muhteflem bir “Nur mabedini” and›r›yor; civar›mdaki
herfley, her yer, derin vecd ve isti¤raklarla gaflyolmufl bir
hâlde. Her zerrede
1
/
?p
ór
ªn
ëp
H o
í`u
Ñ°n
ùo
j s
’p
G m
Ar
Àn
T r
øp
e r
¿p
Gn
h
s›rr-›
Sübhanîsi tecelli ediyor.
Binaenaleyh, bilmiyorum, bu mes’ut hâdiseyi flanl› bir
zafer, flahane bir fetih, ‹lâhî bir kurtulufl, cihanflümul bir
bayram diye mi vas›fland›ray›m? Zira, kudsî davan›n ka-
zanm›fl oldu¤u bu ‹lâhî zafer, bütün ‹slâm ve insanl›k dün-
yas›ndaki mücahitlerin azimlerine kuvvet, ruhlar›na can,
imanlar›na h›z ve heyecan vermifltir.
Evet, azim ve imanlar›, aflk ve emelleri henüz kemale
ermemifl olan birçok Müslümanlar, maalesef ac›kl› bir
yeis içinde idiler. Böyle bir zaferin tahakkukunu, hayal ve
muhal görüyorlard›. Fakat bütün feyiz ve nurunu insanl›-
¤› tenvir ve irflat için ‹lâhî bir günefl halinde Arfl-› Azam›n
pürnur ufuklar›ndan inen Kur’ân-› Kerîm’den alan Nur
neflriyat›, durgun gölleri and›ran gönülleri deryalar gibi
coflturmufl, kasvet ve hicran y›llar›n›n ümit ve emellere
vurdu¤u müthifl zincirleri k›rm›flt›r. O nur kayna¤›ndan
f›flk›ran o serâpâ feyiz ve hikmetler saçan eserler, hisle-
rin, fikirlerin ve bilhassa alevler içinde yanan ruh ve vic-
danlar›n ezelî ve ebedî ihtiyaçlar›na cevap verdi¤i gibi,
onlar› dalga dalga bo¤ucu karanl›klar muhitinden ter te-
miz ve p›r›l p›r›l nur ufuklar›na ç›karm›flt›r.
Y›llarca devam eden uzun bir sükût, derin bir gaflet ve
bo¤ucu bir zulmetten sonra ‹lâhî bir günefl halinde par-
layan bu kudsî zafer, nur için yol aramakta olan periflan
Arfl-› Azam:
en büyük arfl, Al-
lah’›n kat›, Cenab-› Hakk›n kudret
ve saltanat›n›n en büyük dairesi.
aflk:
fliddetli sevgi, sevda, gönül
verme
azîm:
niyetli, kesin kararl›.
bilhassa:
özellikle
Binaenaleyh:
bundan dolay›, bu-
nun üzerine
cihanflümul:
dünya çap›nda,
dünya ölçüsünde.
derya:
deniz
ebedî:
sonu olmayan, daimî, sü-
rekli
emel:
fliddet arzu, ümit
ezelî:
ezel ile ilgili, öncesiz, bafl-
lang›çs›z
fetih:
zafer, galebe
feyiz:
bolluk, bereket, ihsan, ba-
¤›fl
gaflet:
dikkatsizlik, endiflesizlik,
Allah’tan uzaklafl›p nefsin arzula-
r›na dalmak
gafly:
kendinden geçme, bay›lma
hâdise:
olay
hicran:
ayr›l›ktan gelen ac›, ayr›l›k
ac›s›
hikmet:
‹lahî gaye, gizli sebep,
fayda
‹lâhî:
Allah’la ilgili, Cenab-› Hakka
dair
iman:
inanç, itikat
irflat:
do¤ru yolu gösterme, gaf-
letten uyand›rma
isti¤rak:
kulun kalbini dünya ile
ilgili fleylerden ar›nd›r›p Allah’a
ba¤lanmas› ve nihayet derecede,
kendini bilmeyecek flekilde ‹lâhî
aflk ve vecd dalg›nl›¤› içinde bu-
lunmas›
kasvet:
s›k›nt›, iç darl›¤›, gönül
darl›¤›, gam, keder.
kemal:
olgunluk, mükemmellik,
kusursuz, tam ve eksiksiz olma
kudsî:
mukaddes, yüce
mabet:
ibadet edilen yer; mescit,
cami gibi ibadet yeri
mes’ut:
saadetli, bahtl›, mutlu
muhal:
imkans›z
muhit:
yöre, çevre
muhteflem:
haflmetli, yüce
mücahit:
cihad eden, savaflan
müthifl:
dehflet veren, ürküten,
1.
Hiçbir fley yoktur ki Onu övüp Onu tesbih etmesin. (‹sra Suresi: 44.)
1126 |
BED‹ÜZZAMAN SA‹D NURSÎ
R
‹SALE-‹
N
UR
VE
H
AR‹Ç
M
EMLEKETLER
dehfletli, korkunç
neflriyat:
yay›nlar
nur:
ayd›nl›k, par›lt›, ›fl›k
nur:
ayd›nl›k, par›lt›, ›fl›k
pürnur:
nur dolu, nur içinde,
nurlu, ayd›nl›k.
ruh:
dirilik kayna¤›, hayat›n
temeli ve sebebi olan manevî
varl›k
s›rr-› Sübhanî:
Süphan olan
Allah’a ait s›r.
serâpâ:
bafltan aya¤a kadar,
önden sona, tamam›yla, bü-
tünüyle, bütün, hep.
sükût:
susma, sessiz kalma
flahane:
mükemmel, muhte-
flem.
tahakkuk:
gerçekleflme, ke-
sinleflme
tecelli:
belirme, bilinme, gö-
rünme
tenvir:
nurland›rma, ayd›nlat-
ma, ›fl›kland›rma
vecd:
kendini kaybedecek
flekilde hislenme.
vicdan:
insan›n içindeki, iyiyi
kötüden ay›rabilen, iyilik et-
mekten lezzet duyan ve kö-
tülükten elem alan manevî
his
yeis:
ümitsizlik
zafer:
düflman› ma¤lûp etme,
kesin olarak yenme
zerre:
en küçük parça, mole-
kül, atom
zulmet:
karanl›k