Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 29 Ağustos 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Hesap soracağını söyleyen ilk genel kurmay başkanı

İki gün sonra yani çarşamba günü resmen yeni görevine başlayacak olan genelkurmay başkanı için yukarıdaki tanım yapılıyor.

“Hesap soracağını söyleyen ilk genel kurmay başkanı”

Daha önce de hatırlarsanız, atama kararnamesi Yüksek Askeri Şura toplantısı öncesinde yayınlandıktan sonra, hakkında çıkan yazılarda uygulayacağı siyasetle ilgili ayrıntılardan sözedilmişti.

Takip edeceği program ilan edilmişti önceden.

Adeta seçim kazanmış bir siyasi parti liderinin kuracağı hükümetin programı gibi.

Demokratikleşme, Avrupa Birliği ile ilişkiler, Kıbrıs, Kürt meselesi ve tabii laiklik, ülke bütünlüğünü ilgilendiren konular (Bu tanıma göre, Türkiye’nin bütün meseleleri ülke bütünlüğünü ilgilendirdiği için genel kurmay başkanının ilgi alanına giriyor)

Şimdi program daha somutlaşıyor. Her ne kadar Büyükanıt döneminin daha önceki genel kurmay başkanlarına kıyasla oldukça farklı olacağına ilişkin öncü yorumlar, değerlendirmeler yapılmış olsa da bunları Büyükanıt’ın ağzından duymak önemli.

Yeni genel kurmay başkanı bu siyasi programının yanısıra başka meselelere de el atacağını alenen açıklıyor.

Bu anlamda yeni bir döneme girdiğimiz muhakkak. Hatta açıklıktan bile söz edilebilir.

Mesela, yeni genel kurmay başkanı, hesap sorulacağını söylüyor. Adeta kimlerden hesap sorulacağını da ifade ediyor.

Böylece ilerde bu meseleler gündeme geldiğinde hiç olmazsa kimsenin şaşırması söz konusu olmayacak.

Hatta ve muhtemelen, medyanın, bazı siyasi partilerin ve odakların genel kurmay başkanından, göreve başlamadan verdiği sözleri biran önce tutmasını istemeleri bile beklenebilir.

Tabiî bunlar yeni durumlar.

Bir bürokratik kademenin kendi başına nasıl hesap soracağını, bunun mekanizmalarının nasıl olacağını şimdi tartışmak anlamsız. Büyükanıt, “Günü geldiği zaman bu hesaplar sorulur” diyor.

Tabiî, “Kanunlar çerçevesinde” demeyi de ihmal etmiyor.

Şemdinli iddianamesini hazırlayan Van Savcısı meslekten nasıl ‘kanunlar çerçevesinde’ çıkartıldıysa...

Emniyet İstihbarat Daire Başkanı, Şemdinli’de olanlar hakkında konuşup, askerleri zan altında bırakan imalar yaptığı için görevinden yine ‘kanunlar çerçevesinde’ nasıl alındıysa aynı şekilde.

Türkiye bir hukuk devleti olmasa da hiç olmazsa kanun devleti değil mi? Herşey nasılsa kanunlara uydurulabilir. Kanuni hale getirilebilir.

Doğru. Türkiye’nin şimdiye kadar hesap soracağını söyleyip göreve başlayan bir genelkurmay başkanı olmamıştı.

Yeni genelkurmay başkanı hesap sormayı siyasi anlamda da söylüyor olabilir. Çünkü biliyoruz ki Türkiye’de genelkurmay başkanlarının siyasî görevleri askeri görevlerinden ayrı düşünülemiyor.

Her askerî konu güvenlik bağlantısını nedeniyle aynı zamanda siyasî meselelerle yakından ilgili olduğu için, ‘siyasetle ilgilenmek’ genelkurmay başkanlarının aslî görevleri arasında bulunuyor.

Askerler buna, “vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, üniter devleti ve cumhuriyeti korumak ve kollamak” görevi olarak bakıyor.

