“Çete” haberlerinin doğru değerlendirilmesi için iki sorunun doğru cevaplandırılması gerekiyor:
1. Türkiye’de gerçekten içinde muvazzaf veya emekli asker kişilerin de yer aldığı bir çeteleşme mevcut mudur?
2. Yoksa “çeteleşme” iddiaları, askeri yıpratmak ve etkisizleştirmek için üretilen dezenformasyon (bilgi kirlenmesi) çabaları mıdır?
İkinci iddia, daha çok hükümet karşıtı bir çevre tarafından dile getiriliyor. O çevreye göre “hükümet, özellikle laik rejimi tahrip noktasında aldı başını gidiyor, buna karşı duracak tek güç asker, onun yıpratılması gerekiyor. Çete iddiaları, askerin bilinçli bir tarzda hedef alınması anlamına geliyor.” Evet, verilmek istenen mesaj bu. Buradan da, askerin hükümete karşı muhalefet rolünün pekiştirilmesi amaçlanıyor. Böyle bir yaklaşım, bir ihtimal, askerin hoşuna gidebilir. Gerçekten varsa laik rejim kaygısını pekiştirip, mağduriyet hissini okşayabilir.
Ama ya çeteleşme varsa... Bir gerçekse...
Asker, iktidarla ilgili kaygıları sebebiyle çeteleşmeyi, kimi asker kişilerin hiyerarşik düzen dışında bazı eylemler içine girmesini bile mazur görebilir mi? Çeteleşme olgusunda askeri en çok rahatsız eden boyut, askerlerle ilişkili görünmesi ise, bu örgütlerin içinde asker kişilerin de bulunmasına normal gözle bakabilir mi?
Önce “Çeteleşme var mı?” sorusu üzerindeki şüpheleri irdeleyelim:
Eğer burada şüphe, bu iktidarın bir manipülasyonu olma ihtimalinden kaynaklanıyorsa, belli ki çeteleşme iddiası, sadece bugünkü iktidarın ürettiği bir mesele değil. Türkiye, PKK ile mücadele sürecinde, kimi yanlış oluşumlar içine girildiğini biliyor. “Terörle mücadele” gruplarının zaman içinde uyuşturucu, silah kaçakçılığı gibi illegal alanlara savrulduğu bilgisi, devletin epey zamandır üzerinde durduğu bir bilgi. Yüksekova çetesinde asker kişiler vardı. Susurluk’un bir boyutu, asker kişilere uzanıyordu. Jitem’in uygulamalarının tümü savunulacak nitelikte değildi. Türkiye, Eşref Bitlis’in ölümünü tartıştı, Cem Ersever’in, Yeşil’in durumunu tartıştı, Uğur Mumcu’nun ölümü ile birlikte “PKK’nın devlet içinde bağları var mı?” sorusunu tartıştı. Fail-i meçhul dosyası bundan önceki Meclis’in el attığı bir konu olarak orada dev gibi duruyor. 12 Mart Muhtırası, 9 Mart çetesini tasfiye etti. 12 Eylül’ün lideri “Genç Subaylarda hareketlenme olabilir, onların tasfiyesi gerekir” diyor. Ucu askere kadar uzanan illegal yapılanma gerçeği, Türkiye’nin tanıdığı bir gerçek.
Evet, şu son bir - iki yılda da ortaya çıkan çeteleşme görüntüleri var. Yakalanıp yargıya teslim ediliyor. Sanıklar mevcut. Eylemler mevcut. Somut suç malzemeleri mevcut. En azından yargıda bunlar. İktidar, güvenlik birimleriyle çeteleri sadece yakalıyor; yargılamıyor, yargı ayrı bir erk. Hatta yüksek yargı, iktidara karşı örtülü bir muhalefet görüntüsü bile sergiliyor. Yani iktidarın yargı sürecini etkilemesi ihtimali son derece zayıf.
Bu durumda, ortaya çıkan çeteleşme görüntülerini ne yapmak lazım?
Bu örgütlenmeler içinde asker kişiler tesbit edildiğinde “Ordu bundan üzülür” diyerek, asker kişileri dosya dışına mı çıkarmak gerekiyor? Genelkurmay böyle bir şeyi talep edebilir mi? Talep etmesi Ordu açısından sağlıklı olur mu?
Kaldı ki, Türk Silahlı Kuvvetleri, içinden çıkan “çürük” unsurları teşhir etmekte tereddüt etmiyor. Bunu burada kaç kere ifade ettim. TSK, bir kuvvet komutanını yolsuzluktan yargılamakta, mahkum etmekte ve rütbelerini geri almakta tereddüt etmedi.
Hiyerarşi konusu askerin en duyarlı olduğu konu. Yani bir kişi, şu veya bu rütbede, kafasına göre bir grubun içine girecek, orada emekli askerlerle ve kimi sivil kadrolarla iş tutacak... Ellerinde silah olacak, Milli Güvenlik Siyaset Belgesi bulunacak.... ve bu ekibin işleri bir noktada askere fatura edilecek... Buna razı olur mu Türk Silahlı Kuvvetleri?
Denebilir ki: Bakalım bu gerçek mi, manipülasyon mu?
Bunun da araştırılması gerekmiyor mu? Asker “Tüm bu bilgiler manipülasyondur” deyip işin içinden çıkar mı? “Biz tüm unsurlarımızla pirüpakız” der mi?
Demez.
Denmez.
Çünkü insandır, yamulur, kullanılır, satılır... Ve bunu asker de görmezden gelmez. Çünkü insanına en çok güvenmesi gereken askerdir. Oradaki bir güven çentiği, ülkenin canına mal olur, silah arkadaşına tuzak olur. Bunu bilir asker ve çürük insanı barındırmak istemez.
Onun için, asker adına manipülasyon iddiaları koymak yerine, gerçeğin ortaya çıkması için çaba göstermek gerekir. Bırakın çeteleşme iddiaları enine boyuna soruşturulsun.
Gayet açık ki Türkiye, “Gayrı nizami harp” örgütlenmesinin de denetlenmesi gereken bir noktaya gelmiştir. Müthiş bir özel güvenlik birimleri furyası yaşanıyor. Kim ne yapıyor, bilinen ifadesiyle kimin eli kimin cebinde? Kim kim adına oynuyor?
Bu hükümete de lazım, askere de lazım, yani devlete lazım...
Bu kadar çeteleşme ortamı, belli ki toplumun tümünü güvenlik endişesi içine sürükleyecek...
Meclis Araştırması olabilir, MGK gündemine alınabilir, TSK kendi bünyesinde bir soruşturma yürütebilir...
Her şeyin sonu “Denetlenebilir” olmaya çıkıyor.
Askeri tüm yapıların da denetlenebilir olması, demokratik yapılanmanın gereğidir.
ahmettasgetiren.com, 4.6.2006
|