Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 19 Eylül 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Yard. Doç. Dr. Yüksel Taşkın: Türkiye’nin de neoconları var

Türkiye’de karamsar bir havanın artmasıyla birlikte milliyetçilik de yükselmeye başladı. Ya da milliyetçiliğin yükselmesiyle karamsar hava iyice arttı. AKP iktidarda olmasına rağmen bu karamsarlığın ve milliyetçiliğin yükselmesini engelleyecek bir çaba göstermedi. Aksine zaman zaman bu ikisini yoğunlaştıracak tutumlar benimsedi. AKP’nin AB sürecinden geri çekilmesi de içe dönüklüğü ve ümitsizliği pekiştirdi. PKK saldırıları da öfkeyi ve milliyetçi kutuplaşmayı topluma yaydı.

MHP, Söğüt’teki toplantıda ilk kez Başbakan’a karşı bir fiziksel saldırı düzenledi. Bütün bunlar birleştiğinde, AKP’nin, başlamasında kendisinin de sorumlu olduğu bu öfkeli ve milliyetçi süreci yönetmekte zorlandığı görüldü. İslamcılıktan milliyetçiliğe Türk sağı üzerine çalışan, Birikim dergisinde makaleler yazan, Marmara Üniversitesi öğretim üyesi siyaset bilimci Yrd. Doç. Yüksel Taşkın’la AKP’nin milliyetçilikle ilişkisini, amaçlarını ve hatalarını konuştuk.

* Daha bir yıl önce Türkiye geleceğine güvenle bakan ümitli bir ülkeydi. Şimdi ise koyu bir karamsarlığın hâkim olduğu, insanların gelecekten kaygı duyduğu bir ülke olduk. İktidardaki AKP’nin hangi politikaları ya da hangi hataları yol açtı bu tatsız değişime?

Bir yıl önce 3 Ekim’de AB’den müzakere tarihi alındı. Ve 3 Ekim’i izleyen sekiz ayda Türkiye’de ‘İkinci Susurluk Süreci’ denilen bir süreç başladı. Şemdinli olayı oldu. Linç girişimleri yaşandı. Danıştay cinayeti oldu. Atabeyler, Sauna çeteleri çıktı. Bütün bunlar, AB’yle entegrasyona karşı katı tavır alan kesimlerin AKP’yi hedef alarak yaptıkları şeylerdi. AKP’nin AB’ye yönelik isteğini azaltma ve onu, bir kriz ortamında farklı bir zemine çekme girişimleriydi.

* Peki AKP bu kriz ortamını iyi yönetiyor mu, hükümet olarak üzerine düşeni yapıyor mu sizce?

Şemdinli’de AKP üzerine düşeni yapmadı. Milliyetçi kesimlerde ve güvenlikle ilgili kaygıları olan çevrelerde oluşan iklime bakarak demokratikleşmede geriledi. TCK’nın 301’inci maddesinde geri adım atarak büyük taktik hata yaptı. Daha önce bir sürü demokratikleşme paketi geçiren AKP, Ceza ve Terörle Mücadele yasalarında geri getirdiği hükümlerle özgürlükler konusunda şimdi ciddi tavizler vermiş durumda. Hatta AKP, Türkiye’nin uzun yıllar tartıştıktan sonra vardığı büyük konsensüsü bile bozdu.

* Neyi bozdu?

Düşünce, suç olmaktan çıksın konusunda toplumda varılan uzlaşmayı bozdu. Eğer siz TÜSİAD’dan her türlü kesime varıncaya kadar çok geniş bir yelpazede uzlaşılmış bir konuda taviz verirseniz, size başka konularda da taviz verdirirler. Güvenliğin abartılmasından büyük güç elde eden ve demokratikleşme süreciyle etkisizleşecek olan bazı çevreler, AKP’nin bu tereddütlü halinden şimdi yararlanıyorlar. AKP ise belli kesimlere dağıttığı teşviklerin ve kendi yandaşlarına sağladığı ekonomik avantajların yansımaları üzerinden seçimlere kadar bu dönemi idare etmeye çalışıyor. O sadece, cumhurbaşkanlığı krizini kendi lehine çözmeye kilitlenmiş gözüküyor.