Sayılan şeyler anayasada doğrudan yasama ve yürütme faaliyetleri olarak sayılıyor olsa da biz de bu böyle.

Dolayısıyla siyaseten hesap sormanın yolu şeklen, siyasi denetim mekanizmaların ve yürütmeye bağlı idarî denetim mekanizmalarının harekete geçirilmesi ile gerçekleşebilir.

Bu mekanizmaların harekete geçirilmesi ise ancak siyasi iktidarların kararı ile olur.

Bir bürokratik odağın başına atanan bürokratın görevine başlamadan önce, siyasî nitelikli deklarasyon yayınlaması ve kendisine ve çalışma arkadaşlarına yönelik eleştiriler için peşinen, “hesap sorulacağını” beyan etmesi, gerçekten askerlerin siyaset üzerindeki bilinen ağırlıklarının artık çok daha aleni hale getirilmesi anlamı taşıması açısından yeni bir dönemeç sayılabilir.

30 Ağustos’ta göreve başlayacak olan yeni genel kurmay başkanının ve komuta kademesinin Türkiye’nin meselelerine ilişkin yaptıkları açıklamaların önümüzde dönemin ‘daha sert’ geçeceğine ilişkin belirtiler olduğu söyleniyor.

Oysa Türkiye’nin gerginliğe değil uzlaşmaya, sertliğe değil barışçı yaklaşımlara ihtiyacı var.

Sertlik politikaları Türkiye’nin meselelerini çözemez.

Olsa olsa demokratik anlayışın gelişmesini engeller, demokratik işleyişin önünü kesmeye çalışır.

Bu tür yaklaşımların ise alkışlanması değil sorgulanması gerekir.

Yeni Şafak, 28 Ağustos 2006

Koray DÜZGÖREN

29.08.2006


 

ABD Büyükanıt’a güveniyor

Giden komutandan başlayalım. Bush yönetiminde, genelkurmay başkanlığını bugün devredecek olan Org. Hilmi Özkök’e övgüde cimri davranacak bir yetkili bulamazsınız.

Bu övgü, üç ayrı fasılda incelenebilir:

ABD’li yetkililer, öncelikle, Org. Özkök’ün Türkiye’de demokrasinin ve AB sürecinin ilerlemesi yönündeki özenine hayranlık belirtiyorlar; ordunun, siyasi reformlara ayak uydurmasına başarıyla önderlik ettiğini vurguluyorlar. Demokrat, entelektüel ve ılımlı olmasını, bir kesimin sert suçlamalarına maruz kaldığı dönemlerde bile, bu vasıflarına gölge düşürmemesini takdir ediyorlar.

İkincisi, Org. Özkök’ün Türkiye’nin Batı ittifakı içindeki konumuna büyük önem verdiğini ve Ankara’nın başta Irak, İran, Suriye olmak üzere kritik konulardaki politikalarına, zaman zaman ifade ettiği “sağlıklı görüşler” ile “doğru yönde” katkı sağladığını düşünüyorlar.

Üçüncüsü, ABD’li yetkililere göre Org. Özkök, ordumuzun çeşitli kademelerinde mevcut ve son yıllarda, zaman zaman ikili ilişkiler tarihinin en sert demeçleri arasında sayılabilecek açıklamalara da yansıyan Amerikan karşıtı görüşlere itibar etmedi. ABD’nin politikalarını desteklemediği, hatta etraflıca eleştirdiği zamanlarda bile, Türk-Amerikan ilişkisini ön planda tuttu ve zedelenmemesine özen gösterdi.

Haleflere bakış

ABD yönetiminin Org. Özkök’e bunca ‘olumlu’ bakması, ilişkilerin 1 Mart tezkeresi ve Süleymaniye’deki “çuval olayı” ile sarsıldığı, Irak’taki PKK varlığının çıban başı oluşturduğu bir geri planla birlikte değerlendirildiğinde daha da dikkat çekici.

