GELECEK PARTİ GENEL BAŞKAN YARDIMCISI AYHAN SEFER ÜSTÜN, “DARBE ZEHRİNİN PANZEHİRİ, DEMOKRASİ, ADÂLET, HUKUK DEVLETİ, TEMEL HAK VE HÜRRİYETLER, İNSAN HAKLARIDIR” DEDİ.
BAŞKENT NOTLARI: CEVHER İLHAN - MEHMET KARA - MUHAMMET ÖRTLEK
Gelecek Parti Genel Başkan Yardımcısı Ayhan Sefer Üstün Yeni Asya’ya konuştu. Gündemi değerlendiren Üstün ile gerçekleştirdiğimiz röportajı istifadenize sunuyoruz.
Sekizinci yılında hâlâ “15 Temmuz”a dair istifhamlar devam ediyor. Bu süreçte özellikle medyanın ve milletin önünde zamanın Meclis Başkanı’na teslim edilen “Meclis Araştırma Komisyonu Raporu”nun bile bile “kaybedilmesi” ilgili değerlendirmeniz nedir?
15 Temmuz”un üzerinden sekiz yıl geçmiş. Şehitlere Allah’tan rahmet, âilelerine ve yakınlarına başsağlığı ve sabır, yaralı ve tedavi görenlere âcil şifalar diliyoruz. Cenâb-ı Hak bir daha benzer olayları ülkemize yaşatmasın. 15 Temmuz darbe girişimi”nin bu zamana kadar aydınlatılması hususunda atılan adımlar maalesef akamete uğradı veya uğratıldı ve hep üstü örtüldü. Hâlâ karanlıkta kalan çok yönü var. Meclis’ten, yargıdan ve siyasetten hiç olmazsa bundan sonra bu karanlıkların aydınlatılmasını bekliyoruz. Evet, Meclis’te “15 Temmuz”un aydınlatılmasıyla alakalı bir komisyon kuruldu. Herkesin yaşadıklarını, bildiklerini anlatması için resmi yazıyla davet ettiler. Sayın Ahmet Davutoğlu komisyona 78 sayfa bildiklerini anlatan bir metni gönderdi. Meclis komisyonuna davet edildiği halde gelmeyen dönemin Genel Kurmay Başkanı ve bakanlar hâlâ ekranlara çıkıp ahkâm kesiyorlar.
HAZIRLANAN RAPOR MECLİSİN TOZLU RAFLARINDA KAYBEDİLDİ
Soruyoruz; neden millet irâdesinin temsilcisi Meclis’e gelip ifade vermediler? Bunun cevabı hâlâ verilmiş değil. Oysa her şeyin aydınlatılması lazım ki bir daha böylesi bir menfur olay olmasın. Ne Sayın Cumhurbaşkanı, ne İçişleri Bakanı ne Dışişleri Bakanı ne Mit Müsteşarı ne Emniyet Genel Müdürü hiçbirisi bilgi vermediler. Halbuki bir demokratik hukuk devletinde olsa, o gece Sayın Cumhurbaşkanı’ndan itibaren yetkililerin saniye saniye nerede olduğu, neler yaptığı, kimlerle görüştüğü kaydı geçer - notu alınır ki bir daha ki böylesine acı hâdiseler milletin başına gelmesin.
İşin ikinci yönü, öyle ya da böyle bu komisyon çalışmaları sonrası Meclis komisyonunun hazırladığı rapor Meclis Başkanı’na tevdi edildi. Normal işleyiş raporun Genel Kurula inmesi, müzâkerelere açılmasıydı. Ancak bu yapılmadı, Meclis’in tozlu raflarında kaybedildi. Böyle bir şey olabilir mi? Neden çekiniyorlar, neden korkuyorlar?
İKTİDARDAKİLER RAPORUN TARTIŞILMASINI İSTEMİYOR
Meclis İnsan Hakları İnceleme Komisyonu Başkanlığı’nı yapmış deneyimli hukukçu bir eski parlamenter olarak, söz konusu raporun Genel Kurul’a indirilmemesiyle muhalefetin düştüğü şerhlerdeki “öngörülebilir, önlenebilir, kontrollü bir darbe girişimi” tesbitinin öğrenilmemesi için mi dönemin AKP’li komisyon Başkanı’nın övündüğü rapor inkâr ediliyor? Meclis raporu iddia ettikleri gibi “tekemmül etmemiş” miydi? Rapor şimdi nerede?
