Dört alıntıyla başlayalım. “Erkân-ı Harbiye Reisi olan zatın vazifei asliyesi yalnız vaziyatı askeriyeyi tetkik değil, tefekkürle iştigal etmesidir...” (Genelkurmay Başkanı olan kişinin asıl görevi yalnız askerî durumu incelemek değil, aynı zamanda düşünce üretmektir...). Mustafa Kemal.
“Teşkilâtı askeriye vatanımızı esbabı müdafaası ve muhtelif cephelerde icra edilecek (askerî işler kadar), siyaseti dahiliye ve hariciye ile (de) yakınen alakadar bulunuyor. Ve mesailde Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi’nin mütaleası bulunmak ve diğer haizi mesuliyet olan zevatın noktai nazarlarına yakınen vakıf olmak için onlarla bir arada çalışmak ve bir mesele hakkında Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi’nin rey ve mütaleası olan zevat gibi İcra Vekilleri meyanında olması teklif edilmiştir...” Mustafa Kemal.
“Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti’nin vazifesi ordunun teşkilini, tensikini fenni olarak düşünmek ve memleketin esbabı müdafaasını nazarı dikkate almak ve bunlarla iştigal etmek. Harbiye Nezareti (Millî Müdafaa Vekaleti) umur ile kendi vezaifi arasında büyük fark vardır. Harbiye Nezareti, Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti’nin tensip ettiği yahud onun planına göre teşkil ve tensik ettiği bir orduyu iaşe eder, ilbas eder ve saire. Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi nasıl harb edecek, vatanı nasıl müdafaa edecek, nasıl hazırlanmak lazım geldiğini düşünür...” Mustafa Kemal.
“Askerî mesuliyet, yalnız mesul değil, aledderecat mesul kimselerde olmalıdır...” (Askerî sorumluluk tek sorumluluk değil, derecelendirilmiş sorumluluk olmalıdır) Hüseyin Avni.
Bu dört alıntı yüzlercesi içinden belki de en anlamları olanlarıdır.
Ne diyor bu alıntılar? Şöyle özetlenebilir:
1. Silâhlı Kuvvetler sadece askerî işlerle değil, iç ve dış siyasetle doğrudan ilgili olması gereken, dolayısıyla siyasî karar verilme ve alınma safhasında ve yapılarında bulunması gereken bir kurumdur.
2. Silâhlı Kuvvetlerin karargâhını oluşturan Genelkurmay Başkanlığı millî savunma ve millî güvenlik konularında ve kendisini ilgili hissettiği iç ve dış siyasî konularda tek karar verici mercidir. Millî Savunma Bakanlığı ise ona bağlı çalışan lojistik işler, askerî alımlarla ilgili bir birimdir.
3. Türkiye’de askerî otorite gerek kendi iç örgütlenmesi gerek diğer savunma kuruluşlarıyla ilişkisi gerekse aldığı veya katıldığı diğer politik kararlar açısından yetkileri dereceli olarak dağıtmayan, tersine tek makamda, hattâ tek kişide toplayan bir yapıdadır.
Bu üç unsurun altını çizen yukarıdaki alıntıların işaret ettiği model, tarihlerinin de gösterdiği gibi Kurtuluş Savaşı sırasında ortaya çıkmıştır ve savaşla yakından ilgili bir modeldir.
Aslında tam olarak bir “savaş yönetim modeli”dir.
Nitekim Genelkurmay Başkanlığı’nın bir bakanlık olarak tasarlanması savaşın doğrudan bir sonucudur. Ayrıca, o dönem ordunun vergi toplamadan askere almaya ve iç isyanları bastırmaya kadar oynadığı etkin ve kaçınılmaz rol, Kurtuluş Savaşı koşullarının dış politika, iç politika ve cephe operasyonlarını ayrılmaz bir bütün haline getirmesi, Kurtuluş Savaşı’nın en kritik döneminde Mustafa Kemal’in Başkomutanlık çerçevesinde Millî Savunma ve Genelkurmay bakanlarını kendi karargâhı kılması gibi döneme ilişkin doğal nedenlerinden söz edilebilir.
Ancak sorun odur ki, bu model 1920-1923 arası uygulamalarda sınırlı kalmamış, ileri tarihlere taşınmış, dahası bugüne kadar uzamıştır. Kurtuluş Savaşı sırasında I. TBMM’de güç ilişkileri çerçevesinde oluşturulan, dönemin yönetim anlayışını, yani devlet-siyaset, asker-siyaset ilişkilerini kuşatan savaş modeli, savaş sonrasında da korunmuştur. Modelin ana eksenleri 80 yıl boyunca sistematik geliştirilip, kurumlaştırılmıştır.
Fikrî olarak; “savaş”, “tehlike”, “topluma ve siyasete duyulan güvensizlik” üzerine oturan, değişimin ana merkezi olarak devleti gören, devlet iktidarının kontrolünü tek siyasî amaç haline getiren, böyle yaptıkça devletçiliği mutlaklaştıran bu model, olağan ya da olağanüstü her yeni dönemde yeni gerekçelerle pekiştirilecek, meşrûlaştırılacak ve yeni unsurlarla yasallaştırılacaktır
Öykü 80 yıllıktır...
Ama meselemiz işte budur...
Yeni Şafak, 10.6.2006
|