Yüz kırk bin gencimizi öldürerek Kıbrıs’ı fethetmemizi önermiş olan İstanbul Üniversitesi’nin eski rektörü Kemal Alemdaroğlu ile ilgili ilginç bir haber okudum.
Hatırlar mısınız bilmem eski rektör “mahkeme kararlarını” uygulamadığı için azledilmişti. “Mahkeme kararını uygulamamak” bildiğim kadarı ile bir suç.
Ancak bugüne kadar eski rektörün bu suçtan yargılanıp yargılanmadığını, yargılandıysa ceza alıp almadığını, aldıysa cezasını çekip çekmediğini bir bilene rastlamadım.
*
“Mahkeme kararlarını uygulamamasının” hukuki sonuçlarının ne olduğu bilinmeyen eski rektörün, “yolsuzluk iddiaları” nedeniyle yargılanmaktan da YÖK ve Danıştay 1. Dairesi’nin üç üyesi sayesinde kurtulduğunu sadece bir tek gazetede okuduğum haberden öğrendim.
İddianame yazdığı için Van Savcısını hükümetin yeşil ışık yakmasıyla bir gecede meslekten atan sistem, azledilen eski bir rektöre ait yolsuzluk iddialarında koruyucu bir kalkan vazifesi görmüş.
Azledilen rektörle ilgili hacimli yolsuzluk iddiaları İstanbul Başsavcılığı’nca 19 Aralık 2003’te, dava izni alabilmek amacıyla YÖK’e gönderilmiş. YÖK, bu taleple ilgili olarak on ay boyunca kulağının üzerine yatmış. 5 Ekim 2004’te ise “soruşturmaya gerek olmadığını” belirten cevabını İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’na bildirmiş.
*
Yolsuzluk iddialarının ısrarcı takipçisi Prof. Dr. Celal Erçıkan, YÖK’ün bu kararına karşı 19 Eylül 2005’te dava açmış.
Dava dosyası Danıştay 1. Dairesi’ne gönderilmiş. Danıştay 1. Dairesi davayı 9 Mart 2006’da sonuçlandırmış. Daire Başkanı Yılmaz Çimen ve üye Hüseyin Karakullukçu’nun muhalefetine rağmen üç üyenin oyu ile YÖK kararını onaylamış.
Azledilen eski rektörü yargı önünde hesap vermekten kurtaran YÖK tasarrufuna onay veren üç üyenin 9 Mart 2006 tarih ve 2006/291 sayılı “oluruna” karşı muhalefet şerhi yazan üyelerin çok önemli itirazları var.
*
“Ciddi suç” iddialarına rağmen üniversite yöneticisinin yargılanmasını önleyen YÖK’ü eleştiren iki Danıştay üyesi, konuyla ilgili ciddi hiçbir araştırma yapılmadığını da muhalefet şerhine koymuş. Bazı iddialarla ilgili ise azledilen rektör “kendi kendini” aklamış.
Muhalefet şerhinde daha da vahim bir hatırlatma var. Danıştay 8. Dairesi, YÖK işlemlerinin “idari karar” olduğuna dair bir içtihat yayınlamış. Azledilen rektörün yargılanmasını engelleyen idari bir kararın Danıştay’ın üç üyesi tarafından onaylanması bu açıdan da eleştiriliyor. İdari bir kararın hukuksal denetimi önlendiği vakit “hukuk devleti” olmaktan çıkıyorsunuz çünkü...
*
Nereden bakılırsa bakılsın bu azledilen rektör olayında hukuk açısından ortada garip bir durum var.
Kararları “idari karar” sayılan YÖK, hukuksal bir yargı sürecini hangi gerekçeyle önlüyor?
Daha önce YÖK’ün engeline rağmen on ayrı örnekte yargı yolunu açtığı halde Danıştay bu örnekte neden daha önceki kararlarının tersine karar alıyor?
Ve idari kararların yargısal olarak denetlenmediği bir ülkeye “hukuk devleti” denir mi ?
*
İddianame yazdığı için işten atılan savcının var olduğu bir ülkede “hukuk” aramanın pek de anlamlı olmadığını biliyorum.
İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu ve hükümetin gözleri önünde bir avuç zorbanın İstanbul’da göz göre göre fiziksel bir zorbalık ürettiği, temel hak ve özgürlüklerin kullanılamaz hale geldiği bir ortamda gene de ihtiyacımız olan şey hukuk.
Bugüne kadar yaptığımız gibi, “biz yola çıkalım da” diyen karınca misali hukuku hatırlatmanın dışında bir çare yok.
Belki “hukuk sever” birileri de “savcıyı at, rektöre tut” diyen zihniyeti daha özenli ve titiz bir şekilde büyüteç altına alır?
Sabah, 8.7.2006
|