Rapor tekemmül etmişti, yani tamamlanmıştı. Dört aylık süresini tamamlamış, metin olarak yazılmıştı. Ortada gerçek bir metin vardı. Teslimi de kameraların, gözümüzün önünde gerçekleşti. Başta komisyon Başkanı Reşat Petek olmak üzere komisyon üyeleri gittiler, Meclis Başkanı’na takdim ettiler. İlgili kayıtlar, fotoğraflar var. Bu açıdan “tekemmül etmemiş” diye kelime oyunlarıyla halkı kandırmasınlar. Raporu aldıktan sonra normalde sistem şudur; Genel Kurula getirilir, gündem yapılır, müzâkere edilir, sonra da oylamaya tabi tutulur. Bunu Meclis Başkanlığı ve gruplar yapar. Meclis Başkanı ve hâkim grup iktidar partisinden olduğuna göre belli ki burada bir danışıklı dövüş var. İktidar partisi raporun Meclis’te tartışılmasını istemiyor; “aldım kabul ettim” diye geçiştiriliyor.
“Raporun nerede olduğu belli değil” diyorlar. O zamanki Meclis Başkanı’nın çantasında mı gitti? Yoksa Meclis’in kütüphanesinde göremeyeceğimiz arka raflarda mı kaybedildi! Olacak iş değil. Bunda başta raporu teslim alan Meclis Başkanı olmak üzere bütün sorumluların vebali var. Şunu belirtelim ki rapor Meclis Başkanlığı’nda. Zira devlette hiçbir şey kaybolmaz. Devletin dili yazıdır, kimse de kaybetmeye cesaret edemez. Mutlaka günün birinden çıkar ortaya. Belli ki vatandaşların “15 Temmuz”daki hataları, ihmalleri, çelişkileri görmesini istemiyorlar.
Mesela Tayyip Bey’in “darbeyi eniştesinden duymadığı”nı herkes biliyor. O raporda da var; MİT Başkanı, “saat saat bildirdim” diyor. Bunun bilinmesini istenmiyor. Çünkü o zaman sayın Erdoğan’ın doğru konuşmadığı ortaya çıkacak. Dolayısıyla buna bile tahammülleri yok. Kurumsal bir devlet olsa, ders çıkarmak adına, Cumhurbaşkanı’ndan bütün kademelere kadar o sırada kimin ne yaptığı, nereden duyduğu, nereye gittiği, hangi tedbirleri aldığı tek tek yazılır ki ve muhâfaza altına alınır. Düşünün; Anayasa gereği Mit’in kendisine bağlı olduğu ve ülkenin güvenliğinden sorumlu Başbakan’ın nerede olduğu belli değil. “Müteahhitlerinin Ilgaz tüneline kaçtığı, oraya giderken Jandarmanın ateş ettiği” iddia ediliyor. Kimisi “İstanbul’a gitti” diyor. Peki, bütün bunları nereden öğreneceğiz? Bunun da en iyi zemini Meclis’tir. Bu her yerde böyledir. Amerika’da da yetkililer Kongre’ye ifade verirler, bakanlar, büyükelçiler hesâp verirler; bir olay karşısında FBI Başkanı çağrılıp sorgulanır. Bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak o gece Başbakan’ın nerede, kimlerle görüştüğünü, nerede kaldığını bilmek istiyorum. Bu aslında devletin ders çıkartması açısından da önemli bir husus. Kuvvet komutanları düğünde, yemekte. Niye onlara haber verilmemiş? Bütün bunların tek tek ortaya çıkartılması lazım. Ancak ortaya çıkartılmadı. Böylesi muallel ve acâyip bir süreç. Böyle bir lakayt devlet olur mu?
