Son dönemde epey çoğalan ve gerçekten yararlı bulgulara ulaşılmasını sağlayan “Üniversite gençliği ne düşünüyor” konulu araştırmalara bir katkı da Atatürk Üniversitesi’nden geldi.
Prof. Dr. Muammer Yaylalı başkanlığında 9 öğretim üyesi 60 üniversitede okuyan 7.568 öğrenciye 41 soru yöneltti. AB’den siyasete, sosyal yaşamdan hayata bakışlarına kadar.
Anketin en çok siyasal eğilimlerle ilgili bölümü ilgi çekti. Son derece doğal; çünkü gençlik kesiminde hangi siyasal akımların baskın olduğunu anlamaya imkan verecekti. Ama vermedi! Çünkü şöyle bir tablo çıktı: Gençliğin yüzde 52.2’si milliyetçi, yüzde 31’i muhafazakar, yüzde 23.8’i liberal, yüzde 40.2’si sosyal demokrat, yüzde 28’i ise sosyalist. Yanıtların toplamı yüzde 175.2 ediyor. Bu da 3.551’i kız 7.568 öğrencinin dörtte üçünün birden fazla seçeneği işaretlediği anlamına geliyor.
Neden? Birçok gerekçe sayılabilir.
Örneğin, “Kafa karışıklığı” ile yorumlanabilir. Altı da kolay doldurulur: “Efendim, 12 Eylül 1980 müdahalesiyle başlayıp en az 1990’ların ortalarına kadar süren depolitizasyon siyasetleri gençliği dipsiz bir boşluğa yuvarladı. O uzun depolitik ve de apolik boşluktan yeni yeni çıkılıyor. Gençler siyasetle yeniden tanışıyor. Bu nedenle tercihte zorlanıyorlar” gibi...
Veya ideolojiler arasındaki kalın çizgilerin solmaya başladığı, sağ ile sol arasında pek fark kalmadığı görüşü de makul bir neden olarak ortaya sürülebilir...
Siyasetçilerin işi zor
Ancak biz yüzde 175.2 dağılımın ardında “Kafa karışıklığı” ve “Sağsol yakınlaşması”ndan da öte bir “Püf noktası” veya “Gizem” bulunduğunu sanıyoruz.
O da şu: Gençler idealleri ile gerçekler arasında sıkışıtılar. Ve bu kıskaçtan çıkış yolunu ideallerinden kopmadan gerçekleri kabullenmekte buldular.
Açalım: Kendini “sosyalist” diye tanımlayan yüzde 28’lik kesimin büyük çoğunluğu aynı zamanda “sosyal demokrat” seçeneğine de “evet” yanıtı verdiler. Zira “sosyalist” kimliğin yanıtı olan partilerin tümünün tüm seçimlerde baraja takıldığını, bundan sonraki seçimlerde de bu sonucun ya da kaderin değişmeyeceğini biliyorlar. Bu da onların siyasal yaşamda söz sahibi olmalarının tek aracını oluşturan oylarının boşa gitmesi anlamına geliyor. Bunu kabullenmeye razı olmadıkları için baraj sorunu olmayan siyasal akımı ikinci seçenek olarak eklediler.
“Muhafazakar” ile “milliyetçi” görüşler arasında da benzer geçişler olduğu kesin. Tabii “liberal” grupta da. Çünkü Türk siyasetinde bu görüşü temsil eden bir parti yok. En azından parlamentoda.
Hatta daha ileri gidip hem muhafazakar veya milliyetçi ama hem de sosyal demokrat veya liberal dünya görüşünü kendine yakın bulan çok ciddi bir kitlenin varlığından bile söz edebiliriz.
Özetle farklı bir gençlikle karşı karşıyayız. 1960’ların sağ-sol ayırımı olmayan “homojen” gençliği değil. (Hatırlayın; (Türkiye’yi 27 Mayıs’a götüren olayların en önemlisi olarak sayılan o ünlü 555 K parolalı Kızılay gösterilerinde ideolojisiz bir gençlik merhum Başbakan Adnan Menderes’in yakasına yapışmıştı.) 1970’lerin keskin, hatta ölümüne kamplara ayrılmış gençliği değil.
1980’lerin, hatta 1990’ların, annebabaların “Aman evladım suya sabuna dokunma” telkinleriyle üniversiteye gönderilen gençliği değil.
İdealist ama ayakları yere basan, ideolojisi olan ama körü körüne, tutsaklık ölçüsünde bağlanmayı reddeden, bu nedenle de her seçimde siyasal dengeleri altüst edebilecek bir kuşak geliyor.
Siyasetçilerin dikkatine!
Sabah, 10.6.2006
|