* AKP, AB yolunda en ciddi adımları atan parti oldu. Şimdi ise AB’den vazgeçmiş bir görüntü veriyor. Niye böyle bir politika ya da görüntü değişimi oldu?

AB içinde Türkiye’yle ilgili bölünmeleri ve korkuları gören AKP, AB sürecinin çok sancılı olacağını anladı. Ayrıca bu sürecin, Cumhuriyet’in üzerine kurulduğu meselelerle ilgili tartışma yaratacağını, süreç derinleştikçe Kıbrıs, Alevilik, Kürt meselesi ve azınlıklar gibi konularda yaşanacak tartışmaların kendisini sıkıştıracağını varsaydı ve AB konusunda yalpalamaya başladı. AB üyeliğinden vazgeçmedi ama zikzaklar çizerek süreci beklemeye aldı. Bir de kendi sadık seçmenini radikal sağ partilere kaptırmaktan korktu. Çünkü onlara, türban, eğitim gibi sorunlarını AB süreciyle çözeceği işaretini vermişti. Aslında AKP, Türkiye’deki gerginliği milliyetçi manevralar yaparak idare edebiliyordu. Fakat PKK terörünün tırmanmasıyla şimdi durumu idare etmesi güçleşti. Bir de tabii Türkiye’de seçkinler arasında büyük bir mücadele var.

* Kiminle kimin arasında, neyin mücadelesi bu?

AKP gibi yapılar, kendi yeni seçkin adaylarını yaratarak, Türkiye’de hep ağırlıklı bir rolü olan Batı’ya dönük Cumhuriyetçi, modernist, laik, kentli seçkin kesimleri ciddi biçimde geriletti. Bu yeni seçkinlerin siyasi, kültürel ve iktisadi dinamizmi yerleşik seçkinleri korkuttu. Yerleşik seçkinler, kentlerin kuşatılmasını, çok farklı kesimlerin kentlere gelmesini ve güç sahibi olmalarını sadece AKP’yle ilişkilendirmeye başladılar. Oysa AKP bu sürecin hızlandırıcısı olabilir ama bu sürecin bir nedeni değildir. O, sadece bir sonuçtur. Parti olarak geçici bir dönem tasfiye edilebilir ama...

* Sonuç ne olur?

Bu hareketin dayandığı toplumsal dinamikler AKP değil XKP diye bir şey üretip yine yoluna devam eder. Çünkü bu hareketin dayandığı ciddi bir siyaset sınıfı ve iktisadi taban var. Mesela MHP’nin böyle bir tabanı yok, beslendiği bir iktisadi arka plan yok. 28 Şubat’ı yapanlar ‘Önlem almazsak Milli Görüş 2000’de beş, altı milyon oyla iktidara gelebilir’ dediler. Önlem aldılar ve 2001’de Milli Görüş’ün uzantısı AKP aynı oyla iktidar oldu. Çünkü siyaset son tahlilde oy hesabına dayalıdır. Artık çevre ve yeni seçkinler bir şekilde siyasette belirleyici olacaklar. İşte, yerleşik seçkinlerle yeni seçkinler arasındaki bu gerilimi anlamadan, Türkiye’deki aşırı öfkeli ve milliyetçi hali tam kavramak mümkün değil.

* Eski seçkinleri korkutan bu yeni seçkinler kim? Anadolu sermayesi mi? Yeşil sermaye denilen dinci sermaye mi?

Büyük sermayenin dışında kalan ihracata dönük muhafazakâr iş çevreleri bunlar. Bir kısmı İslamcı, bir kısmı değil. Bunlar, AKP’nin kendi lehlerine olduğu inancındalar. Bunlar, küresel alanda rekabet etme şanslarının bulunduğunu düşünüyorlar ve AB’yle bütünleşmeyi, küreselleşmenin bir parçası görüp destekliyorlar. Bu kesimlerin toplumu yönlendirme güçleri çok büyük. AKP de bunların sözcüsü olma konusunda bilinçli bir strateji izliyor. Mesela MÜSİAD, 2 bin 200 üyeyle yedi bine yakın şirket demek. Gülen cemaati, bu yıl 9 bin şirketi kapsayan Türkiye Sanayiciler ve İşadamları Konfederasyonu ‘TUSKON’u kurdu. Bu ‘karşı seçkinlerin’ dinamizmi yerleşik seçkinler açısından ürkütücü. Ayrıca bunlar televizyon, gazete ve akademisyenleriyle de kültürel alanda da yükselişte. Bu süreç çok önemli.

