"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Ankara’daki bürokratlar benim çocuğumun eğitimine karışamaz

21 Ocak 2015, Çarşamba 11:00
Prof. Dr. Ali Nesin: Ankara’daki bürokratlar benim çocuğumun eğitimine nasıl karışabilir ki? Hadlerine mi? Benim çocuğum benim çocuğum, onların çocuğu değil ki. Ben çocuğumu devlet beynini yıkasın diye yapmadım ki. Bu hakkı devlete kim verdi? Kimse!

Kimdir?

1956’da İstanbul’da doğdu. İlkokuldan sonra ortaokulu İstanbul’da Saint Joseph Lisesi’nde, liseyi de İsviçre’nin Lozan şehrinde tamamlayan Nesin, 1977-1981 yılları arasında Paris VII Üniversitesi’nde matematik öğrenimi gördü. Daha sonra ABD’de Yale Üniversitesi’nde matematiksel mantık ve cebir konularında doktorasını aldı. 1995’te Türkiye’ye dönüp Nesin Vakfı’nın yöneticisi oldu. 1996’da İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde Matematik Bölümü’nü kurdu ve 2011’e kadar Bölüm Başkanlığı görevini yürüttü. 2007’de Matematik Köyü’nü kurdu. 20 dolayında matematik kitabı yazdı. Halen İstanbul Bilgi Üniversitesi Matematik Bölümü’nde öğretim üyesidir.

*Son günlerde Cumhurbaşkanı’nın AB ile ilgili yaptığı açıklamalarda “Almazlarsa almasınlar" gibi bir dile geçildiğini görüyoruz. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye’nin AB’ye ihtiyacı var mı yoksa reformlar artık yeterli mi görülüyor?

Türkiye’nin Avrupa Biriği’ne ihtiyacı var. Avrupa’nın da Türkiye’ye ihtiyacı var. Ama Türkiye’nin bir türlü tam demokratik bir ülke olamaması ve biraz da Avrupa’nın ırkçılığı nedeniyle Türkiye Avrupa Birliği’ne giremedi ve yakın zamanda gireceğe de benzemiyor. Zannediyorum bu süreçte Erdoğan’ın da gururuyla oynadılar. E! Erdoğan da Kasımpaşalı sonuçta. Kasımpaşa erkeği ve tam bir politikacı. Gerektiği zaman Avrupa Birliği’ne sarılıyor, gerektiği zaman Avrupa Birliği’ne demediğini bırakmıyor. Tam bir pragmatik politikacı davranışı. Şu anda cemaatle topyekûn bir savaş halinde, tüm kılıçlarını kuşanmış durumda, o kadar ki bu uğurda ulusalcılarla bile iş birliği yapıyor. Bu da tam bir pragmatik politikacı davranışı. Bu iktidar kavgası tabiî ki Türkiye’nin aleyhine oluyor. Enerjimizi gereksiz işlere harcıyoruz.

*Ne zaman başladı bütün bunlar?