Esasen Washington, 1 Mart tezkeresinin faturasını dönemin savunma bakan yardımcısı Paul Wolfowitz ağzından, bir yönüyle, Türk ordusuna çıkardığında bile, Org. Özkök’ten ziyade, o günkü kara kuvvetleri komutanı, emekli Org. Aytaç Yalman başta olmak üzere diğer bazı generalleri hedef almaktaydı.

Bu kadroda, ABD’nin Irak konusunda kendisine destekçi saydığı isimlerden biri Org. Özkök ise, diğeri de Org. Yaşar Büyükanıt idi. Şundan kuşku olmasın; gerek genelkurmay başkanlığını bugün üstlenecek olan Org. Büyükanıt, gerekse kendisinden Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nı devralan Org. İlker Başbuğ, ABD yönetiminin “sağlam müttefik” gözüyle baktığı komutanlar.

Org. Büyükanıt ile halef-selef ilişkini, genelkurmay başkanlığında da sürdürmesi beklenen Org. Başbuğ, ABD Genelkurmay Başkanı Org. Peter Pace’in “yakın dost” saydığı, son yıllarda “derin samimiyet” kurduğu ve “görüş ayrılıklarını en açık biçimde konuşabildiği” bir komutan.

ABD Genelkurmay Başkanı, benzer bir samimiyeti Org. Büyükanıt’la da kurmak için beklemedi; geçen kasımda Washington’u ziyaret ettiğinde, kendisine büyük yakınlık gösterdi.

İçte ve dışta

Ordunun tepesindeki devir teslimlerle ilgili konuştuğum ABD kaynakları, Büyükanıt ve Başbuğ adlarını hemen hep birlikte zikrediyorlar. Nedeni, içinde yine 1 Mart’a gönderme içeren bir analiz: Washington, kritik konularda Özkök ve Yalman arasında olmayan uyumun, Büyükanıt-Başbuğ ikilisinde sağlanacağına inanıyor.

Peki, ABD’nin bu ikiliden beklentisi ne?

Eğer AKP hükümetinden hiç haz etmeyen bazı fikir kuruluşlarındaki uzmanlara kulak verirseniz, “AKP’nin rejimi ele geçirme çabası, yeni dönemde, Türk ordusundan kararlı karşılık görecek” türünden temenniler işitebilirsiniz.

Yönetim ise, içişlerimiz konusunda daha temkinli. 28 Şubat’ın “Washington’ın marifeti” gibi algılanmasından rahatsızlık duyan ABD’li yetkililer, Türkiye’nin yeni bir anti-demokratik macera yaşamasını istemiyorlar.

Bir diplomat, “Org. Büyükanıt’ın da, Türkiye’nin AB yolunda ilerlemesine destek vereceğine inanıyoruz” diyor. Sonra, ordunun tavrının, Çankaya yolunda etkili olabileceğini hesapladıklarını yansıtırcasına, “Kutuplaşma yaratmayacak bir cumhurbaşkanı, demokratik istikrara yarar. Hükümet, parlamento, siyasi partiler, sivil toplum, ordu ve diğer bütün ilgili tarafların bunu göreceğini umuyoruz” diye ekliyor.

Org. Büyükanıt’ın yeni görevinde ABD ile yürüteceği ilişkinin asıl odak noktası ise, bölgedeki durum olacak. Irak ve özelde Kerkük, İran’la nükleer kriz, Ortadoğu ve Lübnan Gücü, Türkiye ile ABD arasında çok yakın askeri diyaloğu şart kılıyor.

Irak’taki PKK varlığının bitirilmesi de, yine sıkı askeri işbirliği gerektiriyor. Washington’ın “PKK Koordinatörü” olarak, gerek ABD Genelkurmay Başkan Yardımcısı, gerekse NATO Avrupa Kuvvetleri Komutanı iken, Türk ordusunun kurmaylarıyla yakın ilişki kurmuş Joseph Ralston’ı atayacağı yönündeki duyum, bu ihtiyaçla uyumlu.

