Onların başkalarının hisleriyle ilgili zerre hassasiyetleri olmasa da farketmez, bizlerin farklı bir sorumluluk anlayışımız var: Hakkında yazı yazdıklarımıza daha şefkatli yaklaşmamız, incitici olmamak için özel çaba sarf etmemiz gerekiyor. Yazdıklarımız, bu sebeple, sağda-solda okuduğunuz yazıların hak ettiği dozda cevaplar değil...
Şu satırları okuyun lütfen: “Yaşadığımız iki hafta hepimize şunu gösterdi: / Türkiye’de, kendine belli bir davayı ‘misyon’ edinmiş birçok kişi ve grup cirit atmaktadır. / Bunların bir kısmı ‘türbanı’, ‘imam hatip okulunu’, ‘Kuran kursunu’ bahane ederek terör eylemine girişmektedir. / Bir kısmı ‘Kıbrıs’ meselesini, ‘Kürt sorununu’ bahane ederek, ‘Vatan elden gidiyor’ çığlıkları atıp örgütlenmektedir. / Kimse, kendine yakın gördüğü inanca, düşünceye, siyasi fikre toz kondurmuyor.”
Ne kadar iddialı bir tespit, değil mi? Yaşadığımız süreç elbette öğretici oldu, elbette herkesi bir biçimde etkiledi. Ancak, gelişen olayların sizin üzerinizdeki etkisi gerçekten yukarıdaki satırların yazarının özetlediği biçimde mi oldu? Kendi hesabıma, ilk cümledeki ‘hepimize’ sözcüğünün kapsam alanı dışında kaldığımın bilinmesini istiyorum.
Türkiye’de ‘türban’, ‘imam hatip okulu’, ‘Kur’an kursu’ konularına kendini yakın hisseden insanlar var; 28 Şubat’ın bozduğu dengeler bu insanları rahatsız ediyor. İstedikleri basit: Çocuklarını Kur’an kursuna gönderebilsinler... İmam hatip mezunları eşitsizliğe tâbi tutulmasın... Kızlar üniversitelerde istedikleri kıyafetle okuyabilsinler... Eskiden olduğu gibi.
Demokratik bir ülkede varlığı düşünülemeyecek türden yasakçı uygulamalara son verilmesini dile getiren demokratik talepler bunlar...
Bu talepleri seslendirenler arasından ‘terörist’ çıktı mı? Yazarın iddiası bu. Elbette her kesimde kör inançlı insanlar vardır; bunlar arasından ilkel intikam duygularını tatmin etmek için eline silâh alanlar da çıkabilir... Sadece bizde değil, başka ülkelerde de... Ancak, süreyi ‘iki hafta’ diye sınırladığınızda “Yaşanan olaylardan hareketle bu kanaate nereden vardınız?” sorusuna cevap vermeniz gerekir.
Danıştay 2. Dairesi’ne saldırının biçimi ve saldırganın kimliği bu iddiayı taşımıyor. Saldırgan o izlenimi verecek biri olduğu için seçilmiş, bu belli; ancak daha ilk günden anlaşıldığı üzere yeni bir Mehmet Ali Ağca o... Geniş bir ilişkiler ağının tam ortasında yer alan, kirli ve gizli amaçlara hizmet etmek üzere özel yetiştirilmiş biri...
Yalnız saldırganın kimliği değil, eylemin kendisi de farklı sonuç çıkarmamızı zorunlu kılıyor: Bir yargı organının üyelerine ‘türban’ ile ilgili kararları yüzünden saldırıldığı izlenimi, eylemle elde edilmek istenen amacı ele veriyor zaten: İyi yetiştirilmiş tetikçi, tam da bu görüntüyü vermek üzere, Cumhuriyet gazetesi ile Danıştay’a yönlendirilmiş olmalı...
Dünyanın başka köşelerinde de sağ gösterip sol vuran hâin odaklar olmuştur; muhafazakâr başbakanı Kızıl Muhafızlara öldürttüler İtalya’da, Bologna tren istasyonuna konulan bombayı ‘sağcı teröristler’ bırakmış süsü verildi; oysa, başbakanı öldüren de, bombayı koyan da aynı eldi. Türkiye’de can alan siyasî suikastlarda ve kitle olaylarında rol üstlenmiş eller de muhtemelen farklı değil.
Bu tespiti yapmak ‘komplocu’ olmak mıdır? İtalya örneğini bilmesek, Avrupa’da kurulmuş 17 benzer örgütten birinin Türkiye’de faaliyet gösterdiğinden haberimiz olmasa, tespit havada kalabilirdi; oysa bildiklerimiz olaylarla sınanmış bilgiler... İki haftadır yaşananlar ülkemize karşı girişilmiş büyük bir ‘komplo’dur; ‘komploları ortaya çıkarmak’ ne zamandan beri ‘komploculuk’ sayılıyor? Aslında, bu tür ‘komploları’ gözlerden gizlemeye çalışmak...
Kimseyi incitmek gibi bir niyetim olmadığı için, en iyisi son cümleyi tamamlamayayım...
Yeni Şafak, 4.6.2006
|