Erdoğan’ın aşırı özgüvenini ilk sezdiğimde çok şaşırdım, şimdi biraz daha kanıksadım. Bir seçim gününden tam bir gün önce, “Ben olsaydım Öcalan’ı asardım” dedi. Oysa Kürtlerden oy almak istiyor doğal olarak. Nasıl böyle bir şey söyleyebilir? Tabiî milliyetçilerden de oy almak istiyor aynı zamanda. Ama gene de Erdoğan’ın bu söylemini tuhaf karşıladım. Kürtlerden oy almak isteyen biri nasıl böyle bir şey söyleyebilir? Bir de ÖSYM sınavıyla ilgili skandal patladığında Ali Demir’den vazgeçmedi, buna da çok şaşırdım. 1.5–2 milyon öğrenciyi etkileyen bir skandaldı, aileleri de sayarsak en az 10 milyon kişi mağdurdu. Seçimlerden hemen önceydi. Seçimi etkileyebilirdi. Erdoğan umursamadı, Ali Demir’i sahiplendi. Oysa istifaya zorla, yerine başka birini al ve yoluna devam et, değil mi? Hayır, öyle yapmadı. Hangi cesaretle bilmiyorum. Haklı da çıktı, çünkü oyu düşmedi. İşte bu aşamada Erdoğan’ın kendinden başka kimseyi kaale almadığını gördüm. Kendine aşırı bir güveni vardı. Korkutucu buldum. Daha sonra dershanelerin kapatılması konusunda da öyle davrandı. Hemen hemen her konuda daha önce görmediğimiz, giderek artan bir özgüven gördük. Vardığımız noktayı ben hiç olağan karşılamıyorum. Cemaat’le savaş da bunu açıklayamaz. Meselâ Ankara’da laik eğitim için yürüyen öğretmenlerin Cemaat’le ne ilgisi olabilir ki, öğretmenlere TOMA ile su sıkmalar, kollarını kıvırarak gözaltına almalar filan... Ne gereği var? Bunu neden yapar ya da yaptırır? 

*Peki, 3–4 yıl öncesine kadar “Ergenekon dâvâlarının savcısıyım” deyip de 4 sene sonra o Ergenekoncularla ittifak kurup başka bir gruba yönelmesi salt iktidarda kalma arzusundan mı kaynaklanıyor?

Hangi siyasetçi, hangi parti iktidarda kalmak istemez ki? İktidarda kalmak istemek tek başına kötü bir şey değildir. Yakın zamana kadar iki iktidar vardı: Devlet ve AKP. Artık AKP, yani aslında sivil toplum, devleti ele geçirdi. Bir vesayetten kurtulduk. Bir başka vesayetin altındayız şu anda. Tüm kurumlarıyla devlet şu anda AKP’nin elinde. Ve bir siyasetçi bundan kolay kolay vazgeçemez. Meselâ bana göre eğitim politikası hükümetlerden bağımsız olmalı. Hukuk ve eğitim gibi bazı konularda halkın çoğunluğunun her istediği yerine getirilemez, getirilmemeli. Bunlar ince işlerdir, daha çok elit işidir, işinin ehli insanların karar vereceği mecralardır. Ama gel gör ki hiçbir siyasetçi eğitim gibi bir güçten vazgeçmez. Çünkü bir siyasetçi insanları değiştirmek, toplumu etkilemek ister, bütün mücadelesi bunun üzerine kurgulanmıştır, bunun için yaşar siyasetçi. Eğitim de halkı etkilemek için en etkili araçtır. Her siyasetçi eğitimi bir beyin yıkama fırsatı olarak görüyor. Türkiye’de bu hep böyleydi, bugün de böyle maalesef. Bu yüzden eğitimi siyasetten kurtarmak lâzım, yani eğitim bakanlığı bakanlık olmaktan çıkarıp, hükümetlerden bağımsız bir oluşuma dönüştürülmeli. Ama hangi siyasî buna kalkışır ki? Ancak Erdal İnönü gibi öz itibariyle siyasetçi olmayan biri yapabilir böyle bir devrimi.

*Avrupa’da örneği var mı bunun?