Son olarak Pentagon, Org. Büyükanıt ile, iki ordu arasındaki örselenmiş ilişkilerin tümden tamiri ve karşılıklı kızgınlıkların kalıcı olmaması için işbirliği istiyor. Org. Büyükanıt’ın, Org. Özkök’e kıyasla, bu açıdan çok daha “yardımcı” bir kurmay kadroyla çalışacağı da Washington’da not ediliyor.

Milliyet, 28 Ağustos 2006

Yasemin ÇONGAR

29.08.2006


 

Siyasî otorite ve askerler

Aklı başında herkesin bildiği bir gerçek vardır; o da demokrasilerde, ülkenin iç ve dış sorunlarının yönetimi ve çözümünde ana sorumluluğun siyasi otoritelerde olduğudur.

Asker ve sivil bürokrasi ise kendi görüşlerini hükümete iletir ve kararı siyasi otoriteye bırakır. Bunun temel nedenlerinden biri, işbaşına gelen iktidarlar ile muhalefet partilerinin, yani seçilmişlerin, demokrasilerde vergi mükelleşeri karşısında hesap verme sorumluluğu olmasıdır. Hesap veremedikleri vakit de seçim sandığında hezimete uğrarlar. Bizde ise malumunuz, atanmışlar ve siyasi iktidarın, adeta birer hasım gibi ülkeyi yönetmeye çalıştığı “karma” bir sistem vardır. İşte, geçtiğimiz cuma günü, yani 25 Ağustos öğleden sonra, 30 Ağustos itibariyle iki yıllığına Genelkurmay Başkanlığı koltuğuna oturacak olan Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın, mevcut görevini Orgeneral İlker Başbuğ’a devrederken yaptığı ve bazı televizyon kanallarından canlı yayımlanan konuşmalarını dinlerken, aklıma yukarıda vurguladığım görüşler geldi ve halen bu yönde gidecek daha çok yolumuz olduğunu düşündüm. Ve başta Büyükanıt olmak üzere Başbuğ’un konuşmaları, demokrasi özlemi içindeki beni fazlasıyla üzdü. Gerçi, Orgeneral Büyükanıt’ın, AB’ye uyum yasaları çerçevesinde geçmiş dönemde yapılan ve atanmışlar statüsündeki askerin siyaset üstündeki etkinliğini azaltıcı reformları içine sindiremeyip, bunu TSK’yı etkisizleştirme olarak gördüğünü, cuma günkü konuşmasında ima etmesinden çok önce biliyordum. Ama, beni en çok şaşırtan, konuşmasında, intikam ve tehdit ifadelerinin yer almasıydı. TSK’yı yakından tanıyan bir Batılı diplomat, gerçi bana, Büyükanıt komutasındaki TSK’nın, irtica diye adlandırdığı kesimler ile demokrasi adına TSK’yı eleştirenlerden intikam alacağını ve sesini yükselteceğini önceden haber vermişti.

***

Diğer yandan, canlı yayını izlerken gözlemlediğim bir tespitimi de aktarmak istiyorum. Her iki komutanın da, devir teslim törenine katılan Cumhurbaşkanı Sezer, eşi ile diğer komutan ve eşleri ve hatta çocukları ile torunlarına teşekkür ederlerken, siyasi otoriteyi temsil eden ve kağıt üzerinde de olsa bağlı oldukları Başbakan Erdoğan’a teşekkür bile etmemeleri, üzücü olduğu kadar, bize siyasi otorite ile Büyükanıt komutasındaki TSK arasında ilişkilerin daha da gerilimli geçeceğinin ipuçlarını veriyordu. Bu düşüncemde yanılmış olmayı istiyor ve siyasi iktidar ile askerlerin, beni zaman içinde utandırmalarını içtenlikle diliyorum. Bu arada, Orgeneral Büyükanıt, Kara Kuvvetleri Komutanı iken Kurmay Başkanı olan Orgeneral Ergin Saygun’u, Genelkurmay Başkanlığı döneminde ikinci adamı yaptı, yani Genelkurmay İkinci Başkanlığı’na atanmasını sağladı. Bu vesileyle hatırlamamızda yarar var. Saygun, 1997 yılında Necmettin Erbakan başkanlığındaki koalisyon hükümetinin devrilmesiyle sonuçlanan dönemde, J5’in, yani Strateji Dairesi’nin başkanlığını yaptı. Bu daire, koalisyon hükümetinin devrilmesini sağlayan post-modern darbenin öncüsüydü.

