İngiltere’den Amerika’ya kalkan uçaklara yönelik terör planı korkunç... Bu satırlar yazılıncaya kadar çıkan haberler doğru ise, 10 uçakta eşzamanlı olarak bombalar patlatılacaktı. Çoğu, dünyadaki çalkantılarla hiç ilgisi olmayan çocuklu, kadınlı, erkekli yüzlerce insan ölecekti. Bu planı yapanlar ve uygulamasına katılanlar, elbette lanetle anılır.
Tabii, buna hemen şunu ekleyelim:
Lübnan’da, çoğu Ortadoğu’daki çatışmalarla hiç ilgisi olmayan çocuklu, kadınlı, erkekli insanların bombayla öldürülmesi, daha da korkunç. Çünkü onlar, ‘plan’ aşamasındayken önlenememiş. Uygulanmış. Hâlâ da uygulanıyor. Ölenler öldü... Hâlâ ölüyorlar... Onların sorumluları, zaten lanetle anılıyor.
İngiltere’de önlenen saldırılar gibi, Lübnan’daki önlenemeyen saldırıların da hiçbir kabul edilebilir gerekçesi olamaz.
İsrail hükümeti, iki askerinin kaçırılması karşısında başlattığı ölçüsüz saldırıların sonuçlarını “Bize saldırdılar. Biz de kendimizi savunuyoruz” diye haklı göstermeye çalışıyor. Bu kadar büyük bir orantısızlık, ne, ‘hukuk devleti’ olduğunu iddia eden devletlerin ulusal hukukuna sığar, ne de uluslararası hukuka...
***
Tabii, uluslararası hukuktan söz etmek artık komik hale geldi. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde alınan kararlar, olaylara göre değil, ‘beş büyük’ler arasında varılabilecek uzlaşmalara göre oluşuyor. O uzlaşmaların metinlerine de, hem ‘veto hakkı’na, hem de öteki ‘dört büyük’ü (İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin’i) etkileme gücüne sahip olan Amerika’nın istemediği hiçbir şey giremiyor.
Ama ‘uluslararası hukuk’ işlemese de, ‘uluslararası mantık’ diye bir şey var. Amerika’yı ve en yakın müttefiki İngiltere’yi yönetenler başka türlü düşünse bile, Amerika ve İngiltere dahil, dünyanın çeşitli ülkelerindeki sağduyulu insanlar, İsrail’in öne sürdüğü ‘kendini savunma’ gerekçesini kabul etmiyor. Her yerde yapılan gösterilerle, yayımlanan bildirilerle, bu tavrını ortaya koyuyor.
İyi ki de öyle yapıyor. Çünkü, düz mantık şunu gerektirir:
İsrail’in Lübnan’a karşı bir aydır sürdürdüğü saldırıların ‘meşru’ olduğunu kim kabul ederse, ondan, Amerika’ya kalkacak uçakları vurmak isteyenlerin gerekçesini de kabul etmesi beklenir.
İki gerekçe de birbirine çok benziyor çünkü.
İngiltere’deki olay, henüz soruşturma aşamasındadır. Ama hiç şüphe edilmesin, basına yansıyan ilk bulgular gerçek çıkarsa, o saldırı projesini sahiplenecek olanların diyeceği şey, aşağı yukarı bellidir:
“Bize saldırıyorlar. Biz de kendimizi savunuyoruz.”
Buna karşı ne denilebilir?
Derseniz ki:
“Bu ne biçim savunma? İsrail neresi, Lübnan neresi, İngiltere neresi?.. Hele Amerikan sivil uçaklarına binenlerin günahı ne?..”
Diyebilirler ki:
“İsrail bunu yalnız başına yapmıyor. Amerika ve İngiltere’nin desteğiyle yapıyor. Hem İsrail’e fiili yardım yaptılar, hem de Güvenlik Konseyi’nin ‘ateşkes’ kararını haftalarca önlediler. Yani, İsrail’in fiili müttefikidirler. Biz kendimizi onlara karşı da savunmak durumundayız. ‘Sivillerin günahı ne?’ sorusuna gelince... Lübnan’da ölen yüzlerce çocuk ve kadın ‘sivil’ değil miydi?”
***
Evet, tekrar edelim:
İyi ki, dünyanın çeşitli ülkelerinde İsrail’in Lübnan’a kaşı ölçüsüz saldırısı için öne sürdüğü “Ben kendimi savunuyorum” gerekçesini kabul etmeyen insanlar var.
Bugün hiç olmazsa onlar, çelişkiye düşmeden kınayabilirler Amerikan uçaklarına karşı saldırı planlarını ve onların sorumlularını...
Amerika, İngiltere veya benzeri çizgideki ülkelerin hükümetlerine gelince...
Onların sözcülerinin ve bazı televizyon yorumcularının, o iki olay karşısındaki tavırları, dünya çapındaki ‘çifte standart’lılığın en çarpıcı örnekleridir.
Televizyonlarda, kara mizah gibi izliyoruz:
İngiltere’deki olayın, ne kadar ‘dehşet verici’ olduğunu, ciddi yüz ifadeleriyle anlatıyorlar... Haklılar tabii... Ama insan onların daha iki hafta öncesine kadar, dünya kamuoyundan yükselen ‘ateşkes’ çağrıları karşısındaki tavırlarını da hatırlıyor. Lübnan’da her gün onlarca çocuk, kadın, erkek ölürken, Amerikan hükümetinin “Ateşkes için henüz ortam oluşmamıştır” görüşünü vurguluyorlardı. Yüzlerindeki ifadeler, çok doğal bir durumu belirtir gibi, sakindi.
***
Özetle: 11 Eylül 2001’de Amerika’da yaşanan ikiz kuleler saldırısı gibi, İspanya’daki, İngiltere’deki tren suikastları gibi terör olaylarının hepsini kınamak ve o olaylarda ölenlerin acısını paylaşmak, herkesin insanlık görevi... Bunların tekrarlanmaması için alınan önlemleri desteklemek de...
Ama bu insanlık görevi, Lübnan’daki -birinci ayını doldurduğu halde hâlâ durdurulamayan- saldırılar için de geçerlidir.
Bu tablonun sadece bir tarafını görüp öteki tarafını görmezlikten gelen hükümetler ve onların çizgisini izleyenler, artık akıllarını başlarına almalıdır. Almıyorlarsa, ülkelerindeki sağduyulu insanlar, demokratik haklarını kullanarak, onları buna zorlamalıdır.
Yoksa durum meydanda: İnternational Herald Tribune’ün karikatüründeki gibi, dünyaya her gün yeni yeni terör tohumları ekiliyor. Bir tarafın uçakları, bombaları, füzeleri gelişiyor ama, öteki tarafın ‘intihar komandoları’ var. Sayıları ve uzmanlıkları gibi, karşı tarafa duydukları nefret de giderek artıyor.
Radikal, 12.8.2006
|