Şu anda Paris’in Le Marais bölgesindeyim. Etraf yeni yeni hareketleniyor, insanlar yavaş yavaş kahvaltıya geliyor. Sanatçılar, gençler, Louis Vuitton’dan alışveriş yapmayan turistler, bohemler, entelektüeller... Daracık sokaklarda birbiri ardına açılan binlerce küçük cafe, restoran, bar doluyor. Gece sokaklar iyice hareketlenecek, Paris’in SoHo’su birbirinden farklı insanları içine çekecek. (...)
Aynı anda Marais’nin asıl sahipleri de hayatlarını sürdürmeye devam ediyor. Ağırlıklı olarak Hasidik Yahudiler’in yaşam alanında hiçbir şey tuhaf karşılanmıyor ama. Hasid’ler kendilerine özgü kıyafetleriyle dolaşıyor, kentin bu kesmini bohem merkezi ilan edenler de onlara karışmıyor. Çift taraflı bir anlaşma, bir uzlaşma var. Kimse garipsemiyor.
Geçen gün Vatan gazetesinde Fatih-Çarşamba’dan fotoğraflar yayımlanmıştı. İstanbul’un bu ilçesinin ne zamandır radikal İslam’ın kalesi olduğu biliniyor. Ama acaba oralardaki insanları bir başka gezegenin mensupları gibi görmek doğru mu, işte bu konuda şüphelerim var.
Dünyada Amish’ler, Hasidik Yahudiler kendi hayatlarını ve kimliklerini koruyor, onlar garipsenmiyor, tuhafımıza gitmiyor da İslamcılara neden ‘şüpheli’ gözlerle bakılıyor; belki bu soru giderek yükselen laik-İslamcı çatışmasına da bir cevap bulabilmek için anlamlı olabilir.
Beyaz Türkler’in lüzumsuz ve uçurum açıcı seçkinciliği bırakıp, bu ülke aydınının 150 yıldır sırt çevirdiği İslamiyet’le barışmasının, bu kadar büyük bir ‘mesele’yi anlamasının vakti çoktan geldi. Kamplaşmanın önündeki en büyük engel de kent elitinin bu adımından yola çıkacaktır diye düşünüyorum.
Akşam, 9.9.2006
|