Bugün, 28 Ağustos 2006

Lale SARIİBRAHİMOĞLU

29.08.2006


 

Komutan görev başında

(...)Genelkurmay Başkanlığı’nı Hilmi Özkök’ten 30 Ağustos’ta devralacak olan Org. Yaşar Büyükanıt, bir teslim töreninde son derece sert bir konuşma yaparak farkını belli ediyordu. İşin tüyler ürperten yanı, coşkulu konuşmasında kullandığı ateş metaforuydu. (...)Büyükanıt, önümüzdeki dönemde hâkim olacak dilin müjdesini verirken hiçbir yanlış anlamaya fırsat tanımıyordu: “Hiç kimse, hiçbir grup, insan hakları, özgürlük ve demokrasi gibi insanlığın yüksek değerlerini teşkil eden kavramların arkasına saklanarak ve bu ülkeye ve insanlarına zarar veremez. Bu yüksek değerleri, sahip oldukları bölücü ve irticai düşüncelere alet ederek ülkenin rejimi aleyhine kullanamazlar ve kullanamayacaklardır.” Ertesi gün, (dün) İnsan Hakları Derneği, “Hukuk Devleti İlkeleri Tartışılamaz!” başlıklı bir basın açıklamasında bulundu. Tamamını alıyorum:

“Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın devir teslim töreninde, 30 Ağustos günü Genel Kurmay Başkanlığı’nı resmen devir alacak olan Orgeneral Büyükanıt’ın yaptığı baştan sona kadar tehdit kokan açıklamaları, demokrasimiz ve insan hakları yönünden son derece talihsiz ve kaygı vericidir.

Askeri güçlerin sivil kurumların emrinde ve denetiminde olması, demokratik yönetimlerin en temel ölçütlerinden birisidir. Demokrasilerde hiçbir kişi ya da kurum eleştirilerden muaf ve dokunulmaz değildir. Dolayısıyla her kurum gibi askeri kurumların da eleştirilmesi her yurttaş açısından demokratik bir hak, hatta bir görevdir. Yapılan eleştirilerden bazıları haksız ya da yanlış olabilir. Ama bu durum, askeri kurumun en yetkili komutanına, daha yeni görevine dahi başlamamışken ilk iş olarak eleştirileri ülkeyi bölme, rejimi değiştirme ya da silahlı kuvvetleri yıpratma girişimleri olarak değerlendirme hakkını vermez.

‘Silahlı veya silahsız mihraklar’ nitelemesi ile, demokratik mücadeleyi ‘silahlı hareketlerle’ aynı kefeye koyup, Silahlı Kuvvetler’in bunlarla mücadele edeceğini söylemenin, ne Anayasa’yla, ne demokratik hukuk devleti anlayışı ile bağdaşır bir yönü olmadığı açıktır. Ayrıca bu söylemin, demokratik hukuk devletinin yasama, yürütme ve yargı gibi temel kurumlarını tartışılır hale getirdiğini görmezlikten gelemeyiz.

Sayın yeni Genelkurmay Başkanı’nın konuşmasında referans gösterdiği Anayasa’nın 3 ve 4. maddeleri yanında, devletin ‘demokratik bir hukuk devleti’ olduğunu öngören 2. maddesinin de gözden kaçırılmaması gerekir.