* Nasıl bir sonuç yaratıyor?

Türkiye’de AKP gibi ne zaman bir sağcı parti iktidara gelse, hepsi daima Türk Ocakları ve Aydınlar Ocağı gibi kendi mensubu olmayan milliyetçi çevrelerdeki entelektüellerden yararlandılar. Onları, devletteki kadrolara yerleştirdiler. Ama AKP’yle bu ilişki koptu. Çünkü onun 1980’lerde devleti İslamlaştırma iddiasıyla ortaya çıkan ve sonra yavaş yavaş sisteme katılan kendi entelektüel aydın fidanlığı vardı. Ve Ak Parti merkez sağda bildiğimiz ilişkileri yenilemedi, Aydınlar Ocağı, Türk Ocağı gibi yapıları hiç kale almadı ve RTÜK’ten TMSF’ye, bütün görevlere kendi organik entelektüellerini getirdi. İlk defa bir sağ iktidarın bu milliyetçi gruplarla hiç dirsek teması kurmadan kendi kadrolarıyla hareket etmesi milliyetçi kesimde çok ciddi bir kriz yarattı. Bugün Türkiye’de yaşanan gerilimlerde milliyetçilerin çok büyük rolü var. Bu gerilim sadece MHP ile değil, MHP’den daha sağdaki örgütlü gruplarla da yaşanıyor.

* AB sürecinde milliyetçilikte de bir yükselme yaşandı. AKP de bu milliyetçilik yarışına katılmış gibi gözüküyor. AKP, milliyetçilik yarışına mı girdi gerçekten?

Erdoğan, Türkiye’deki sağ liderler arasında ülkücülerin belirlediği milliyetçi çizgiye en mesafeli olan kişidir. Son dönemde, özellikle linç olaylarında milliyetçi tepkiler verdi ama Erdoğan Güneydoğu’ya gidip Türkiyelilik bir üstkimlik olabilir tartışmasını da başlattı ve çok sert tepki gördü. Kendi tabanı ve milletvekilleri de bu yorumu kabul etmedi. Çünkü Milli Görüş hareketinde milliyetçi birikim vardır ve bunun düşünsel etkisi AKP kadrolarında sürüyor.

* Peki AKP’nin milliyetçilik yarışını kazanması mümkün mü?

Mümkün değil. AKP bir dönem milliyetçilik yarışına girdi ama... PKK’nın silahlı mücadeleye başladığı bir ortamda milliyetçilik yapmanın kendisini değil, daha radikal milliyetçi kesimleri güçlendirdiğini gördü. Eğer milliyetçilik yarışı kızıştırılırsa, AKP’nin tasfiyesi sonucu da çıkabilir. Bu yarışın AKP’ye maliyeti ağırdır. Amerika ve AB’yle ilişkilerin zayıflamasından tutun toplu linç girişimlerine kadar büyük bir maliyeti var bunun. Hem dünyanın AKP’ye dair kuşkularını da artırır böyle bir yarış. AB süreci daha da baltalanır. AKP şimdi MHP’yle ideolojik olarak mücadele etme konusunda işaretler veriyor. Türkiye sağının farklı temsilcileri arasında ilk defa böyle yoğun bir ideolojik mücadele başladı.

(...)

* Başbakan Erdoğan geçenlerde ilk kez MHP’nin yoğun bir saldırısıyla karşılaştı. MHP’nin fiziksel şiddete başvurduğu bu olay hangi gelişmenin göstergesi?

