen meslek seçimini de karmaşık ve zor bir hâle getirmiştir. Eğitim ve meslek seçimi, bireylerin hayatını, ruh sağlıklarından toplumdaki statülerine kadar pek çok boyutta olumlu ya da olumsuz yönde etkilediğinden, üzerinde önemle durulmalıdır.

Günümüzün eğitim anlayışı, eğitimin temel değişkenlerinden biri olan yönlendirme programlarını; bilim, teknoloji ve değer yargılarında meydana gelen değişmeler doğrultusunda düzenlemek ve geliştirmek zorunluluğunu gündeme taşımıştır. Çünkü öğrenim süreci içinde öğrenciler ders, sosyal ve eğitsel çalışmalar, kurs, iş ve meslek seçimi kararlarını vermek durumunda kalırlar. Bu aşamalarda öğrencilerin etkili karar verebilmeleri, ancak, resmî ve özel yönlendirme faaliyetleriyle küçük yaşlardan itibaren bilgi ve farkındalıkları artırılarak sağlanabilir.

Eğitimsel yönlendirmenin temel ilkesi bireyi tanımak, onun kendisini tanımasına, yetenek, ilgi ve istekleri doğrultusunda başarıya ulaşmasına yardımcı olmaktır. Risâle-i Nur'da olduğu gibi çağdaş eğitim anlayışında da benimsenen eğitim yaklaşımında "Ya hep ya hiç" anlayışı yer almamaktadır. Bediüzzaman'ın öngördüğü eğitim anlayışında, doğru olanı, bireyi olduğu gibi kabul ederek, onu olumlu yönde geliştirebilmeyi, değiştirebilmeyi esas almak vardır. Said Nursî bu anlayışı "Bir şey tamamıyla elde edilemediği takdirde o şeyi tamamıyla terk etmek doğru değildir." cümlesiyle özetlemektedir.

Geleneksel eğitim sistemleri, sınıflardaki öğrencilerin birbirine benzer niteliklere sahip olduklarını kabul eder. Ancak bu varsayım her zaman problem olmuştur. Çünkü sınıf ortalamasının üstünde ve altında olan öğrenciler, bu durumdan olumsuz etkilenirler. Bugün ülkemizde öğrenciler arasındaki bireysel farklılıklar, olması gereken düzeyde dikkate alınmamaktadır. Dolayısıyla eğitim sisteminin ihmal ettiği öğrenci sayısı artmıştır.

Bir diğer önemli nokta ise bugün bilgi çağında, toplumların başarısı ve değerleri sadece sahip oldukları toprak mülkiyeti ya da sermaye birikimi ile değildir. Bunların yanında asıl başarı, toplumların sahip oldukları insan gücünün kalitesi ile ölçülmektedir. Bu anlamda, okula başlayan her insanın kişisel kabiliyetini değerlendirmek ve onu nitelikli hale getirmek gerekir.

Meslek seçimi

Meslek seçimi bireyin, hayatında vermiş olduğu en önemli kararlardandır. Telâfisi çok zor, geri dönüşü çok defa da imkânsız olan meslek seçimi hassas ve dikkatli yapılmak zorundadır. Meslek seçiminin bu kadar öneminden dolayı devlet, öğrenci velileriyle iş birliğine girerek kişinin kendisi için en uygun, fıtratına münasip ve kişisel kabiliyetine göre en mükemmel yapabileceği mesleği seçmesine yardımcı olmalıdır. Bunun için bilhassa ilköğretim çağlarından başlamak üzere meslek tanıtımı yapılmalı ve öğrencileri bunlara yönlendirecek mekanizmalar kurulmalıdır. Bu yönlendirme süreci ilköğretimden itibaren sürekliliği olan bir program şeklinde uygulanmalıdır.

Said Nursî'ye göre meslek seçimi yapıldıktan sonra mümkünse herkes kendi seçtiği meslek ve san’atında ihtisas sahibi olmalıdır. Çünkü bir kimse birkaç meslekte ihtisas sahibi olamaz. Bir kişi benimsediği meslekte uzman olmalıdır. Yani işini çok iyi bilmelidir. Diğer konulardaki bilgilerini, uzman olduğu meslekteki başarı ve bilgilerine yardımcı kılmalıdır. Bediüzzaman'a göre kişinin bunu yapmayıp her meslekte uzman olmaya kalkışması halinde bilgisi çok fazla bir işe yaramayacaktır.

