Hastanede geçirdiği bir haftanın acısını ve refakatçi olmanın sabır gerektiren zorluğunu hiç unutmamıştı. Annesinin aniden baş dönmesi ile başlayan hastaneye kaldırma serüveni, sürpriz bir teşhisle sonuçlanmıştı. Beynini, gizli silâhlı tümörler sarmıştı.
Etrafını tanımayacak ve ne söylediğini bile fark edemeyecek durumdaki annesinin bu ıztırap veren hali ve kabulle-nemediği hastalığı karşısında adeta erimişti. Hâlâ şoktaydı.
Çalıştığı hastanenin 10. katında şehre hakim bir noktada etrafı seyredip dalarken yine bu unutulmaz anına gitmişti. O gün doktorların fedakârlığı, sıcaklığı ve yaklaşımları, özellikle doktor Rahmi Beyin tavırları onu çok etkilemiş ve doktor olma yönünde karar aşamasına getirmişti. Lise ikinci sınıfta olduğu o günler, kendisinin sakince düşünmesine ve ilgi duymaya başladığı doktorluk mesleği konusunda yeterince kanaat sahibi olmasına yardım etmişti.
İhtisasını bitirmiş, akabinde öğretim üyesi olarak devam etmeye niyetlenmiş ve bu gün kariyerinde başarılı bir hekim olmanın huzuru ile şükrediyordu.
“Allah’ım anneme gösterdiğin o acıların sonunda bize şifa verdin. Doktorlar da vesile oldu. Başkasına aynı acıları yaşatma” diye duâ eder ve her hastayı annesi gibi görür, ona göre yaklaşırdı.
Sabahleyin gün doğmadan uyanışıyla birlikte sorumluluklarını planlar ve hafif bir yürüyüşün ardından beslenme programına göre kahvaltısını yaparak evden çıkardı. Saat 07.30’da odasında kendini hastaya hazırlardı. Kendini önceden motive eder, öğleye kadar şahsî ve dış diyaloglara dayalı prog-ramlarını erteletir, kendisini hastahane ortamına hapsederdi.
Bir gün öncesinin teşhis ve tedavi yöntemleri ile özet raporlarını kendi ajandasında gözden geçirir, ulaşılması gereken referanslardan bilgisini ilerletmeye çalışırdı. Sabahın ilk yarım saati buna tahsisliydi.
Saat 08.00’le birlikte hemşire, hastabakıcı, hasta ve refakatçilerle bölüm hocalarının sesleri duyulmaya başlar ve yüzleştiklerinde nezaketen “Günaydın” deyip geçerlerdi. Hastane trafiği hızlı, yoğun ve bazen karışacak kadar tempoluydu. Her kesin bir derdi vardı ve onun için buradaydılar. Kimsenin normal şartlarda ve mecbur kalmadıkça hastaneye gelmeyeceğini çok iyi bilirdi. Hastayı ve önceliklerini sürekli anlamaya çalışırdı.
Tıp fakültesinde okutulmamasına rağmen, iletişim eğitimi almış, özellikle hasta psikolojisi ve refakatçi konusunda özel eğitim seanslarına katılmıştı. Hastalarla iletişimi, hastalık kadar önemli görürdü. Dosyalarını hastane arşivi dışında kendi özet notlarında da korurdu. Hatta belirgin ve fazla zaman isteyecek teşhis sonrası şifrelediği bir kodlama ile zihninde prog-ramlar ve karşılaştığında hatırlardı. Bunun için hafıza eğitimine de katılmıştı.
Farklı hastalıkları araştırmayı, kendini yeni bilgilerle tazelemeyi ve uygulama safhalarında benzer semptomlardan yararlanmayı önemserdi. Bazen gece yarılarına kadar hastalar üzerindeki tecrübe ve gözlemlerinden hareketle düşünür, derinleşir ve teşhis bekleyen karmaşık ve birden fazla ihtisastan geçmesi gereken hastalarına multidi-sipliner bir tedavi yöntemi için diğer meslektaşları ile kafa yorardı.
Bu tür ayrıcalıklı her vak'a, zor bir tünelden geçer gibi başta yorucu olsa da elde ettiği sonuçlar; belli bir tecrübeden sonra meslekî ufkunu, vukûfiyetini, anlama ve kavrama melekesini ve hastayı kabullenme psikolojisi ile onu hissetme yönündeki inanılmaz farklılığını arttırmıştı.
Hastanın gülen yüzüne ayna olurdu. Moral verirdi. Yönlendirici olurken, hastalığı; onun anlayacağı bir dil ve usûlle izah eder, sabırla sorularına kısa ve öz cevaplar verirdi. Asistanını ve diğer yardımcı personelini de böyle tembihlemişti.
Hasta iletişiminin başlı başına bir hekimlik olduğuna inanırdı. Koruyucu hekimliğin hastalıktan önce geldiğine, hastayı iyileştirmekten daha anlamlı olduğuna olan inancını yıllar yılı anlatıp dururdu. Şimdi sağlıklı beyin fonksiyonları, düşünme şekilleri ve beden disiplini üzerine hayat standardını kurup, stresi azaltıcı ve beslenme ile çalışma ritmini düzenleyici bir davranış modelini gelenlere anlatıyor.
Kendisi bir halk hekimi değildi. Ancak halkın bilincine katkı yaparak tedavi yöntemlerini vermeyi yeğlerdi.
İnsana duyduğu sevgi ve itina, meslek ahlâkını taçlandırmıştı. Şifaya vesile olurken, tahtsız padişahtı.
|