AKP’nin hissettiği güçsüzlüğün farkındalar ve kullanıyorlar. Söğüt’te yapılmaya çalışılan, AKP’nin ve Başbakan’ın oraya ait olmadığını, yalnız olduğunu vurgulamaktı. ‘Seni tanımıyoruz’ mesajı verilerek, Başbakan’ın ve hükümetin meşruluğunu ve gücünü iyice kaybettiğini göstermekti. Nitekim Söğüt’te AKP’ye güçsüzlük ve iktidar olamama hissini yaşattılar. ‘Siz hükümet olabilirsiniz ama devlet ve çeşitli güçler sizden yana değil’ dediler. Siyasi yolla yenilemeyen bir rakibin siyaset dışı bir yöntemle kıstırılmasıdır bu. Türkiye’nin AB süreciyle demokratikleşmesinin kendilerini etkisizleştireceğini gören ve bunu, devletin, milletin ya da rejimin var olma mücadelesine indirgemeye çalışan kesimlerin çabaları bunlar. Bunların arasında derin devlet de var, bazı milliyetçi çevreler de var.

* AKP’de güçsüzlük hissi yaratmak için bütün bunların yaşandığını söylediniz. AKP dört yıldır iktidarda. Güçlü ve muktedir olmaya çalıştı mı ki hiç?

Muktedir olmamada, bu güçsüzlükte AKP’nin katkısı kesinlikle var. Şemdinli’den başlayarak Türkiye’deki her olayı münferit olay olarak değerlendirdi. AKP bütün sorunları ikinci dönemine erteliyor. Onlarla bir demokraside yapılması gerektiği gibi mücadele etmiyor. Oysa Sauna ve Atabeyler çeteleri... Şemdinli olayı... Hepsinin içinde askerler bir şekilde var. Bunların nereden, kimden destek gördüklerinin, o silahları, bombaları nasıl aldıklarının üzerine gitmeyen bir iktidar, bunun bedelini Türkiye’de her zaman ödedi. AKP sorunları erteledikçe, olayların dozu artabilir.

(...)

* AKP, karşısındaki oyunu fark etmiyor mu? Ortamı değiştirmek için neden bir hamle yapmıyor?

Latin Amerika’dan İspanya’ya, Yunanistan’a bir sürü örnek var. Siyasal hareketleri şiddet ve baskıyla engellemeye çalışan yasadışı girişimlerin üzerine hukuki yollardan gitmez, onların köküne inmezseniz, bu tür girişimler artıyor. AKP, İkinci Susurluk denilen bu olayların üzerine gitmek zorunda. Ama AKP dış dünyada kendini güvende hissetmiyor. Eğer ABD’de Clinton tarzı bir yönetim ve küreselleşme anlayışı hâkim olsaydı ve Erdoğan başbakanlığının ilk döneminde AB’den gördüğü sıcaklığı görseydi, AKP’nin eli daha rahat olacaktı. Ama Neocon’ların ABD’deki yükselişi, dünyanın her yerinde Neocon’ların yüklelişini getirdi.

* Türkiye’nin Neocon’ları var mı?

Türkiye’nin de bütün sorunları militarizmle çözmeyi düşünen kendi Neocon’ları var. Bunlar, insanları korkutma gücüne ve imkânlarına sahip. AKP, bunların elinin güçlü olduğunu düşünüyor. İran’da reformculuğun mutlak zafer yaşayacağı düşünülen bir dönemde eksen kayması oldu ve uluslararası dengelerden de beslenerek Ahmedinecad iktidara geldi. Reaksiyonerler İran’da kontrolü ele geçirdiler. En kötü senaryo bu ama, bu, Türkiye’de de olabilir. Biz, dünya sistemine çok bağlıyız. Eğer Avrupa ve Amerika’da aşırı sağın iktidara gelmesi mümkün oluyorsa Türkiye’de de olabilir. İran’da Ahmedinecad Bush’un bir meyvasıdır. Devletin tercihinden daha radikaldir ama devletin içinden çıkmış bir seçenektir o. Türkiye de CHP, MHP ve DYP iktidarıyla ‘muhafazakâr cumhuriyetçiliği’ yaşayabilir.

* AKP’ye dönersek... AKP yeniden AB hamlesine ağırlık verir mi?

Seçimden başarıyla çıkarsa bir defa daha deneyecek çünkü AKP, Türkiye’nin dünya sisteminin güçlü yapılarıyla entegrasyonuna oynuyor. Dayandığı kesim, küreselleşmeden yararlanıyor. Bu kesim, AB hamlesi sürmeden küreselleşmeden yararlanamaz. Ayrıca muhafazakâr demokratlık, bir sürü çelişki barındırsa da bir arayıştır ve bir yere varabilmesi için AB gibi bir hedef, bir çıpa gerekiyor.