Said Nursî'ye göre bir meslekte uzmanlığın belirtileri, kişinin o mesleğin esaslarını ve inceliklerini bilmesi ve bunları yerli yerinde kullanmasıdır. Bir milletin fertlerinin ekseriyeti kendi kabiliyetlerine uygun bir meslek seçmelidirler. Ancak bu sayede cahillik, fakirlik ve karışıklıkla baş edilebilir. Aksi takdirde cehalet, zaruret ve ihtilaf o milletin yakasını bırakmayacak ve onları zillet çukuruna düşürecektir.

Dikkate alınması gereken diğer bir konu da mesleğin aynı zamanda fıtri geçim yollarından biri olmasıdır. Diğer başlıca geçim yolları da ticaret ve ziraattır. Denilebilir ki meslekte ilerlemenin yanında ticaret ve ziraatın gelişmiş olduğu ülkeler ve şehirler her açıdan gelişme gösterirler. Buna karşılık ticaret ve ziraatın terk edildiği, memuriyete göz dikildiği yerlerde fakirlik ve tembelliğin hayat bulacağı muhakkaktır.

Said Nursî, memuriyetin bir hizmetkârlık olması gerektiğini, bir baskı unsuru olarak kullanılamayacağını ifade ederek memuriyeti tabii geçim yolları arasında saymamaktadır.

Nursî'ye göre, Cenâb-ı Hak her bir peygamberi bir sanatın piri olarak göndermiş, ve bunu bazı âyet-i kerimelerle insanlara ihsas ettirmiştir. Bunun farkında olan insanlar, her bir peygamberi kendi mesleklerinin piri olarak kabul etmişlerdir. Meselâ, gemiciler Hz. Nuh'u, saatçılar Hz.Yusuf'u, terziler Hz. İdris'i, demirciler de Hz. Davud'u pir ve rehber olarak tanımışlardır. Bu ayetler peygamberlerin, meslek seçiminde birer rehber olduklarını gösterdiği gibi, meslekte ihtisaslaşmanın da önemine vurgu yapmaktadır.

Meslek tercihi

Yaratıcı tarafından mükerrem kılınan ve en güzel surette yaratılan insanın cevher-i ruhunda ekilen, had ve hesaba gelmeyen sınırsız istidatlar vardır. Bu sayısız istidatların altında hesaba gelmeyen yetenekler, bu yeteneklerden kaynaklanan hadsiz meyiller ve emellerden doğan sınırsız düşünce ve tasavvurlar vardır. İnsan diğer varlıklarla mukayese edildiğinde Cenâb-ı Hakk'ın esmasına en fazla mazhar olan bir mahiyette görülecektir. Fakat, insan kaderî bir plan ve program içerisinde kalıtım, mizaç, çevre, almış olduğu eğitim, cüz'i iradesini kullanarak yol ayrımlarında yapmış olduğu tercihler ve benzeri sebeplerle, kendisini başkalarından ayıran bir kişiliğe bürünür. Bu süreç içerisinde bazı istidatları körelirken diğer bazıları da inkişaf eder.

Herhangi bir şahıs kabiliyetine uygun olmayan bir mesleği tercih ederse yaratılış kanunlarına aykırı hareket etmiş olur. Kişi ancak kabiliyetli olduğu sahalarda uzmanlaşmalı ve mesleği ile bütünleşmelidir. Bunu yapmadığı takdirde mesleğini hakkıyla yapamaz, yüzüne gözüne bulaştırır, hatta mesleğini çirkinleştirir. Çünkü kabiliyetli olduğu saha ile bilfiil yaptığı meslek birbiriyle örtüşmemektedir.

Meslekî yeterlilik

Said Nursî'ye göre, kişinin ilgi, istidat ve yeteneklerine göre uygun bir alana (mesleğe) yönlendirilmesinden sonra herkes kendi seçtiği meslek ve branşında ihtisas sahibi olmalıdır. Çünkü 'yapan bilir, bilen konuşur'. Yani 'bir kişi işini ne kadar çok iyi bilirse o kadar kolay ve kaliteli yapar'. Bir şahıs çok meslekte ihtisas sahibi olamaz. Zira, 'umuma el atmak, umumu terk etmek demektir'. Bundan dolayı kişi seçtiği mesleğin tüm inceliklerini bilmeli ve bunda son derece maharet kazanmalıdır. Said Nursî, buna şu misali verir: "Her bir ihtiyaçta o san’atta mütehassıs olana müracaat etmek gerekir."

Nursî, "Saat bozulunca terziye gidilmez demektedir." Şu sözler de Bediüzzaman'a aittir: "Her mesleğin ehl-i ihtisasına itimat etmek gerekir." "Mesaileri tanzim etmek Allah'ın kâinatta koyduğu bir kanundur.", "İnsan bir ilaca muhtaç olsa tabibe gider, hendese için mühendise gider, mühendisten nakleder, mesele-i şer'iyye müftüden haber alınır."

