Ve keza cihat-ı sitteyi tenvir eden iman sayesinde, in-
sanın şu dar zaman ve mekânı geniş ve rahat bir âleme
inkılâp eder. Bu büyük âlem bir insanın hanesi gibi olur
ve mazi, müstakbel zamanları, insanın ruhuna, kalbine
bir zaman-ı hâl hükmünde olur. Aralarında uzaklık kalkı-
yor.
üÇüNCü NOKta:
İmanın istinat ve istimdat noktalarını havi olmasından,
“elhamdülillâh” demesi iktiza eder.
evet, nev-i beşer, aczi ve düşmanların kesreti dolayı-
sıyla dayanacak bir nokta-i istinada muhtaçtır ki, düşman-
larını def için o noktaya iltica etsin. Ve keza, kesret-i ha-
cat ve şiddet-i fakr dolayısıyla da istimdat edecek bir nok-
ta-i istimdada muhtaçtır ki, onun yardımıyla ihtiyaçlarını
def etsin.
ey insan! senin nokta-i istinadın ancak ve ancak Al-
lah’a olan imandır. ruhuna, vicdanına nokta-i istimdat
ise ancak ahirete olan imandır. Binaenaleyh, bu her iki
noktadan haberi olmayan bir insanın kalbi, ruhu tevah-
huş eder, vicdanı daima muazzep olur. lâkin, birinci nok-
taya istinat ve ikincisinden de istimdat eden adam, kal-
ben ve ruhen pek çok zevk ve lezzetleri, ünsiyetleri his-
seder ki, hem müteselli, hem vicdanı mutmain olur.
Lem’aLar | 711 |
Y
irmi
d
okuzuncu
l
em
’
a
mekân:
yer, mahal.
muazzep:
azap içinde bulunan,
azap çeken, azaplı, sıkıntılı.
muhtaç:
ihtiyacı olan, kendisine
bir şey lâzım olan.
mutmain:
gönlü hoş, içi rahat ol-
mak, emin, şüphesi olmayan.
müstakbel:
gelecek zaman, gele-
cekte olacak olan.
müteselli:
teselli bulan, avunan.
nev-i beşer:
insan nev’i, insanlık,
bütün insanlar.
nokta:
konu, derece, işaret, yön.
nokta-i istimdat:
yardım dileme
noktası.
nokta-i istinat:
dayanak noktası,
güvenme ve itimat noktası.
ruh:
insandaki canlılığın ve dirili-
ğin, iradeyle ilgili ve irade dışı ha-
reketlerin ve idrak kabiliyetinin
kaynağı, nefis.
ruhen:
ruh yönünden, ruh olarak.
şiddet-i fakr:
fakirliğin şiddetli ol-
ması.
tenvir:
aydınlatma, ışıklandırma.
tevahhuş:
korkma, ürkme.
ünsiyet:
alışkanlık, ülfet, dostluk,
ahbaplık, arkadaşlık.
vicdan:
iyiyi kötüden, hayrı şerden
ayırt etmeye yardımcı olan ahlâkî
duygu.
zaman-ı hâl:
şimdiki zaman.
zevk:
tatma, tat, lezzet.
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
ahiret:
dünya hayatından
sonra başlayıp ebediyen de-
vam edecek olan ikinci hayat.
âlem:
dünya, cihan.
binaenaleyh:
bunun üzerine,
bundan dolayı, ondan dolayı.
cihat-ı sitte:
altı cihet, altı ta-
raf.
def:
uzaklaştırma, kovma,
savma.
elhamdülillâh:
Allah’a hamd
olsun, ezelden ebede her türlü
hamd, şükür ve minnet Allah’a
aittir.
hane:
ev, mesken.
havi:
kapsayan, içine alan.
hiss:
duygu.
hükmünde olmak:
yerinde
olmak, yerine geçmek, değe-
rinde olmak.
iltica etme:
sığınma, barınma.
iman:
inanma, inanç, itikat.
inkılâp:
bir hâlden diğer hâle
geçme, hâl değiştirme, deği-
şim, dönüşüm.
istimdat etmek:
yardım dile-
mek, imdat istemek.
istimdat:
yardım dileme, im-
dat isteme.
istinat:
dayanma.
kalben:
kalbden, samimî, iç-
ten, gönülden.
kalb:
insanın manevî bünye-
sindeki hislerin ve duyguların
merkezi; gönül, dil.
kesret:
çokluk.
kesret-i hacat:
ihtiyaçların
çokluğu.
keza:
böyle, böylece.
lâkin:
ama, fakat.
lezzet:
her hangi bir şey kar-
şısında duyulan zevk, haz, ke-
yif.
mazi:
geçmiş zaman.