Yüzyıllara dayanan sivil bir mücadelenin ürünü olan demokrasi ve insan hakları kavramlarının amacının askeri makamlar tarafından tartışılması ve bu kavramlara askeri mantıkla sınırlamalar çizilmesi, hiçbir şekilde kabul edilemez. Bizler insan hakları savunucuları, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da sadece ve sadece kendi vicdanımıza ve uluslararası belgeleri referans alan ilkelerimize göre insan hakları mücadelesini sürdüreceğimizi bir kez daha ifade ediyoruz.

Ümit ediyor ve inanmak istiyoruz ki, yapılan konuşma kastı ve amacı aşan bir konuşmadır.

İnsan Hakları Derneği.”

Radikal, 28 Ağustos 2006

Yıldırım TÜRKER

29.08.2006


 

Dinden neden korkuyorsunuz

(...)Bir de bu kitaplarda sık sık Allah kelimesinin geçmesi ve bu kelimenin Tanrı yerine kullanılması nedeniyle tartışma ve itirazlar var.

Radikal’in Genel Yayın Yönetmeni İsmet Berkan, Hıristiyan dünyaya ait metinleri çevirirken “Tanrı” denmesinin doğru olacağını, çünkü Allah’ın “özel bir ad” olarak tümüyle Müslümanların Tanrısı’nı temsil ettiğini yazdı. (Radikal, 22/08/06)

(...)İsmet sürekli bu sembolleri kullanarak “inanca vurguyu artırmanın bu ülkede masumane olmayan anlamları var” diyor. O yüzden de çocukları bu anlam ve sembollerin baskısından uzak tutmamız gerektiğini belirtiyor, ardından şunu ekliyor: Bilimle doldurmamız gereken kafaları daha minicikken siyasi-dini kavram ve sembollerle doldurup kendimizden yana çekmek istiyoruz.

***

Doğrusu, dinî hikâyeleri ve kavramları “siyasi-dini semboller” sınıflandırmasının içine koymakta ve İsmet Berkan’ı anlamakta zorlanıyorum.

Bence asıl bu tavır en koyu sekülerler (dindışı hayat yanlıları) için bile çok abartılı ve fazla siyasallaşmış bir tavır.

Üstelik bu tavır bizi gündelik hayatın ferahlıklarından da kopartıyor ve yazık oluyor.

Buyrun, hangi sosyal katmandan olursa olsun, bizim toplumumuzda çocukların büyükanneleriyle, büyükbabalarıyla ilişkilerine ve konuşmalarına bakın!

Sürekli “Allah”tan söz edilir. Öyle değil mi?

Ve çocuklar dedelerinden, ninelerinden dini hikâyeler dinleyerek büyür.

Biz de öyle büyüdük.

En çok o hikâyeleri sevdik, en çok ve tekrar tekrar o hikâyeleri dinlemek istedik.

Ben ve benim gibilere bakıyorum da...

Sonuçta ne oldu?

Böyle geçen çocukluğumuz bilimle ilgilenmemizi engelledi mi?

Hayır.

Sonuna kadar özgürlükçü ve demokrat olmamızı engelledi mi?

Hayır. Asla.

Vatan, 28 Ağustos 2006

Haşmet BABAOĞL

29.08.2006


 

Ordu kantini laikliği

1971 yılında Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç’ı devirmek için ‘cuntacılık’ vodvilini oynayan İlhan Selçuk akredite olacak (Ki, o da olmalı) ama Yeni Şafak, Zaman, Vakit, Milli Gazete, Yeni Asya yazarlarına “Tanırız; kötü çocuklardır..” deni-lerek bu gazetelerin sadece ‘büfeci’de kalması istenecek..

Bunun adı ‘Ordu Kantini Laikliği’ değildir de nedir?

Yeni Şafak, 28 Ağustos 2006

Fikri AKYÜZ

29.08.2006


 

Sistemle uzlaşma

YÖK’ün yeni üniversitelere yaptığı rektör atamaları konusunda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan neden hiçbir açıklama yapmadı? Cevap ‘sistemle uzlaşma’da yatıyor.

Akşam, 28 Ağustos 2006

İsmail KÜÇÜKKAYA

29.08.2006

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004