YeDİNCİ NOKta:
nur-i iman ile bilinir ki, Allah’ın varlığı bütün nimetle-
rin fevkinde öyle büyük bir nimettir ki, sonsuz nimetlerin
envaını, nihayetsiz ihsanların cinslerini, sayısız atiyyele-
rin sınıflarını havi bir menba, bir kaynaktır. Binaenaleyh,
zerrat-ı âlemin adedince iman nimetlerine hamdüsena et-
mek bir borçtur. risale-i nur’un eczasında bir kısmına işa-
retler yapılmıştır. Maahaza, iman-ı billâhtan bahseden ri-
sale-i nur’un cüzleri, bu nimetten perdeyi kaldırarak gös-
teriyor.
“elhamdülillâh” lâm-ı istiğrakla işaret ettiği umum
hamdlerle hamd edilmesi lâzım olan nimetlerden birisi de,
rahmaniyet nimetidir.
evet, rahmaniyet, zevi’l-hayattan rahmete mazhar
olanların sayısınca nimetleri tazammun etmiştir. Çünkü,
bilhassa insan, her bir zîhayatla alâkadardır. Bu itibarla
insan her zîhayatın saadetiyle saidleşir ve elemleriyle mü-
teessir olur. öyle ise, herhangi bir fertte bulunan bir ni-
met, arkadaşlarına da bir nimettir.
Ve keza, validelerin şefkatleriyle nimetlenen çocukla-
rın sayısınca nimetleri tazammun edip ona göre hamdle-
re, senalara kesb-i istihkak edenlerden birisi de rahîmi-
yettir.
evet, annesiz aç bir çocuğun ağlamasından müteessir
ve acıyan bir vicdan sahibi, elbette validelerin çocukları-
na olan şefkatlerinden zevk alır, memnun ve mahzuz olur.
İşte, bu gibi zevkler birer nimettir, hamd ve şükürler ister.
Lem’aLar | 719 |
Y
irmi
d
okuzuncu
l
em
’
a
mahzuz:
hoşlanmış, hoşnut ol-
muş, sevinmiş.
mazhar olmak:
iyi bir şeye er-
mek, ulaşmak.
menba:
kaynak.
müteessir:
üzülmüş, hüzünlü, ke-
derli, mahzun.
nihayetsiz:
sonsuz.
nimet:
iyilik, lütuf, ihsan, bağış.
nokta:
konu, konu ile ilgili önemli
bölüm.
nur-i iman:
imandan gelen ışık,
aydınlık, parlaklık.
perde:
örtü.
rahîmiyet:
rahmeti her şeyi ku-
şatan her bir varlığa ayrı ayrı şef-
katini gösteren Allah’ın merhamet
ediciliği.
rahmaniyet:
Cenab-ı Hakkın kul-
larını beslemesi, koruması ve mer-
hamet etmesi vasfı.
rahmet:
merhamet, bağış, şefkat
etme, koruma, iyilik.
saadet:
mutluluk.
saidleşme:
mutlu olma, huzur
bulma.
sena:
övme, methetme.
şefkat:
acıyarak ve esirgeyerek
sevme, içten ve karşılıksız merha-
met, yardım etme.
şükür:
görülen bir iyiliğe karşılık
hoşnutluk, memnunluk ve min-
nettarlık ifade etme, teşekkür.
tazammun etme:
ihtiva etme,
içine alma, kuşatma.
umum:
bütün.
valide:
ana, anne.
vicdan:
iyiyi kötüden, hayrı şerden
ayırt etmeye yardımcı olan ahlâkî
duygu.
zerrat-ı âlem:
âlemde bulunan,
evrendeki zerreler.
zevi’l-hayat:
canlı, hayat sahibi.
zevk:
tatma, tat, lezzet, haz.
zîhayat:
hayat sahibi, canlı.
adedince:
sayısınca.
alâkadar:
ilgili, ilişkili, müna-
sebetli, bağlı.
atiyye:
hediye, bahşiş.
bahsetme:
bir konu hakkında
söz söyleme, konuşma.
bilhassa:
özellikle.
binaenaleyh:
bundan dolayı.
cüz:
kısım, parça, bölük.
ecza:
cüzler, parçalar, kısım-
lar.
elem:
dert, üzüntü, acı.
elhamdülillâh:
Allah’a hamd
olsun, her türlü hamd, şükür
ve minnet Allah’a aittir.
enva:
türler, neviler.
fert:
şahıs, kişi.
fevk:
üst, fevkinde; üstünde.
hamd ve sena:
hamd edip
sena etmek, övmek.
hamd:
methetme, övme, yü-
celtme.
havi:
kapsayan, içinde bulun-
duran.
ihsan:
iyilik etme, güzel dav-
ranma, bağışlama.
iman:
inanma, inanç, itikat.
iman-ı billâh:
Allah’a iman.
işaret:
gösterme, bildirme, be-
lirtme.
itibar:
itibarla; bu sebepten,
böyle sayılmakla, bu açıdan.
kesb-i istihkak:
hak etme,
hak kazanma.
keza:
böylece; aynı şekilde,
öylece.
kısım:
parçalara ayrılmış bir
şeyin her bölümü.
lam-ı istiğrak:
Arabca, başına
gelen kelimeyi genelleştiren
onları belirli yapan lâm, el ta-
kısı.
lâzım:
gerekli, lüzumlu.
maahaza:
bununla beraber,
böyle olmakla birlikte.