Ayrıca bu konu Kur'ân-ı Kerim'de, "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?", "Eğer bilmiyorsanız bir bilene sorunuz" ve "İşi ehline veriniz" ayetleriyle ifade edilmektedir.

İhtisaslaşma ve işbölümü

Bediüzzaman ferdi kabiliyetlerin ortaya çıkarılması gerektiği meyanında, herkesin fıtratına uygun bir iş yapması ve ona yönlendirilmesi gerektiği açısından “taksimü'l-'amal” kanunu üzerinde büyük bir ehemmiyetle durmaktadır. Bediüzzaman'a göre, kâinatta hakim olan terakki ve tekemmül kanunu 'taksimü'l-amal' kaidesinden ortaya çıkmıştır. Bu kanuna itaat etmek farz iken ne yazık ki tamamen itaat edilmemiştir. Şöyle ki: Fıtratımızda ekilen yetenek ve meyillerimizle, 'taksimü'l-amal' kaidesine uyarak fen ve ilimlerde mütehassıs olarak farz-ı kifayeyi yerine getirmekle mükellef iken, yalancı bir hırs ve gösteriş merakıyla o yeteneklerimizi söndürdük. Allah'a isyan eden cehenneme girmeye müstahak olduğu gibi, hilkat denilen fıtrî şeriatın emrine uymadığımızdan cehalet cehennemine düşmeye müstahak olduk. Bizi bu azaptan kurtaracak olan da bu kanunla amel etmektir. Çünkü seleflerimiz bu kanunla amel ederek ilimlerin cennetlerine dahil oldular."

Hizmet içi eğitim

Nursî'ye göre, mevcut bilgi, durum ve materyal ile yetinmek eksik bir yaklaşımdır. İnsan daima öğrenmeye muhtaçtır. İnsan dünyaya gelişinde her şeyi öğrenmeye muhtaç ve hayat kanunlarına cahil, hatta yirmi senede hayat şartlarını tamamen öğrenememektedir. Belki ömrünün sonuna kadar öğrenmeye muhtaç gayet zayıf ve aciz bir surette dünyaya gönderilmiştir.

Sürekli yenilenmek gerekir. Her insan mesleği ile ilgili yeni gelişmelerden ve değişikliklerden mutlaka haberdar ve mesleğinin her aşamasında yeniliklere her zaman açık olmalıdır. Bunu meslektaşları ve alanının uzmanlarıyla belli aralıklarla işbirliği yapmak suretiyle yerine getirebilir. Hizmet içi eğitim, hemen her alanda ihmal edilmemesi gereken bir unsurdur.

Ayrıca, "meslekî yönlendirme yalnız belli yaşlardaki öğrencilere belli yıllarda götürülen bir yardım olmamalıdır" ilkesinden yola çıkılarak meslekî yönlendirme konusunda son yıllarda sıkça uygulanan meslekî gelişme kavramı üzerinde önemle durulmalıdır. Bu kavram mesleğe yönelme, meslek seçimi, mesleğe giriş, mesleğe uyum, meslekte gelişme ve meslekte emekli oluşu da içine alır. Bu açıdan ele alındığında mesleki yönlendirme, okul sürecini aşan, bireyin kariyer gelişimini izleyen bir hizmet yelpazesi olarak görülmelidir.

Sonuç

Bir insanın kabiliyetine göre, yapabileceği bir işe odaklanarak onda maharet ve ihtisas sahibi olması hayatta daha başarılı ve mutlu olmasını sağlar. Yeteneğe göre eğitim ve meslek seçimi öğrenci odaklı eğitimin de temel prensibi olup maddî ve manevî terakkinin de esasıdır.

Her türlü manevî baskı ve yönlendirmeden uzak bir şekilde onun ilgi, istidat ve yeteneklerine uygun iş ve meslekler, çeşitli yönleriyle anlatılmalı, tanıtılmalı, nihayetinde tercih ve seçme hakkı kişiye bırakılmalıdır. Rehberlik anlayışının temeli budur. Başka bir ifadeyle "Akla kapı açmak fakat ihtiyarı elden almamak" gerekir.

Ana-baba ve büyükler olarak meslek ya da iş seçimi sürecinde çocuklarımızın sadece dünyalarını-dünyevî hayat ve mutluluğunu değil, aynı zamanda ebedî hayatlarını ve işin manevî boyutunu da düşünmek mecburiyetindeyiz.

22.09.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004