Bediüzzaman'ın Şanlıurfa'daki kabrinin 27 Mayısçılar tarafından başka bir yere nakli sürecinde bizzat bulunan kardeşi Abdülmecid Nursî'nin anlattıkları, “Naaş denize atıldı” iddiasını yalanlıyor.
Hürriyet gazetesinin ne maksatla gündeme taşıdığı anlaşılamayan Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin cesedinin Kıbrıs açıklarında denize atıldığı haberi iddiadan öte geçmiyor.
Halil Uslu’nun ‘Bediüzzaman’ın Kardeşi Abdülmecid Nursî’ isimli kitabında, bizzat Abdülmecid Nursî’nin ağzından, naaşın mezara gömüldüğü şöyle anlatıyor:
“Evimize bir sivil memur geldi. ‘Vali Bey sizi istiyor’ dedi. (Bu memur sonradan tesbit ettiğimize göre Konya Emniyeti Birinci Şube Komiseri İbrahim Yüksel’dir.) Arabayla vilayete gittim. Vilayet makamında üç general var idi. İkisi Cemal Tural, Refik Tulga idi. Diğerinin ismini şimdi hatırlayamıyorum.
“Tanışmadan sonra, Cemal Tural Paşa ile aramızda şöyle bir konuşma oldu:
‘Ülkemiz kötü günler yaşıyor. Ağabeyini her geçen gün ziyaret edenler çoğalıyor. Bu itibarla kabrinin nakledeceğiz. Şu dilekçeyi imzala.’
“Dilekçeyi okuyunca tüylerim ürperdi. Az kalsın bayılacaktım.
‘Bu nasıl olur? Ağabeyimi, Üstadımı, hiç olmazsa vefatında rahat bırakın’ dedim.
‘Bizi buna mecbur eden kuvvet var. Ya imzalarsın, ya da sonun korkunç olur’ dediler.
“Akabinde imzaladım.
“Konya Hava Meydanına hareket edip, uçağa bindik. Diyarbakır’a vardık. Az bir moladan sonra ayrı bir uçak ile Urfa’ya gittik. Orada beni bir askerî vasıtaya bindirerek, askerî bir binaya götürüp bir odaya yerleştirdiler. İkindi vakti gelmişti. Akşam oldu, karanlık bastı. Bir askerî jip geldi, içinde üç asker, bir yüzbaşı vardı ve beni alıp Halîlü’r-Rahman Dergâhına götürdüler. “Dergâhın avlusuna girdik. Baktım iki tabut, dört asker, bir doktor var. Bana hitaben doktor bey dedi ki: ‘Merak edilecek bir şey yok. Buradan Hazret-i Üstadı fazla izdiham ve ziyaretçi yüzünden İç Anadolu’ya nakledecekler. Onun için seni buraya getirdiler.’
“Ben artık tutulmuştum. Ölüyor gibiydim. Titriyordum ve ağlıyordum. Sabahtan beri de ağzıma hiçbirşey koymamıştım. Doktor Bey askerlere dedi ki: ‘Bu tabutu açıp Üstadı öbür tabuta alacağız.’ “Fakat, onlar da benim gibi çok korkmuşlardı ve ‘Biz yapamayız’ dediler. “Yine Doktor, ‘Korkmayın, bizler emir kuluyuz. Bu, vazifemiz’ dedi.
“Ve askerler dergâh mezarlığından çıkartılan Üstadın tabutunu açtılar. Hazretim, artık ben bitmiştim. İçimden şöyle geçiyordu: ‘Şimdi Seyda’nın kemikleri birbirine karışmıştır.’
“Fakat heyhat, benim de yardımımı istediler ve böylece elimi kefene sürünce, Üstadın sanki yeni vefat etmiş gibi durduğunu fark ettim. Rahmetlik ağabeyimin yalnız kefeninin ağız kısmı biraz sararmıştı. Doktor Bey kefeni açtı, Üstadın yüzü nur içindeydi.
“Adeta bize tebessüm ediyordu. Tabuttan çıkardık. Askeriyenin çok ağır olan tabutuna yerleştirdik. Etrafında boşluklar vardı. Onu da otlar ile doldurduk, yolda örselenmesin diye.
“Bu işler bittikten sonra bir cemse ile havaalanına gittik. İlk gelen uçak tabutu almadı. Başka, ikinci bir uçağa tabutu yerleştirdik.
“Tabutu uçağa götürürken Urfa’nın sokaklarında hep süngülü askerler görüyordum.
‘Ne oluyor?’ diye sordum.
“Subayın biri, ‘Bu gece sokağa çıkma yasağı var’ diye cevap verdi.
“Her neyse. Urfa’dan kalktık, Diyarbakır’a geldik. Tural orada kaldı. Başka subaylar bindi uçağa. Oradan da Afyon’a indik. Askerî bir arabayla gece karanlığında semt-i meçhûle hareket ettik. Sabaha doğru Isparta’ya geldik. Ortalık alaca karanlık idi. Biraz daha gittikten sonra durduk. Tabutu indirdiler. Baktım bir kabir kazılmış. Etrafında 10-11 asker vardı. Tabutu askerler ellerine alıp hemen indirdiler, mezara koydular. Üstüne toprak attılar. O şanlı tabutu, kabrinde dahi rahat bırakılmayan Hazret-i Üstad’ın bu ikinci kabrine, ‘işaret olmasın’ diye herhangi bir taş dahi koymadılar.
“Onlar bu işlemi yaparken ben sağa sola bakıyordum. Gördüğüm manzara şu idi: “40-50 metre ileride askerler vardı. Mezarlığın etrafı taştan duvar idi. Üstadı duvarın dibine defnettiler. 10 ve 15 büyük ağaç ve bir de sıra ile söğüt veya kavak ağaçları vardı.
“İçimden ihtilâlcilere bedduâlar okuyordum: ‘Kabirde azap çekeceksiniz. Bu dünya size de kalmaz. Câniler, canavarlar’ diye...”
|