Radikal, 18.9.2006

Konuşan: Neşe DÜZEL

19.09.2006


 

Papa’nın bütün adamları

Papa, biri sözcüsü, diğeri dışişleri bakanı ve son olarak bizzat kendisi olmak üzere üç gündür dolaylı da olsa özür diliyor. Birkaç saat önce yaptığı açıklamada, salı günkü konuşmasında iktibas ettiği Bizans İmparatoru’nun görüşlerine katılmadığını açık seçik ifade etti.

Bundan böyle tepkileri makulleştirmek, Müslümanlara zarar verecek ve sertlikte birbirleri ile yarışan açıklamalardan kaçınmak lazım. Bu çerçevede Salih Kapusuz’un Papa’yı Hitler ve Mussolini’ye benzetmesinin, makul bir tepki çerçevesini ziyadesiyle aştığını not etmek gerekir. Hele Batı Şeria’da kiliselere saldırılması, Somali’de bir rahibenin öldürülmesi türü tepkiler utanç verici.

Bunları söyledikten sonra maalesef şunu da görmek gerekir, olan olmuş, İslam alemi ile Batı arasındaki mesafe biraz daha açılmıştır. İşin kötüsü Batı’nın kimi akil adamları İslamofobiyi körüklemeye devam etmekte ısrarlı görünüyor ve Türkiye’nin AB üyelik sürecini bu çerçevede kullanmayı tercih ettiklerini de ihsas ettiriyorlar.

Kastım, Fransa’da ilk turu nisan ayında yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerinin en güçlü adaylarından Nicolas Sarkozy’nin New York’ta kapalı kapılar ardında Yahudi toplumunun ileri gelenlerine söyledikleri. Sarkozy, bahse konu toplantıda Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyeliği durumunda Avrupa’nın İslamlaşacağını ima ediyor ve Papa’nın yöntemiyle o da Kaddafi’den iktibaslarla mülahazasını güçlendiriyor. Papa’nın aksine Sarkozy, Kaddafi’nin söylediklerine tamamen katılıyor olmalı ki, Libya liderinin Avrupa’nın bir süre sonra tamamen İslamlaşacağı sözlerini Türkiye’nin muhtemel AB üyeliğine “hayır” denmesi için yeterli delil olarak zikrediyor. Bunları söyleyen de dünyada laikliğin kalesi olarak bilinen bir ülkenin halihazırdaki içişleri bakanı ve belki de müstakbel cumhurbaşkanı.

Türkiye’nin müstakbel üyeliğine itiraz eden bir başka lider, Almanya Başbakanı Angela Merkel, hiç de sürpriz olmayan bir hamle ile Papa’nın yanlış anlaşıldığını ve söylediklerini desteklediğini beyan etmiş. Desteklediği, Papa’nın cihad kavramı dolayısıyla İslam’ın şiddete hoşgörü ile yaklaştığını ima eden cümleleri. Bu ifadelerin birkaç cümle ilerisi tabii ki İslam’ın aslında terörü de teşvik ettiği yönündeki saçmalıklar olacaktır. İtalyan Hıristiyan Demokratlar ise Erdoğan’ın Papa’yı eleştiren sözlerinin ardından üyelik müzakerelerinin askıya alınmasını talep etmiş.

Türkiye’nin müstakbel AB üyeliğinin her geçen gün daha fazla İslam’la irtibatlandırılması hayra alamet değil. Papa’nın kardinalken Türkiye’nin üyeliğine itiraz ettikten sonra Almanya’daki Türklere yönelik ırkçı saldırıların arttığını gösteren araştırmalar var. Türkiye’ye muhalefeti ile bilinen Papa’nın İslam karşıtlığı ile de gündeme gelmesi tartışmaları bizim üyeliğimizin dışına, medeniyetler çatışması zeminine taşır. İşte Türkiye’nin muhtemel üyeliği bunun için büyük önem taşıyor.

Zaman, 18.9.2006

Selçuk GÜLTAŞLI

19.09.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004