“15 TEMMUZ” RESMEN KARARTILDI, HÂLÂ DA KARARTILIYOR
Sayın Cumhurbaşkanı “oyun” ve “tiyatro” diyenlere kızıyor ama “15 Temmuz”un 251 insanın katledildiği, iki bin vatandaşın yaralandığı, yüz binlerin mağdur edildiği “kanlı bir tiyatro” olduğuna dair bir yığın istifham da duruyor. “15 Temmuz” bile bile mi karartıldı?
Bütün bunlar, tabii ki insanlarda bir takım soru işaretlerinin doğmasına sebebiyet veriyor. “15 Temmuz”dan sonra ilk yıllarda insanlar 15 Temmuz’u hüzünle ve coşkuyla kutladılar. Peki, aynı coşku şimdi var mı? Bunların yaptıkları sebebiyle kimsenin elinde bir tweet atacak mecal kalmamış…
Çünkü darbecilerin neredeyse “bir numarası” olarak gösterilen Mehmet Dişli’nin kardeşini Hollanda’ya Büyükelçi atarsanız, -hele hele oraya gönderilen paraların idaresi için gönderildiği dedikodusu da yayılmışsa- kimseyi “15 Temmuz darbe girişimiyle hakkıyla mücadeleedildiğine, aydınlatılmasına çalışıldığına inandıramazsınız. Bir başka konu yine Sayın Davutoğlu’nun “15 Temmuz öncesinde darbe yapma ihtimali olan bazı paşaları tek tek tespit etmiştik, Yüksek Askeri Şura (YAŞ) kararlarıyla gerekenin yapılmasını bildirdik” demiş olmasına ve ismi darbe girişimine karışmış bazı paşalar hakkındaki özel raporlara rağmen sonradan taltif edildiler, ödüllendirildiler. Hatta “birilerinin kefil olması”yla rütbeleri yükseltildi.
DARBENİN BAŞINDAKİNİN KARDEŞİ TALTİF EDİLDİ
15 Temmuz”la ilgili dönemin AKP İstanbul milletvekili emekli Tümgeneral Şirin Ünal’dan da -komisyon haricinde- rapor istenmiş. Onun raporunda da Mehmet Dişli’nin böyle bir organizasyon içerisinde olduğunun belirtilmesine karşı bile bile göreve devam ettirilmesi vakıayı ortaya koyuyor.
Hadi onu yaptılar; yeni işe girmiş en alt seviyedeki devlet memurunun bu hâdiseye karıştığından dolayı yedi sülalesini sorguya çektiler; garibanları hapse attılar, âilelerinin hayatını kararttılar, kayınpederine, kayınbiraderine kadar hepsini sorguladılar ama darbenin başındakinin kardeşini taltif ettiler! Bugün itibariyle hâdisenin hâlâ karanlıkta kalan çok yönleri var. Dolayısıyla “15 Temmuz” resmen karartıldı ve hâlâ da karartılıyor…
ÜLKE DAHA DA OTORİTERLEŞTİ
15 Temmuz’un perde arkasının aydınlatılması, gerekli dersin alınması için neler yapılmalı; hangi tedbirler alınmalı?
Yapılacak olan bellidir; zira darbe zehrinin panzehiri, demokrasi, adâlet, hukuk devleti, temel hak ve hürriyetler, insan haklarıdır. Bu hususta Sayın Davutoğlu’nun “otoriterleşirseniz bu darbeler başka başka şeylere evrilir, Türkiye daha kötüye gider ama bu bir fırsattır; gelin demokratik bir yapı kuralım, demokratik bir ülke olalım…” çağrısı yol göstericidir. Tedbir budur. Ne var ki iktidardakiler “15 Temmuz”u kendi otoriterleşmelerinin zeminini oluşturmaya bahane edip bir fırsat olarak istimal ettiler. İktidarlarının ömrünün uzaması için kullandılar ve hâlâ da kullanıyorlar. Bu da geldi en sonunda ülkeyi vurdu. Ülke daha da otoriterleşti. Ülkenin ekonomisini, hukukunu bozdu. Yolsuzluklar, kara para, çeteler arttı. Türkiye “kara liste”ye alınacak kadar kötü duruma düştü. Yani yapılması gerekenin tersini yaptıkları için oldu. Bu haliyle maalesef “15 Temmuz” zihinlerde muammalarla muallel olarak karanlıkta kaldı…
- DEVAMI YARIN -