İki gündür sabah ilk iş olarak Hasan Cemal’in “Teksas’ta Av” yazılarını okuyorum. (Milliyet, 09-10/09/06)
Teksas’ta çok zor, ağır bir kanser tedavisi sürecinden geçen ve şimdi yavaş yavaş iyileşmeye başlayan Ufuk Güldemir’i ziyarete gitmiş Hasan. (...)
Okudukça kafamda beliren temel soru şu...
Bazı şeyleri idrak etmek için birkaç aylık ömrümüz kaldığını öğrenmeyi beklememiz mi gerek?
Anlatıyor Ufuk: “Doktor birkaç ayın kaldı deyince, işte o gün bir eşik çıkıyorsun. Ölümlü bir varlık olduğunu anlıyorsun. Halbuki o zamana kadar ölümsüz gibi yaşamışsın. Sonra öleceğini anlıyorsun ve bir eşik atlamış oluyorsun böylece...”
Öyledir.
Modern insan “ölümsüzmüş gibi” yaşar. Ölüm fikrinden, ölüm gerçeğinden kaçar.
Hızla yaşar modern insan; koşa koşa, gerektiğinde züccaciye dükkânına girmiş fil gibi yıka yıka, eze eze, kıra kıra yaşar! Hele Ufuk gibi mesleğinde hırslı ve başarılıysa aklının ucuna bile gelmez ölümlü olduğu.
Hep başkaları ölür, sadece başkaları ölür sanır.
Ta ki, bir doktor karşına geçip “ömrün aylarla sınırlı” deyinceye, o eşiği atlayıp gerçeği fark edinceye kadar...
Ben de soruyorum işte: O anı beklemek zorunda mıyız? Ölümümüzü fark etmemiz ve bu gerçeğin hayatımızı kendine özgü ışığıyla aydınlatması için...
İlle de böyle bir anın gelmesi mi gerekli?
Hayır.
Bin kere hayır.
Yeter ki şu koşuşturmaca ve iktidar-başarı-hayat gailesi çemberinden birazcık sıyrılabilelim!
***
Ufuk’un söylediği bir iki şey daha var ki, çok ürpertici.
“Hasan Abi” diyor Ufuk, “Bir şeyi daha itiraf etmem lazım. İtikatsız insanlar galiba daha çok sıkıntı çekiyor ölüm karşısında bu eşikleri atlarken...”
Sonra bir yerde de geleceğe dair şunu söylüyor: “Doludizgin yaşadım. Artık bazı hırsları bir yana koymak lazım.”
Bu sözlerin üzerine söz etmek gereksiz.
Sadece durup bütün içtenliğimizle düşünelim diyorum. Tabii şu hayat o türden bir “içtenlik” bıraktıysa içimizde!..
Vatan, 11.9.2006
|