Avrupa’da örnekleri var tabiî, Almanya’da falan çeşitli akademiler vardır. Siyasetçiler kıyafetinden okul binasına, öğretmenlerin maaşından müfredata kadar her şeye karışmazlar. Bir de tabii eğitimin merkezî olma sorunu var. Her şeye Ankara’dan karar veriliyor. Oysa Türkiye çok geniş ve kalabalık bir ülke. Çeşit çeşit ihtiyaçlar var, çeşit çeşit sosyal yapılar var, çeşit çeşit çocuk var. Sadece Türkiye çeşit çeşit değil, ayrıca çağdaş dünyaya uyum sağlamak da çeşitlilik istiyor. Eğer bundan 30-40 yıl önce olduğu gibi eğitim gören nüfus düşükse, sadece belli bir zümre ve homojen bir zümre eğitim alıyorsa, o zaman eğitimin merkezî olmasının büyük bir zararı olmaz, ama Türkiye gibi 77 milyon nüfusun, 20-30 milyon öğrencinin olduğu bir ülkede bütün kararların Ankara’dan, tek bir merkezden alınması faciâdır. Herkesin aynı eğitimi aynı tarzda, aynı anlayışla, benzer okullarda, benzer kitaplarla, benzer öğretmenlerle görmesi Türkiye gibi bir ülkeye yapılabilecek en büyük kötülüktür. Bölgeler farklı, sosyolojik temeller farklı, kapasiteler farklı, aileler farklı, kültürler farklı, ihtiyaçlar farklı, mevsimler farklı… Ayrıca, Ankara’daki bürokratlar benim çocuğumun eğitimine nasıl karışabilir ki? Hadlerine mi? Benim çocuğum benim çocuğum, onların çocuğu değil ki. Ben çocuğumu devlet beynini yıkasın diye yapmadım ki. Bu hakkı devlete kim verdi? Kimse! O kendi aldı bu hakkı, bana sormadan aldı. Ben devlete ne hakkı veriyorum? Köprü yap, yol yap, hukuk içerisinde yönet ülkeyi, sağlık sorunlarımızı hallet, ulaşımı ve güvenliğimizi sağla vs. Ama benim çocuğuma ben belki din eğitimi verilmesini istemiyorum ya da Müslüman bir baba tam tersine çocuğu dindar yetişsin istiyor. Çocuk öncelikle ailenindir. Ama dediğim gibi siyasetçiler hiçbir zaman eğitim gibi bir güçten vazgeçemezler. Şimdi hükümet YÖK’ü ele geçirdi, TÜBİTAK’ı ele geçirdi, bilim akademisini ele geçirdi… E! Niye vazgeçsin ki elde ettiği güçlerden, üstelik zorlu bir uğraştan geçerek elde ettiği bu güçlerden niye vazgeçsin ki? 

*Eğitimin temel problemi siyasî mi yoksa bilimsel eksiklik mi?

Bu ikisi birbirinden ayrı değil. Siyasiler de bilimsel açıdan eksiklikler. Siyasetçiler problem çözme sanatını bilmiyorlar. Öncelikleri kazanmak, problem çözmek değil. Anlaşılır bir şey belki, ama Türkiye’nin zararına oluyor bu süreç. Siyasetçiler mecbur kalmadıkça orta yol bulmazlar. Gücü eline geçiren diğer tarafı esir alır, diğer tarafı acz içinde bırakır, sessizliğe gömer. Türkiye’de en azından. Kemalist iktidarlar zamanında da bu böyleydi, şimdi de böyle. Şu anda siyasilerin problemi eğitim sorununu çözmek değil, kafalarındaki eğitim şablonunu halka dayamak. Sanki eğitimden, bilimden çok anlıyorlarmış gibi. Bu dediğim AKP için geçerli olduğu gibi diğer partiler için de geçerli. Bu yüzden eğitim hükümetlerden bağımsız bir birimin sorumluluğunda olmalı. Bilim için de aynı şey geçerli.

*Nasıl bir yol izlenmeli?

Bu kolay bir şey değil tabiî, herkes yapamaz. Ama en azından siyasetçiler olmasa bile siyasilerin yanında olan teknokratların bunu yapabilmesi lâzım. Devletin bir kademesi bu tür problemleri masaya yatıran ciddî akademisyenlerden oluşması lâzım. Partizan değil yani. Her hükümet değişiminden sonra tüm kadrolar yenilenir Türkiye’de. Bu, Adalet Partisi zamanında da böyleydi, CHP zamanında da, Millî Selamet zamanında da, MHP zamanında da. Bu bir yandan da normal aslında, çünkü çalışacağın kişilerin üç aşağı beş yukarı seninle aynı görüşte olmaları lâzım. Ama devletin tamamı, topyekûn senin adamlarından oluşamaz. TÜBİTAK meselâ. AKP’nin değildir ki TÜBİTAK. TÜBİTAK’tan destek almanın yolu belli bir parti, ideoloji ya da inançtan yana olmak olamaz ki. Bunlar Türkiye’nin geleceğini etkileyen önemli kurumlar. Siyasetten arındırılmaları gerekiyor.

Niye Batı’da demokrasi yürüyor da bizde yürümüyor? Çünkü Batı’da belli bir asgariden sağ ve sol partiler mutabakat halindeler. Türkiye’de henüz öyle bir toplumsal sözleşme yok. TÜBİTAK meselâ benim düzenlediğim programlara destek olmuyor ve olmamak için de elinden geleni yapıyor. Onların hadlerine mi Matematik Köyü gibi olağanüstü bir projeye sırt çevirmek? Değil. Ama sırt çeviriyorlar. Biz TÜBİTAK’sız yaşamayı öğrendik, bizim için sorun yok, ama TC için utanç verici.

*Biraz da Sevan Nişanyan’la birlikte Şirince’de kurduğunuz Matematik Köyü hakkında konuşacak olursak. Son tahlilde ne durumdasınız, devletle aranız nasıl?

Dâvâlarımız var, benim dâvâlarım var, Sevan’ın da var. Para cezalarını ödüyoruz. Bir şikâyetimiz, bir sıkıntımız yok...

*SİT alanına inşaat yapmak suçlamasından mı?

Yok bizimki SİT alanı değil.

*Cezalar neden dolayı?

İzinsiz inşaat yapmak suçlaması, ruhsatsız yapı. Ama biz izin istemedik değil, izin istedik vermediler. Zaten biz ne istesek devlet reddediyor. Ormanı kiralamak istedik vermediler. Yolu yapmak istedik izin vermediler. Artezyen açmak istedik gene izin vermediler. Ne istersek reddetti devlet. Nesin Vakfı’nın önünden geçen yola “dikkat çocuk” tabelâsı bile astıramadık.

*Ama Matematik Köyü kapatılmadı sonuçta?

E! Açılmadık ki kapanalım! Kim neyi kapatıyor?

*Fiilî olarak toplanıyorsunuz ya orada, ona da gelip bir şey yapmıyorlardır her halde?

Yaptılar. 2007’de jandarma geldi köye, kapatıyoruz diye. Ormana sığındık. Ormana çadır kurduk. Sonra yukarıdan emir gelmiş, ormandan da çıkarmak istediler. Ben de yeter artık dedim tekrardan köye girdik. Devam ettik. Bir şey yapamadılar sonra. Başka dertleri çıkageldi...

 

Ali Nesin’e, röportajımıza başlamadan önce  gazetemiz karikatüristi İbrahim Özdabak’ın 2008 yılında, kendisiyle ilgili yapmış olduğu karikatürü hediye ettik.

* * * 

Röportaj:

Ekrem Özden @EkremOzden86 

Gökhan Yılmaz @MGokhanYlmz

Okunma Sayısı: 7230
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • halil toykun

    21.1.2015 20:13:59

    yeni asyanın amacı risale-i nurları efkar-ı ammeye tanıtmak ve risalelleri neşretmektir. Aziz nesin gibi bir dinsizin oğlu ali nesinin fikirlerini yaymak değildir

  • SEZER

    21.1.2015 17:11:49

    Bu adamlar değil eğitimize kimi sevip kimi sevmeyeceğimize bile karışıyor.

  • Mustafa BİTER

    21.1.2015 08:26:06

    Keşke sadece çocuklarımızın eğitimine karışssalar,yakında ne yeyip ne içeceğimize,kaç bardak su,çay,kahve içeceğimize,nasıl seyahat edeceğimize kadar aklımızı gelen herşeye müdahale edecekler.

  • hasan Muharrem okur

    21.1.2015 02:48:28

    Tebrikler

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı